Sei sulla pagina 1di 242

ADRIANNE BLUE

BBC ve Kanal 4, Adrianne Blue'nun "dünya çapında bir


öpüşme uzmanı" olduğunu söylüyor. Yıllarca Sunday Times
gazetesinde muhabir olarak çalışan Blue. Independent, Neve
Statesman, Cosmopolitan, Washington Post gibi yayınlarda
çağdaş kültür üzerine yazılar yazdı. Londra'da yaşayan Blue,
City Üniversitesi'nde konuk öğretim görevlisi olarak ders ve­
riyor.
Ayrıntı: 279
Lacivert Kitaplar dizisi: 3
Öpüşme
Metafizikten Erotiğe
Adrianne Bitte
İngilizceden çeviren
İrem Sağlamer
Yayıma hazırlayan
Erdal Alova
Kitabın üzgün adı
Oıt Kissiııg
From the Metaplıysical ta the Ermic
lndigo/1996
basımından çevrilmiştir.

© Adrianne Blııe

Bu kitabın Türkçe yayım haklan


Aynntı Y ayınlan'na aittir.
Kapak illüstrasyonu
Sevinç Alıan
Kapak düzeni
Deniz Çelikoğlu
Düzelti
Avıen Koça!
Baskı ve cilt
Mart Matbaacılık Sanatları Ltd. Şti. Tel: (0 212) 212 03 39-30
Birinci basım 2000
ISBN 975-539-223-8

AYRINTI YAYINLARI
Dizdariye Çeşmesi Sk. No: 23/1 34400 Çemberlitaş-istanbul Tel: (0 212) 518 76 19 Faks: (0 212) 51645 77
Adrianne Blue
9 9

Öpüşme
Metafizikten Erotiğe
L A C İ V E R T K İ T A P L A R D İ Z İ S İ

İŞ İŞTEN GEÇTİKTEN SONRA VERİLEN SÖZLER


Dar'ıaıı Leader

SEVGİNİN HALLERİ
Slephanie D m r ic t
ÖPÜŞME
Metafiziklen Erotiğe
Adrianne Bine
Annie için
T E ŞE K K Ü R
Ö püşm e sevgi ve zevk üzerindedir ve ben de, bu kitabın yazıldığı y ıllar boyunca bana
cöm ertçe yardım ed en pek ço k arkadaş ve m eslektaşım a aynı duygularla teşekkür e-
diyonım : Lyn A llison. John A lexander. M errilyn C rosgrove B lue. R uby B lue. D uncan
C am pbell, Jenny C obb, T in a D avila, A lexandra E rskinc, R ob Ferguson. H arriet G ilbert.
M adeleine H arm sw orth, G inger H jelm a. K evin Jackson. Judith K arantzis, Jan e K irw an,
Frank L azarus. A nne M cA rthur. Saralı M aitland. Jam es M alpas. S teve M atthew s. Joan
M inogue. Julia Pascal. C aroline Porter. Janet R achel, M ichele R oberts. M im i Sanderson,
M ichéle Slung, E lizabeth Storey. M ike T h o m so n , M ichael Tintner, Jan V aux ve araştırm a
asistanları olarak büyük işler yapan A m erikalı stajy er öğrencilerim Elizabeth M ills C la r­
ke. M ax L eitm an ve L isa Spiercr'e teşekkürler.
B ana yardım cı olan uzm anlardan. L ondra K olej Ü niversitesi'nden G us M cG routher, An-
nabelle D ytham ve D aw n Slarin. Paris Ü niversitesi'nden Francis B ordai. F rançoise D elphy
ve M arie-C laire P a sq ierï. C N R S 'den A nnie M éjean'i. B rooklyn Y ü k sek o k u lu n d an R achel
B row nslein'i. L eigh Ü niversitesi'nden Jan Fergus'u, C olorado Ü niversitesi'nden Sue
H enry'yi. L iverpool Ü niversitesi'nden Louise B arret'i. W estm inster Ü niversitesi’nden
K eith Jacobs'u, N ational G allery'dcn M artin W yld'i ö zellikle anm ak istiyorum .
K ütüphaneler ve kütüphaneciler ço k önem liydi. B ritish K U tüphanesi'ne. L ondra Üni-
versitesi'ne. New Y ork H alk KUtüphanesi'ne. Foxcroft O kulu'na v e W ellcom e V akfı'na.
N ew s International ve D a ily T e le g ra p lim , R aynes Enslıtüsü’nün ve B B C 'nin gazete ar­
şivlerine teşekkürler.
T em silcim G iles G ordon'a. yayuıcım L iz K nights'a, Vicki H arris. K aırina W hone, G illian
B rom ley ve G o llancz'daki pek çok kişiye yürekten teşekkür ederim .

İZİN LER
A şağıda adı geçen yayın hakkı ödenm iş eserlerin kullanım ı için izin alınm ıştır;
Frank Lazarus ve D ick V osburgh'un H o llyw o o d ’du B ir G ün, U krayna'da B ir G ece
m üzikalindeki “T he M ovies G et Y ou T h ro u g h " şarkısının sözleri, Lazarus v e V osburgh,
yayın hakkı 1980. Y azarların izniyle k ullanılm ıştır. M artin A m is. Londra Ç a y ırla n , yayın
hakkı 1989. Londra'daki R andom H o u se in izniyle. Paul A usler. L eviathan. Londra: Fabcr
and Fabcr. Yayın hakkı Paul A uster, 1992. Faber and Faber Lld.'nin izniyle. N icholson
B aker, Vox, Londra: G ranta/Pcnguin. R ogers, C lcridge ve W hitc'm izniyle. T .S . Eliol,
B ütün Şiirleri, 1909-1962. Faber and Fab cr Ltd.'nin izniyle kullanılm ıştır. Ireanu Eibl-
E ibesfeldt. A şk ve N efret. Y ayın hakkı 1971. L ondra'daki R ced B ooks'un izniyle. C harles
S. E vans. U yuyan G üzel. Y ayın hakkı 1919, H einem ann, 1972. R eed B ooks'un izniyle.
D ian Fossey. Sisteki G oriller. L o n d ra 1985. Lıltle B row n and C o. (B ritanya). A lan Hol-
linghurst. The F olding S ta r. 1995. A itken. Stone and W ylie'nin izniyle. Jam es Jones. İn ­
san la r Yaşadıkça, L ondra. 1952. H arperC ollins'in izniyle. Judith K arantzis. Seçm e Şiirler
1977-1992. Londra: Sinclair-Stevcnson. 1995. Y azarın izniyle. B ronislaw M alinow ski.
Yerlilerin C insel Yaşam ı. Londra. R outledge, 1932. B rian M oore'dan alındı. Tlıe S ta ­
tem ent. Londra: B loom sbury ple, 1995. Lucy T ay lo r. "B aubo'nun Ö püşü"ndcn bir pasaj.
Y ayın hakkı, 1994, Lucy T aylor. R alph M. V icinanza L td., N ew Y ork’un izniyle. H ubert
Selby Jnr. B rooklyn'den S o n Çıkış. M arion B oyanı Publishing'in izniyle. Scth, V ikram ,
U ygun O ğlan. Y aym H akkı 1993. Londra: Phoenix, 1993. Sheil Land A ssociatcs’in iz­
niyle. V irginia W oolf. M rs. D a llo w a y. C hatto and W indus'un ve y azan n varisinin izniyle.
Bu kitapla alıntı yapılan bütün kitapların yayın hakkı sahiplerinin bulunm ası için ç ab a h ar­
canm ıştır. İzin alm am adan kullanılm ış bölüm ler varsa y azar ve y ay ın cılar olarak ö z ü r d i­
leriz. B ütün eserlerin izin alınarak k ullanıldığına inanıyoruz.
İçindekiler

Ö püşm enin d ü n ya sı:


G en el b ir b a kış
9

Ö püşm enin d o ğ a l ta rih i


15

A rzu n u n co ğ ra fya sı
31

K ötü d o k to r F reu d
45

K u şla r ve b o n o b o la r
63
Ö püşm eye çağrı
79

C oşkudan b aştan ç ık a n la r ya da fe r y a t ed en ler


91

P ren s ve p ro to tip
107

B eden ve ruh
121

V a m p irler ve d iğ e r ö ld ü ren ca zib eler


133

Ş e y ta n 'ın ö p ücüğü
145

Yalvaran a y in le r
159

F a llik b o ğ a zla r ve zo rla ya n k o lla r


171

U n u tu lm a zla r
181

P a r is ’in kararı
199

So n sö z
211

N o tla r
223

K ayn a kça
127

D izin
231
Öpüşmenin dünyası
Genel b ir bakış
e
üksek yayladaki birkaç Berberi göçebeydi. Arkadaşlarım ya­
kındaki dağa tırm anırken, ben bazılarıyla tanışabilm e u-
m uduyla, burada kalm ayı yeğledim . K arşılaşabileceğim birkaç ya­
bancı hariç, tek başım a olacaktım . K ısa b ir süre sonra İngilizce
bilm eyen, çok az Fransızca bilen İbrahim adlı bir B erberi’yle ta­
nıştım . Ben çok az Fransızca bilirim. T oprağa resim ler çizerek çok
iyi iletişim kurduk. K arısı Fatim a öğle yem eğini hazırlarken ben de
Yasem in bebeğe baktım. İki küçük oğullan koyunlara bakıyordu.
G üneş daha da yükseldi, aile çadırın içinde kayboldu, derken ben
de içeri davet edildim ve kavurucu Kuzey A frika güneşinden kur­
tulm uş oldum . Art arda üç adam m isafirliğe geldi. İçeri her gelen,
"Selam ünaleyküm " diyor, İbrahim 'i yanaklarından öpüp onu hafifçe

11
kucaklıyordu. Bu, erkekler arasındaki olağan selam laşm a bi­
çimiydi. K adınlar herkesin içinde öpüşmüyordu.
Ama günün ilerleyen saatlerinde, çadırın uzağında, ev sahibim
beni öptü.
Ondan sonra, akşam üstü güneşinin altında -b elk i de çok uzun
bir sü re - oturdum , aklım selam laşm a öpücüklerinin arasındaki ince
ayrıntılara takılmıştı: B atıkların soğukça havayı öpm eleri, çadırda
görm üş olduğum aynı ölçüde gelenekselleşm iş öpüşm eler, Doğu
Avrupalı liderlerin arasındaki sıcak öpüşmeler. D üşüncelerim so­
nunda aşk ya da bir zam anlar aşk olarak sınıflandırılan şehvet
öpüşm elerine kaydı. Am a o gün, Fas'ın sıcağında, eski Fransız a-
tasözü, "Âşıklara yaşam aları için öpüşm e ve soğuk su yeter,"
sınanmadı.
Yine de, bir tür tam am lanm ıştık duygusu vardı. İçsel bir ışığın
çakm asıyla, birdenbire o bağlantıyı gördüm; öpüşm enin süreklili­
ğini, her öpüşm enin törensel mi, yoksa aşk öpücüğü mü olduğunu
bildiren o kırılm az anlam halkasını.
Freud, uzun zaman önce, annem izin m em esinin bizi sev­
gilimizin öpücüğüne hazırladığını açıklam ıştı ve daha yakın geç­
mişte insanbilim ciler bu görüşü gönülsüzce de olsa doğrulam ışlar,
Venezuela yağm ur orm anlarındaki avcı-toplayıcıların hâlâ uy­
guladığı eski Y unanlılardan kalm a bir çocuk büyütm e yöntem i o-
lan öperek-beslem enin erotik öpücüğün kökeni olduğunu ortaya at­
m ışlardı. Ama ben, yine de kim senin haritalandırm adığı daha
büyük bir öpüşm e sürekliliği olduğuna inanıyorum . Haritanın m an­
zarası anaç olanla, yatıştırıcı, dinsel, m etafizik ve erotik olanın bir-
biriyle bağlantı doruklarını ve vadilerini barındırıyor.
Bir öpücük insanlığın bütün öyküsünü anlatıyor. M em eden bes­
lenirken ve biraz farklı da olsa biberondan beslenirken gerçekleşen
em m e ve yalama, tem elde öpüşürken kullanılan eylem lerdir. Ero­
tik öpüşme meme em m e taklididir. Ö püşm e de, öbür kişinin bes­
lenmesinin taklit edilm esidir: Ö püşen, kendisinin yum uşak, in­
cinebilir bölüm lerini sunar, dudaklar ve dil öbür kişinin dişlerinin
arasındadır ve onların güvende olduğunu bilir.
İdeal bir öpüşm e âşıklar için bir şölendir.
12
Ben senin öpücüklerini yutayım, sen de benimkileri yut,
Ve ağızlarımızla birbirimizin mutluluğunu yudumlayalım,

diye yazm ış Fransız şair Louise Labe 450 yıl önce. İnsan aynı za­
m anda besler ve beslenir.
H er öpüş, bir anneyle (ya da anne figürüyle) çocuğunun ara­
sında var olan incinebilirliği, yakınlığı, şehveti ve güveni barındırır
içinde. Benim kuram ım a göre, sevgililerin aynı anda bebekliğin
güvenini ve duygusallığını canlandırm ası, erotik öpüşm enin duy­
gusal ve bedensel dinam iğinin büyük bir bölümünü oluşturur. Bu
da, yoğunluk, zevk, bağlılık duygusu ve keyfin nedenlerini açıklar.
Ö püşm enin gücü bir sim ge olarak, yalnızca cinsel yakınlıktan
değil, her öpüşm enin gerçekte anlam ın sürekliliğine katılması ger­
çeğinden kaynaklanır. Y alnızca bilardo toplan duygusal bir yan­
sıma olm aksızın öpüşür. Anne ve çocuğun duygusallığı ve ta­
m am layıcı nitelikteki birbirine bağım lılığı, her türlü öpüşm eye
temel bir anlam kazandırır ve öpüşm eyi en güçlü ve en çağrışım
yüklü harekelim iz kılar. Yahuda’nın öpücüğü, Batı kültürünün en
ünlü öpüşm esi, sarsıcıdır çünkü öpüşm e kavram ıyla birlikte güven
kavram ına da ihanet eder.
B edbaht âşıkların m asallaşm ış öpüşm eleri -U yuyan Güzel ve
Prens, Paolo ve Francesca, Scarlett ve Rhett, O scar ve Bosie, Char­
les ve D ia n a - arzu ikonları oldular. V e pek çokları, Keats gibi,
öpücüklerin "uçucu mutluluklar" olduğuna inanır.
Bugün, cinsellik yine tehlikeli hale gelince, insanları duraksa­
tarak enine boyuna düşündürüp öpüştüren yeni bir rom antik bilinç
oluştu. Ö püşm enin, 1990'ların film ve rom anlarında ve yaşam la­
rım ızda önem li bir yeri var. Aslında, öpüşm enin, penisilinin bu­
lunuşundan beri sahip olm adığı bir önceliği yeniden kazanmış ol­
duğunu söylem ek abartılı olmaz.

Bundan sonra, kim ileri birbirleriyle savaş halinde olan değişik uz­
m anlık türlerinin entelektüel alanlarına yaptığım yolculukların tam

13
bir açıklam ası gelecek. İnsanbilim den am our propre’ye,’ bi­
yolojiden Byronvari hırsa, C atullus'tan cunnilingus'a,** kadar
sürekliliği izleyerek erotik imparatorluğun dev ve değişken top­
raklarına vardım. Yol boyunca, Balı Afrika'daki bir orm anda genç
bir goril tarafından, Savoy'da da yaşlı bir maymun tarafından
öpüldüm . Bu bile, benim öpüşm eye karşı tutkulu ilgimi azaltm adı.
M arco Polo gibi, tuhaf öyküler ve halta biraz da ipekle geri dön­
düm.

* ( Fr.) am our propre: saf aşk. (ç.n.)


** (Lat.) cunnilingus: kadınlık organının ağızla uyarılması, (ç.n.)

14
Öpüşmenin doğal tarihi
e
n m aço erkeğin dudakları bile vajinanın dudaklarına çok ben­

e zer. H er ikisi de nemli, iç bölgelere götüren duyarlı


sınırlardır. D udaklar, ağız, dil ve dişler büyük ölçüde çift cin-
siyetlidir. Pek çok am aç için, her iki cinsin de dudakları gerçekten
aynıdır, böylelikle öpüşm ek, benzerle benzerin birleşmesidir.
Ö püşm e eylem i sırasında iki insan biyolojik eşitler olarak iletişim
kurar; öpüşm ek, kadının da erkeğin de aynı aygıtı kullanarak ger­
çekleştirdiği bir cinsel eylemdir.
A m a ağız bir penis olsaydı, her zam an dik olacaktı: yerken, i-
çerken, konuşurken, öpüşürken. Ağız, çölde değil de bedenin Me-
zopotom yası olan yüzde konum lanm ış duyum sal bir vahadır. İlk
insan kültürünün geliştiği eski nehir vadisi gibi, yüz de, duyulardan
F2ÖN/Öpütme 17
akıp gelen bilgilerle dopdoludur. Ö püşm eye başlayınca, sevgilinizi
görür, duyar, kokusunu alır, dokunur ve ladini alırsınız. Sevgilinin
dudağının içini ısırm aya karar verdiğinizde ya da âşığınızın dili si-
zinkiyle oynam aya karar verdiğinde, beynin m esajları, eylem i ye­
rine getirecek kaslara iletilir. İç telefon ağı olan sinir sistem i, mil­
yonlarca sinirsel dürtülerle bedenin bölüm lerini birbirine bağlar.
Öpüşm eyle geniş bir horm on, sinir ve kas dizisi harekete geçer.
Beden ısınır ve cinsel organlar karıncalanır. Ve gövdenin denetim
merkezi olan beyin, parmak uçlarını yavaş yavaş sevgilinin d u ­
daklarında gezdirm ekten dilini dudaklarının arasına sokm aya kadar
yapılan her şeyin içindedir. Seksin kafada gerçekleştiğini söyleyen
o eski klişenin içinde kesinlikle fizyolojik bir doğruluk payı vardır.
Beynin hareket merkezinin büyük bir bölüm ü, çok ince ayar ge­
rektiren dil ve dudak hareketlerine ayrılm ıştır. Yine nazik ve kar­
maşık devinim ler gerçekleştirebilen el ve parm aklarsa beynin daha
az bir bölüm ünü işgal eder. Cinsel organlar daha az yer kaplar.
Tutkuyla öpüşüp cinsel yönden uyarıldıkça beyin akciğerlere
derin derin solum a, kalbe hızlanm a, tükürük bezlerine dördüncü vi­
tese geçm e buyruğu verir. D okunm a ve baskının duyum sal m e­
sajları çok hızlı ilerler -denizaşırı mesaj ileten modem g ib i- o ka­
dar ki, öpüşme anında haz verir.
Yumuşak, küçük öpüşler artık öbür kişinin bedenini araştıran
daha güçlü, açık ağızlı öpüşm eye dönüşür. Bir eşin dili öbü-
riinünkini yokladıkça, sinirsel sinyaller belkem iğine hücum eder,
pankreas, adrenalin bezleri ve karın bölgesindeki sinir uçları ey ­
lem e geçer. A tardam arlarla toplardam arlar, dudaklardan gelen sin­
yallere karşılık verir. Ö püşürken, duyguların, düşüncelerin ve
başka öpüşm elerin gelip giden anıları htzlı patlam alarla yolculuk e-
den sinir m esajlarıdır. Dilin ucunu -n erey e konacağı ya da ne za­
man içe çekileceğini- tam olarak düşünm ek için duraklanm az.
Otom atik pilotta gidilir. Am a isterseniz, tadarken ya da yutarken
yaptığınız gibi, bilinçli olarak dilinizi iter, dilinizin hareketlerini
başlatabilir ve denetleyebilirsiniz.
Sevgilinin uyanan arzularının gözle görülür işaretleri, onun
çıplak teninin görünüşü ve am açlı bakışları heyecanı daha da art-
18
lırır. Koku da öyle. Ferom onlar, arzulam anın en güçlü etkenle­
rindendir ve organların en duyarlısı burun, birkaç bin kokuyu ayırt
edebilir: 10 bin kokuyu ayırt edebilen insanlar var. Kan basıncınız
yükselir, belki de iki katına çıkarken, yüzeye akm eden kan, do­
kunuşlarınızın bedenlerinizi ısıtmasını sağlar; terlersiniz ve bazen
gül rengi bir parıltı oluşur: aşk kızıllığı. H areketsizken dakikada 60
- 80 kez atan kalbiniz şimdi 100'e, 110’a, 120'ye çıkar, heyecan art­
tıkça daha da hızlanır. Artık atardam arlarınız, toplardam arlarınızın
alıp götürem eyeceği bir hızla organlara kan taşır. D udaklarınız
şişer, daha da kabarır. Aynı değişiklikler cinsel organlarınızda da
gerçekleşir. Kadının vajina dudakları açılır ve şişer; klitorisi sert­
leşir. Erkeğin penisine kan hücum eder ve penis sertleşip dikleşir.
Bu, insanbilim cilerin cinsel birleşm e öncesi etkinlik dediği, sek­
sologlarınsa önoyun dediği şeydir; bu. şehvete inananların öpüş­
meyi düşünürken, ondan konuşurken ya da öpüşürken dem ek is­
tediği şeydir.
Tutkulu öptişme, en yoğun orgazm öncesi aşam ada dakikada
yalnızca 6.4 kalori yakar am a kalbiniz tabana kuvvet koşar. Yo­
ğunluk arttıkça nabız da yarışa devam eder, orgazm anında 150'ye
ulaşır, bunu yapm ak isterseniz öpüşerek de becerebilirsiniz. Ya da
beklem eyi yeğleyebilirsiniz.
Bedenleriniz kucaklaşırken, om uz kaslarınızla birlikte sırttakiler
ve boyundakiler de harekete geçer - pek çok başka kas gibi.
Dolaşım , horm on ve kas faaliyetinin bu vahşi senfonisi içinde,
orkestrasyon pek çok sinirsel kadans da içerir. Elbette bu ka-
dansları duyam azsınız. Ama, Paris'te on küsur yıl önce bir müzikli
öpüşm e konçertosu, canlı bir gösteri olm uştu. Konser din­
leyicilerinin üç yüzü gönüllü olarak sahneye çıkm ış, orkestra
şefinin değneğinin tem posuna uygun olarak birbirlerini şapur şupur
öpm üşlerdi. A m a bu canlı gösteri bize öpüşm e üzerine, Annabelle
Dytham 'ın ölüleri incelem esinden daha az bir kavrayış sağlıyor.

K adavralar. Londra Kolej Ü niversitesi'nin tıp okulunun bod­


rum unda tutuluyor ve çalışm alar soğuk beyaz fayanslarla kaplı bir
19
odada yapılıyor. B eyaz önlüğünü bluciniyle süveterinin üzerine
giyen yirmi yaşındaki tıp öğrencisi, yetmiş yaşlarındaki bir ölünün
yüzünü dikkatle kesiyor. D udakların anatom isinin anahtarı pe­
şinde, bıçağıyla kası kat kat kesiyor. G ray's Anatom y kitabından,
dudakların, herkesin bildiği ya da bilm iş olduğu gibi, büzülüp
öpüşen iki orbicularis orbis kasından oluştuğunu biliyor. Ama bir
çift dudağı, ardından da öbürünü kestikten sonra, A nnabelle
Dytham düşünm eye başlıyor.
İnsanın bireyselliği hiç de sığ değildir. İki kalp tam am en benzer
değildir, iki çift dudak aynı değildir. Otuz çift dudak kestikten son­
ra, Annabelle kendine güvenerek, anatomi kitaplarının gerçekleri
tam olarak yansıtm adığını söyleyebilecekti. Dudaklar, bol m ik­
tarda sinirle beslenm iş esnek dokuların aralarına serpiştirildiği kas
liflerinden oluşm uştur. Bu biliniyor. Am a dudakların hareketleri
daha önce düşünüldüğünden çok daha karm aşıktır. Bir öpücük, iki
kasın basitçe kasılm ası değildir; dudaklar öpm ek üzere büzül-
düğünde, kese bağlarının art arda çekilm esi gibi gerilirler. B il­
gisayar görüntüleri, plastik cerrah G us M cGrouther'ın ekibinin
genç üyesi D ytham 'ın bıçağıyla ortaya çıkardıklarını kısa bir süre
sonra doğrulayacaktı.
Onarılm ış ve yeniden yapılm ış dudaklar, yapıları yeterince bi­
linm ediği için, öpüşürken güçlük çeker. Bu nedenle, dudakları ye­
niden yapan M cG routher, dudakların ve ağzın yapısı üzerine de­
rinlem esine bir araştırm a yürütüyor. D udaklar üzerine konuşm aya
başlayana kadar kibarca m etanetini koruyor. Sonra büyülenm işliği
büyüleyici bir hale geliyor: "Kimse heykellere dudakları için bak­
maz. Dudakların güzelliği hareketlerindedir," diyor. "En ünlü ka­
dın oyuncuların bile dudakları hareket ederken güzeldir." O ve
öğrencileri B eckett'in, on bir buçuk dakikalık, tek bir kadın o-
yuncunun oynadığı Ben D eğil adlı oyununu videodan sesi kapalı o-
larak izliyorlar. Bütün görebileceğiniz, gölgeler içinde bir figür ve
oyuncunun oynayan ağzı.
M cG router ekibi, ağız hareket halindeyken derinin altında olan­
ların ilk hareketli görüntüsünü gerçekleştirdi. B aşkalarıyla birlikle
Annabelle D ytham ’ın dudaklarını da öpüşürken gösteren bu m an­
20
yetik rezonans görüntüsü (M RI) kasları hareket halinde göste­
riyordu. B ilgisayar ekranına yansıtılan görüntü, kasların kese
bağlarının çekilm esi gibi hareket ettiğinin tam olarak görülebilm esi
için hızlı bir biçim de ileri alınabiliyor, kare kare izlenebiliyor ve
hatta geri alınabiliyordu. "Bu bizim , yüzün nasıl bir makine gibi
çalıştığını daha iyi anlam am ızı sağlıyor," diye açıklıyor M cGro-
uther.
Ö püşm e, gerçekten çok karm aşık bir hareket. T utkuyla öpü­
şürken, başınız öne doğru eğilir, birbirinizin burunlarından ka­
çınm ak için başlarınızı yana eğer, boyun ve sırt kaslarınızı harekete
geçirirsiniz. Kafatasındaki tek hareketli kem ik çene ve otuz dört
yüz kasının hepsi birden oyuna girer. Ve bu gerçek bir öpüşm eyse
ve tutkuluysa, M cG routher diyor ki, "B edendeki her kas kullanılır;
kollarınız öbür kişiye sarılm ak için, boyun, sırt ve om uz kaslarınız
gerilir, ve öyle devam eder."
Elektrik çarpm ası gibidir ve öyledir de. İnsanların dudaklarına
ve yanaklarına elektrotlar yerleştiren ekip, öpüşm e sırasında bütün
yüz. kaslarının liflerini oluşturan iki sinir boyunca beyinden gelen
elektrik akım larını izlediler. Ö püşm enin elektrikli olm asının bir ne­
deni de dudakların sinirlerle dolu olm ası ve beynin yüz sinirleri d e­
posundan gelen elektro-kim yasal etkinliğin aşırı yoğunluğudur. Bir
başka nedense, dudakların duyarlı derisinin derinin öbür bölüm ­
lerinin üst katm anlarından çok daha ince olm ası ve yapısal olarak
asıl deriyle ağzın içini kaplayan nemli m ukozanın tam ortasında
yer alm asıdır.
Dil duyusal alıcılarla dolu bir dokunm a organıdır. Ağ gibi kas­
ları öpüşürken onu uzatm anızı ya da kısaltm anızı ve her yönde ha­
reket ettirm enizi sağlar. Boyun ve çene kasları dile çok yönlülük
kazandırır. Ö rneğin, boyundaki styloglossus kası dilinizi yukarı
kaldırm anızı sağlar. Bizim kültürüm üzde, dudağın ucundaki dil
şehvetli bir çağrı olarak algılanır; diller, kural olarak, saklı tutulur.
Dudakların tersine.
D udakların ideal biçim i, bir ceket tasarım ı gibi bir m oda m e­
selesidir. Sessiz filmlerin kadın başrol oyuncularından Clara
Bow ’un dudakları yay gibiydi. G arbo'nunkilerse inceydi. Öpü-
lebilirlik bakanın kafasındadır. Tutkulu, ıslak bakış, uzun zam an
dernier eri' idi: M arilyn M onroe'nun dudakları M ick Jagger'ın o-
lağanüstü dudaklarından çok farklı değildi. İri ve etli dudaklar.
Joan Craw ford, D iana Dors ve Jane Russell'ınkiler de çok ben­
zem ez değildi. Ama karikatüristler Britanyalı politikacı M ichael
Portillo'nun koca dudaklarını çizdiler: çok ıslak bir görüntü. Julia
Roberts'in şiş dudakları çok uzun bir süredir pek gözde. Ö zel B ir
Kadın filminin yıldızının "an sokmuş" ve Paris dudakları olarak da
bilinen şehvetli dudakları çok pahalı olm ayan bir kolajen tak­
viyesiyle herkesin olabilir. A m a bu dudakların başkalarının du­
daklarından daha iyi öpüşeceğini düşünm ek için bir neden yok.
Ö püşm ek, onun için donanım lı doğduğum uz ve doğm adan önce
nasıl yapılacağını bildiğim iz bir şey.

Altı haftalık ve 120 m ilim etre uzunluğundaki bir insan cenininin


dudakları, alt ve üst çenesi ve oldukça belirgin bir ağzı vardır. Dil
filizlenmeye başlar ve yirmi süt dişi dişetlerinin içindedir. Bir ce­
nin üçüncü ayında ağzını açabilip dudaklarını birbirine bastırabilse
de onları büzem ez am a bu m em e em m eye başladığında bebeğin
nasıl yapacağını bilmesi gereken bir şeydir. B ebekliğinizde bes­
lenmek için, bugünse öpüşm ek için kullandığınız em m ek, yutm ak
ve tutmak için gereken bütün biyolojik yetenekler doğum dan önce
gelişir. M ekanik olarak konuşm ak, öpüşm ek hemen hemen meme
em m ekle aynıdır, benzer üç refleks kullanılır.
D oğum dan önceki haftalarda ceninlerin ellerini em dikleri
gözlenm iştir, o kadar ki bazen elleri su toplar. Bebek doğduğunda,
em m e hareketlerini yapm ak üzere program lanm ıştır ve hemen em ­
m eye çabalar. İster K alahari'de, ister C anterbury'de, ister C o­
lorado'da doğsun, ilk kez soluk alan bir bebek ağız hareketleri yap­
m aya başlar, ağzını açıp kapar ve alt çenesini kım ıldatır. Pek çok
Batılı bebek gözlem lendi ve H arvard Ü niversitesi insanbilim cileri
1969 yılında Kung B uşm anları'nın sözlü tarihini incelem eye gel-

’ (Fr.) dernier eri: son moda, (ç.n.)

22
diklerinde, geleneksel toplum da yaşayan Nisa, onlara bebeğinin ilk
dakikalarım anlattı.
N isan ın , kendilerine Zhun/lwasi "gerçek insanlar" diyen halkı.
Kalahari Ç ölü'nün kıyısında yaşıyordu. Nisa, uzak bir bölgede ilk
bebeğini doğurduğunda ona yardım edecek kim se yoklu. Doğumun
ardından Nisa ne yapacağını bilm iyordu am a bebek biliyordu:
"Köyden ayrılırken kim seye bir şey söylem edim . Kızım doğduktan
sonra orada öylece olurdum . Aklım başım da değildi. Bebek orada
yatıyor, kollarını hareket etLiriyor, parm aklarını em m eye çalışı­
yordu." m em eyi bulana kadar.
Tek hücreli bir hayvan gibi, yeni doğm uş bir bebek neredeyse
yalnızca ağızdan ibarettir. Yaşam , öncelikle meme em m ek ve
dünyayı tatm aktan oluşur. Bebeğin dörtte birini başı oluşturur. Y e­
tişkinlerdeyse bu oran sekizde birdir. B ebeğin yanağına do­
kunulduğunda, hem en öbür tarafına dönüp küçük, hızlı, ani ha­
reketlerle m em e ucunu aram aya başlar. Bu. aram a refleksidir.
Aram a eylem i, m em e ucuyla, m em eyle ya da yalnızca parmakla
bebeğin yanağına dokunm akla başlatılabilir. Bebeğin tepkisi, sizin
olduğunuz yöne başını çevirip dudaklarını aralam ak olur. Hay-
vanbilim ci D esm ond M orris B ebek Bakım ı kitabında, annenin bunu
memesini bebeğe verm eden önce yapm ası durum unda, bebeğin
beslenm eye hazır hale geldiğini ve m em e ucunu ağzına alacağını
söyler. Bunu sevgilinizle deneyin. Dudaklarını aralayıp arzu nes­
nesine yönelecektir.
M em eleri çıplak olan annenin m em eyi tutan bebeğinin açıkça
heyecanlandığını fark etmesi gibi, sevgili de heyecanlanacaktır.
Bebek annesini koklar; sevgili sevgiliyi koklar. Doğum uzmanı
Sheila K itzinger, "Bebek aram aya başladığında, öne eğilip onu m e­
meye doğru kaldırm a ve em m e refleksini harekete geçirme anı gel­
miştir", diyor. "B ebek, çoğu zaman bir süre mem e ucunu ya­
lam aktan hoşlanır. Sonra, ağzı açılır, anne m em e ucunu içeri iter ve
bebek em m eye başlar, ilk başlarda belki biraz dener gibi am a sonra
giderek aratan bir güven ve beceriyle yapar bunu."
Ve de aç olduğu için değil. Bebek mem e em er çünkü bebekler
böyle yaratılm ıştır. Kam ışla bir içecek içm ekten farklı olarak, b e­
23
bek em erken mem e ucuna yapışır. Bebek, ağzının derinliklerine
sokulm uş mem e ucuyla çevresindeki bölgeyi kavrar, ağzının ta­
vanıyla dili arasında tutar ve ritm ik olarak emer. (Bu baskı sülün
meme ucundan akm asını sağlar.) Aynı em m e eylem i ağız ağıza, dil
dile derin öpüşm ede de gerçekleşir. Başparmağınızı em in, ne de­
mek istediğim i anlayacaksınız. Am a en iyisi, bunu sevgili bir ar­
kadaşınızla deneyin.
M eme em en bebek m em e ucunu kökünden geriye doğru alır ve
dişetleriyle çiğner, böylece sütü ağzına iter. Biberondan beslenen
bebekse, önceliğin em m e eylem inde olduğu, biraz farklı bir
yöntem kullanır. Öpüşme biçim iniz m emeyle mi, yoksa biberonla
mı beslendiğinizi ele verir. Bir doktora öğrencisi, iki ayrı biçim de
beslenm iş iki yetişkinin öpüşm e yöntem lerindeki farklılıklar
üzerine bir tez hazırlamalı. Bir bebeğin iyi bir öpüşm eci ol­
masındaki etkenleri tam olarak bilebilm ek büyük bir olasılıkla
yıllar süren, etik dışı bir araştırm a gerektirir. Çünkü, insanların
yaptıklarıyla ilgili söylediklerine güvenilem eyeceği bilinen bir şey­
dir ve araştırm acı, önceden ayarlanm ış kontrollü öpüşm e se­
anslarında yüzlercem izlc öpüşm ek zorunda kalabilir. Ya da belki
de bu bir m akineyle yapılabilir. 1930'larda M ax Factor sabit rujları
denem ek için bir makine yapm ıştı, çünkü bu am aç için kullanılan
işçiler işlerinden çabucak sıkılıyorlardı.
Bebeklerin, süt gereksinim inden ayrı olarak belli ölçüde em m e
gereksinim leri vardır. G ençlerle yetişkinler aynı ölçüde öpüşm eye
gereksinim duyar mı? Ve öpüşem ezsek, bu gereksinim i başka ağız
hareketleriyle mi karşılıyoruz? Çok mu konuşuyoruz? Çok mu yi­
yoruz? Sigara mı içiyoruz? 19. yüzyılın sonlarında yeiim evlerinde
büyüyen çocukların çoğu yaşam a sevinçlerini yitirip çocuk ma-
rasm usu denilen, sözlük anlam ıyla "eriyip bitme" hastalığından
öldüler. İstedikleri zam an değil, belirli zam anlarda besleniyorlardı
ve neredeyse hiç öpülm üyorlar, kim se onları kucaklayıp bağrına
basmıyordu. 20. yüzyılda yapılm ış ve ruhbilim kitaplarına da gir­
miş gaddarca bir deneyde, günde üç kez kucaklanan prem atüre be­
beklerin güçlendiği, dokunm adan ve dokunm anın ilettiği duygusal

24
m esajlardan yoksun bırakılan bebeklerin iki kat kilo aldığı göz­
lendi.
A ğza bir şeyler almak kendim izi korum a, yaşamı sürdürme
güdüm üze bir örnek oluşturabilir - ağzım ıza ne kadar çok şey a-
tarsak, bunların bazılarının yenebilir olm a olasılığı da anar. Ama
bu, bağlanm a, birisine yakın olm a ya da ikinci en iyi olarak, bir
şeye yakın olm a güdümüzün bir örneği olabilir. Büyük bir o-
lasılıkla da kısmen, bilme güdüm üzdür - bilm e güdüsü Adem'le
Havva'nın başına bir sürü iş açm ış olsa da horııo sapiens'ı yok ol­
maktan kurtarm ıştır.

Öpüşm ek, açık bir içgüdüdür. Bunun ne anlam a geldiğini anlam ak


için neredeyse 100 yıl geriye, Pavlov'un köpeklerine gitm em iz ge­
rekir. Ivan Pavlov 1904 yılında, köpeklerin zil çalınca salya
akıtm aya koşullandırılabileccğini göstererek N obel fizyoloji ödülü­
nü kazandı. Zil önce yiyecek getirilince çalıyordu; köpekler zille
yiyecek arasında bağlantı kurmayı öğrendiler. D aha sonra yiyecek
getirilm ese bile ağızları salyalanm aya başladı. O günden beri, W at-
soncular, Skinnerciler ve öteki deneysel ruhbilim ciler, insan dav­
ranışlarının büyük bir bölüm ünün öğrenilm iş olduğunu "ka­
nıtlayan" veriler topladılar.
İçgüdüleriyle davranan maymun yavrusunun tersine, insan yav­
rusunun geçm işinin tem iz olduğu düşünülür. M emeyi em er, haz
duyar ve annesini "sevmeye" koşullanır -ö ğ r e n ir - çünkü haz veren
odur. İçgüdü değil, sevgi değil, ödül ve cezadır insan yaşam ını de­
netleyen tanrılar. Bu, şekerlem eye karşılık sevgi, çıkar karşılığı
sevgi olarak bilinir. Bunun savunucuları psikanalizin saçm alık ol­
duğunu düşünür ve insanın evrim inin biyoloji/içgiidü/doğaya karşı
kültür/öğrenm e/yetiştirm enin zaferi olduğunu öne sürerler.
Y aradılış ve yetişme arasındaki çekişm enin hızı sonunda ke­
sildi. 1958 yılında, psikiyatr John Bowlby, Konrad Lorenz ta­
rafından temeli atılan o dönem in yeni bilim dalı elolojiyi tar­
tışm aya soktu. Hayvan (ve insan) davranışlarını doğal ortam larında
inceleyen etoloji bilimi, davranış biçim lerinin fiziksel özellikler gi­
25
bi, doğal ayıklanm ayla gerçekleşen evrim yoluyla ortaya çıktığı
görüşünden kaynaklanır. Bowly, bebeklerin annelerini sevmeyi
öğrenm eye gereksinim leri olm adığını, onların birisine, annelerine
ya da bir başka yetişkine bağlanm ak üzere genetik olarak prog­
ram landıklarını savlıyordu. Bir insana bağlanm a eğilim ini, "nıo-
notropi" olarak adlandırm ıştı.
Kısa bir süre sonra bağlılık kuramcıları olarak anılm aya
başlanan Bowlby ve ekibi, çok sayıda annenin ve bebeğin bir-
birleriyle ilişkisini gözlem lediler. Bağlılık, diyordu Bowlby, belki
de yaşam ı sürdürm ek için gereken beslenm e ve ürem e içgüdüleri
kadar önemli bir içgüdüdür. Kültürüm üzün en yaygın cinsel dav­
ranışı art arda tekeşlilik olduğu için -beb eğ in bağlılığına koşut ya
da onun bir türevi o la ra k - insan, bir ilişki ya da evlilik süresince e-
rotik öpüşm eyi belirli bir kişiyle yaşar. Bow lby'ye şöyle bir ek­
lemede bulunulabilir: Çoğu yetişkinin tutkulu öpüşm esi mo-
nolropiktir. Ve büyük bir olasılıkla, aynı nedenden ötürü beslem ek
ve bağlılığı sürdürm ek de böyledir.
Lorenz gibi Bow lby de yaratılış ya da yetişm e konusunun ilgiyi
dağıtm ak için öne sürüldüğünü düşünüyordu. İnsani olan hemen
hemen her şey, hem yaratılış hem de yetiştirilm eden kaynaklanır.
Bu görüş, yeni bir Ortodoksluk haline geldi; bugün bir iki piskopos
tarafından bile destekleniyor. G elişm iş hayvanların pek çok et­
kinliği açık içgüdülerdir ve hem öğrenilm iş, hem de doğuştan un­
surlar içerirler. Öpüşm ek de bunlardan biridir. Bir kapalı içgüdü o-
larak her arının her zaman aynı biçim de yaptığı bal dansından
farklı olarak, öpüşm ek geliştirm e eğilim i içinde olduğum uz bir ey ­
lemdir. A çık içgüdülü hayvanlarda deneyim -y e tiştirilm e - önem
taşır. Açık içgüdüler, genetik olarak program lanm ış ve öğrenm eyle
doldurulan taslaklardır. D aha karm aşık, daha zeki yaratıkların ge­
nel program lanm ası daha ileri boyutlardadır ve bütün ayrıntılarıyla
gerçekleşm em iştir. İnsanın şarkı söylem esi, çocuk bakm ası ve
öpüşm esi böyle gerçekleşir. Em m e yeteneği, onu öpüşm eye dönüş­
türecek sinyali bekler.
Bebek, meme em m eye başladıktan kısa bir süre sonra, öteki du­
yularıyla daha da iyi algılam ak, ılık dokunuşun ve em işin güzel
26
ödülü üzerinde yoğunlaşm ak için gözlerini kapatır. Derken, bir
süre annesine bakar ve anneyle bebek arasındaki bağ, tekrar tekrar
gözün ve ağzın eşzam anlı şöleniyle güçlenir. Bebek için, çoğu za­
man kafasından büyük olan m em e haz dünyasıdır - işin gerçeği,
dünyadır. Bu, unutam ayacağım ız bir deneyim dir. Arthur Ko-
estler'in Giin O rtasında Karanlık adlı eserinin kahram anı, "şam ­
panya kadehine sığan karbeyaz m emeleri" düşünür sevgiyle; Philip
Roth'un M em e adlı eserinin kahram anıysa, erotik haz arzusu bir
saplantı haline gelen dev bir mem eye dönüşür. Bazen tek memesi
çıplak gösteri yapan yazar ve m üzikhol şarkıcısı Coletle'e göre, süt
veren m em eyle erotik olan arasındaki bağ yetişkin yaşamda da
sürer. Bir biyografide, sütannesiyle arasında geçen bir konuşmayı
anım sar: "Bazen Adrienne gülerek bana derdi ki, 'ben seni sütümle
besledim .' O kadar kızarırdım ki, annem neden kızardığımı öğren­
mek için yüzüm ü incelerdi. Bu keskin, çelik gibi ve lehditkâr ba­
kışlardan, bana işkence eden görüntüyü, A dricnne'in m enekşe renk­
li, sert uçlu mem esini nasıl gizleyebilirdim ?"

Ö zellikle arzuyu letikleyen şey, insandan insana farklılık gösterir:


Hepim izin tercihleri ve fetişleri var, bazılarım ız, bedensel ya da
duygusal darbelerden dolayı uyarılam ayabiliriz. Ama, cinsel u-
yaranlara tepki verm e yeteneği evrensel b ir insan özelliğidir. Beş
duyum uz, beyin tarafından erotik olarak yorum lanan m esajlar al­
gılar ve bütün duyular öpüşürken etkin durum a gelir. Dokunma,
genel olarak en güçlü fiziksel cinsel uyarım etkenidir.
Bütün cinsel davranışlar gibi, öpücük de birbiriyle etkileşen üç
gücün -b iy o -lo jik , ruhbilimsei ve to p lu m sal- bir sonucudur. Bazı
uzm anlar son ikisinin biyolojik gücün açılım ları olduğunu sav­
lıyorlar. Ama dürtünün kaynağı ne olursa olsun, pek az uzman
öpüşm eye iten güdünün açken hissedilen yem e arzusu kadar yoğun
olabileceğini inkâr edebilir.
K endim izi iyi hissetm ek için, bir bebeğin belli m iktarda meme
em m eye gereksinim i olması gibi belli m iktarda öpüşmeye ge­
reksinim duyabileceğim iz bana çok m üm kün geliyor. Öpüşme,
27
vücudun doğal afyonu olan endom orfini tetikler. Ö püşm e, endo-
morfin uçuşuyla sonuçlanır. Annenin öpücüğü de bu kim yasalların
vücuda hücum etm esini sağlayabilir. Koşm ak ve âşık olm ak da
böyledir, her ikisi de bağım lılık yapar.
Ve öpüşerek orgazm a ulaşırsanız, yoğun bir oksitosin hormonu
salgılam m ı gerçekleşir. M em e verm ek de bu hormonun düzeyini
artırır. O ksitosinin neler yaptığını bulm ak için bilim adam ları or­
gazmın eşiğindeki erkeklerde bu hormonun salgılanm asını yapay
bir biçim de engellediler. Erkekler orgazm oldular am a o kadar da
haz duymadılar. O halde, yoğun orgazm zevki oksitosin uçuşu o-
labilir mi? Bir olasılıkla. Amerikalı biyolog Simon LeVay, Cinsel
Beyin adlı yapıtında, em in olm ak için daha fazla araştırm aya gerek
olduğunu söylüyor. O ksitosin, uyarılm a ve hazzın tem elini o-
luşturan endom orfin sistem i tarafından denetlenir.
Tutkuların coşm ası -cazib ey e k ap ılm a- beyni hızlandıran se-
rebral fenilelilamin olan doğal am fetamin PEA 'yla bağlantılı
görünüyor. New York Eyalet Psikiyatri Enstitüsü'ndcn Psikiyatr
Michael Liebowitz, bu aşın m utluluk halini, beyin PEA tarafından
uyarıldığı zaman hissettiğim izi savlıyor. Öteki kim yasallar da et­
kenler arasında sayılıyor am a bulm acanın bazı parçaları henüz bu­
lunabilm iş değil. 1995 yılında, testosteron horm onunun daha önce­
leri düşünüldüğü gibi yalnızca saldırganlık duygularına değil iyi
hissetm e duygularına da katkıda bulunduğunu ileri süren bir bilim ­
sel çalışm a N ew York Times'a manşet oldu. H er iki cinsin de vücut­
larında bulunan (kadınlarda daha az) ve erkeklik hormonu denen
testosteron, insan cinsel yönden uyarıldığında artar. Ö püşm ek, bu
yardım sever hormonu telikleyen ana etkenlerden biri olabilir.
Bilimadamları, öpüşm enin beden tuzunun ya da derideki bezler
tarafından salgılanan ve özellikle dudakların iç kısm ında çok yo­
ğun olan sebum denilen yağın değiş tokuşu olabileceğini söylü­
yorlar. Sebum, bazı kuşlarda olduğu gibi bizim de anne babam ız
ve sevgilim izle ilişki kurm am ıza yardım cı olabilir. Çiftleşm e sıra­
sında kuş besinleri çiğner, sonra öperek besler, yiyeceği istekli
m üstakbel eşin ağzına iter, birleşirler ve yavruları olur. A m a bir
kuşun yağ bezleri çıkarıldığında, yani sebum olm adığında eş uçup
gider.

28
Ö püşm ek dişlerim ize de iyi gelir. Ö püşm e beklentisiyle a-
ğızdaki tükürük artar ve dişler plakları dağıtan bir banyo yapm ış o-
lur. Ö püşürken ya da öpüşm eyi düşünürken, tıpkı açken güzel bir
yem eği düşündüğünüz zam anlardaki gibi ağzım ız sulanır. Bu
tükürük banyosu dişlerin çürüm esini önleyen, önem li bir etkendir.
Çiklet ya da m eyve çekirdeği de gerektiğinde tükürüğün artmasını
sağlar am a günde bir öpüşm e sizi dişçiden kurtarır.
Bir zam anlar, ağız ağıza öpüşm eyle iki âşığın ruhlarının da ka­
rıştığına, nefes değiş tokuşunun erotik olm asının yanı sıra ruhsal da
olduğu düşünülürdü. G erçekte âşıkların karıştırdıkları şey du­
yum sal izlenim leri, tükürük ve sebum dur. Belki de bir öpüşmenin
bugüne kadar okuduğum en az duygusal ve en canlı edebi ta­
nım lam ası Hubert Selby Jr'nin 40 yıllık rom anı B rooklyn'e Son
Çıkış' tadır:

Harry. gömleğinin düğmelerini çözen Alberta'yı izliyor, onun par­


maklarının hafif baskısını hissediyordu. Tam herifleri ve onu şimdi
böyle görseler neler diyeceklerini düşünecekken alkol bu düşünceyi
kolayca silip attı ve gözlerini kapatıp kendini Alberta'nın yakınlığının
keyfini çıkarmaya bıraktı.
Alberta çok yakınındaydı, bir eliyle hafifçe omzuna bastırıp ona ba­
kıyor, elini omzundan boynuna kaydırıyor, yüzüne, gözlerine bakıyor,
tepkilerini gözlüyordu.
Alberta'nın yüzü cilalı balmumu gibi parlıyordu, uzun saçları
düzgünce taranmıştı...Harry', Alberta'nın elini boynunda hissetti...onun
elini bacağına koyan Alberta boynunu, ağzını öpüyor, dilini Harry’nin
ağzının içine kaydırıyor, onunkini arıyor. Harry dilini arkaya doğru
kıvırırken Alberta onun dilinin kökünü kendi diliyle okşuyor.
Harry'nin dili yavaşça kıvrılıyor ve Alberta'nın dilinin üzerine ka­
panıyordu...Alberta'nın salyası dilinin ucundan Harry’nin diline akıyor,
Harry bacağını kavrarken Alberta kıvranıyor, Harry'nin ağzının emdiği
tükürük damlalarını neredeyse hissediyor, Harry'nin dilinin ağzında
saplandığını hissediyordu...Harry'nin dilini emiyor, kendi dilini em­
diriyor, başını onunkine sürtüyor, elini onun kaslı sırtında gezdiriyor;
yavaşça başını arkaya atıp onun başından uzaklaştırıyordu. Harry onu
kendine çekip dudaklarını emiyordu...Haydi, sevgilim. Alberta onu pe­
nisinden çekip yatak odasına götürüyordu.
Harry yatağa atlıyor, dönüyor ve Alberta'yı öpüyordu...

29
Birbirlerine ilk baktıklarında ve öpüşm e öncesindeki yoğunluğa ve
karşılıklı hareketlere dikkat edin. Bunun bir öykünm e olm ası, i-
kisinden birinin travestiliği ya da H arry'nin bir erkekle ilk yatışı ol­
ması hiç önem li değil. İnsan böyle öpüşür.

30
с
Q I ıllarca, Japonların öpüşm ediği sanıldı am a bu yanlışlı. Hatta,
^ Japonların çoğu öpüşm enin A vrupalılar tarafından öğretil­
diğini sanırlar. Bu doğnı değil. O rtaçağ'dan kalm a bir elyazm ası
m etin, Japon erkeklerini uyarıyor ve kadının orgazm a ulaştığı sıra­
da şiddetli öpülm em esi gerektiğini, çünkü coşkunun doruğundaki
kadının yanlışlıkla sevgilisinin dilinden bir parça koparabileceğini
yazıyor.
Ö püşm e, cinsel birleşm eye giden yolda b ir lezzet istasyonu o-
larak görüldüğü için bugün Japonya'da b ir rahatlık ya da toplum sal
öpüşm e yok. Ö püşm e, sokakta yapılabilen bir şey değil. Eldivenli
işadam ları başlarını eğer. Televizyondaki haber yorum cuları bile
izleyicileri başlarını eğerek selam lıyor. Bir Japon kadınla evli Bri-
F3ÖN/0pöşme 33
lanyalı yazar Tony Parsons, "Yabancılara kendo* değneğiyle do­
kunulm az," diyor. Tony, "Japonların öpüşm ediğini, bunu cinsel bir
önoyun olarak gördüklerini" Y uriko'yla hemen hemen iki yıl flört
ettikten sonra anlam ış. Am a m üstakbel kayınpeder ve ka­
yınvalidesiyle tanışm ak üzere Japonya'ya uçtuğunda uçuş ser­
semliği içindeym iş ve m üstakbel kayınpederinin eğilm esine ve na­
zikçe gülüm sem esine sarılm a ve öpm eyle karşılık verm eye
kalkışm ış. Parsons, "Buna bugün gülebiliyoruz", diyor.
Bir samuray ailesine m ensup Japon kadınla evlenen ve 1896'yla
1903 yılları arasında Tokyo'daki İm paratorluk Üniversitesi'nde
ders veren Lafcadio Hcarn, B alı'ya ilk Bilinm eyen Japonya'dan iz ­
lenim leri verdi. "Japon kadınlarının, bütün dünyadaki kadınlar gibi
yavrularını ilk zam anlar öpüp onlara sarıldıkları gerçeğini hariç tu­
tarsak," diye yazıyor Lafcadio H earn, Japonya'da "öpüşm ek ve sa­
rılmak kesinlikle sevgi göstergesi olarak bilinm iyor. Bebeklikten
sonraysa, (öpüşm ek) çok iffetsiz sayılıyor." (İtalikler bana ait.)
Yani öpüşm eyi bilm iyorlar. "Sevgi", diye devam ediyor H earn, "en
çok aşırı bir kibarlık ve yakınlıkla gösteriliyor."
Belki de yalnız oldukları anlar dışında.
"Jestler," diye açıklıyor bir kültür tarihçisi, "aslında, doğadan
kültüre, örneğin vücuttan (cinsiyet, duygular) davranışa geçişe o-
lanak veren aracılardır, sonuncusu kolektif zihniyetlerin ile­
ticisidir". Japonya anlaşılm az değil, yalnızca tedbirli. Kendi dav­
ranış biçim leri var, bizim gibi.
Başka kültürlerdeki öpüşm em eye ilişkin raporların çoğu zaman
yanlış olduğu ortaya çıkıyor. Ö püşm enin yabancılarla konuşul­
mayan bir şey olduğu toplum larda, yerel halka öpüşm e soruldu­
ğunda, yokm uş gibi karşılık alınıyor. Belki de, T robriand A dalılar
gibi, insanbilim cilerin gösterdiğinden ya da tanım ladığından farklı
bir şey anlıyorlar.
İnsanbilim ci B ronislaw M alinow ski 1920'lerde Trobriand A da­
ları halkının hiçbir zam an öpüşürken görülm ediğini ve Batıkların
kapalı dudaklarını birbirlerine bastırm aktan zevk alm alarına
güldüklerini rapor etm işti. M alinowski, önceleri Trobriand Ada-
* kendo: Japonya'da bambu çubuklarla oynanan bir tür eskrim, (ç.n.)

34
Iıların öpüşm eyi bilm ediklerini düşünm üştü. D aha sonraysa asla
basitçe öpüşm ediklerini ya da yalnızca öpüşm ediklerini keşfet­
mişti. Ö püşm ek yerine, tenha bir yerde yalnız olan iki sevgili so­
yunup oturuyor ya da uzanıp yatıyor ve birbirlerini okşam aya
başlıyor, diye yazıyor M alinowski Vahşilerin Cinsel Yaşamla-
n 'nda. Y anak yanağa, dudak da dudağa sürtülüyor.

Yavaş yavaş okşamalar daha tutkulu hale gelir ve sonra ağız tamamen
etkin duruma geçer; dil emilir ve diller birbirine sürtülür; birbirlerinin
alt dudaklarını emerler ve dudaklar kanayana kadar ısırılır, tükürük a-
ğızdan ağıza akar. Yanakları ısırmak, burnu ve çeneyi kapmak için
dişler serbestçe kullanılır. Burada capcanlı bir abartıyla her yer-
dekinden daha fazla rastlanan aşk büyüsünün formülünde, "kanımı iç.
saçımı yol" deyimleri sık sık kullanılır. Ortalama Avrupalı'nm pek az
anlayış gösterebileceği bir başka sevişme unsuru da kirpiklerin ısırılıp
kopartılmasıdır.

M alinow ski, adalıların "kendi kendine yeterli bir etkinlik olan c-


rolik okşam alara düşkün olm adıklarına", oysa, öpüşm enin onlar i-
çin "sevişm enin, tam bedensel birleşm e gerçekleşm eden önce uzun
süren bir aşam ası olduğuna" inanm ıştı.
Y alnızca birkaç Afrika halkı öpüşm eyi gerçekten iğrenç bu­
luyor. K adınların dudaklarına halkalar ya da başka sakatlayıcı
nesneler takm ak ya da hâlâ yaygın uygulam alar olan kadın
sünnetiyle sonuçlanan kadın cinselliğini dizginlem ek gibi, şu ya da
bu kültürel nedenler yüzünden bazı toplum larda bu uygulama yok
olmuştur. Ve hatta öpüşm enin kabul edilm ediği bazı toplumlarda
insanlar eşlerinin yüzünü yalarlar, em erler, ovarlar, çim diklerler,
yüzüne üflerler ve vururlar.
Doğal ve sağduyulu bir üslupla, K am a Sutra, hepsi birbirinden
ilginç, otuzdan fazla öpüşm e biçim i sayar; "Sevgililerden biri di­
liyle ötekinin dişlerine, diline ya da dam ağına dokunursa," der ki­
tabın 5. yüzyılda yaşam ış Hindu y azan V atsyayana, "buna 'dillerin
kavgası' denir." Ö pülecek yerlerse şunlar: "alın, gözler, yanaklar,
boğaz, göğüs, m em eler, dudaklar ve ağzın içi"; ayrıca uyluk ek ­

35
lemiyle kollar ve göbek.
Kam a sözcüğü arz.u dem ek. Stara ise bir nazım biçimi, sone ya
da limerik gibi. Sanskrilçe seks kılavuzunda öpüşme dört yoğunluk
derecesi ve dört biçim de sınıflanıyor. Öpücükler, bedenin öpülen
yerlerine göre, orta derecede, sıkıştırarak, bastırarak ve yum uşak
olarak değişir; bedenin farklı bölüm leri için uygun öpme biçimleri
vardır. Dört erotik öpüşm e biçim inin arasında yalnızca sonuncusu
olan kuvvetle bastırarak öpüşm e bize yeni bir şey öğretebilir. "Diiz
öpüşm e"de, iki sevgilinin dudakları birbiriyle doğrudan temas e-
diyor. "Eğimli öpüşm e"de, öpüşm enin etkisini artırm ak için başlar
birbirine doğru eğiliyor. "Çevirerek öpüşme"de. biri ötekinin başını
ve çenesini tutarak kendine doğru çeviriyor. "Bastırarak öpüş-
me"de, alt dudağa şiddetli biçim de baskı yapılıyor. Bu en iyi bi­
çim de, "kuvvetle bastırarak öpüşm e"yle yapılıyor, sevgilinin alt
dudağı iki parm ak arasına sıkıştırılıyor ve dil dudaklara değdiril­
dikten sonra dudaklar dudaklara iyice bastırılıyor.
V atsyayana eğlenceli, ufak bir bahis öneriyor: önce kim öte­
kinin dudaklarını kendi dudaklarının arasına alacak. Bahsi kadın
yitirirse ağlar gibi yapıp erkekten uzaklaşm alı, kızmış gibi yapıp i-
kinci bir fırsat istemeli. E ğer yine yitirirse, daha da üzülmüş gibi
yapm alı ve sevgilisi savunm asızken ya da uyurken onun alt du­
dağını yakalam alı, dişleriyle sıkıca tutm alı ve sonra gülm eli, bağı­
rıp çağırm alı, onu alaya alm alı, ya da hoplayıp zıplaınalı ve kaşla­
rını çatarak, gözlerini devirerek şakacı bir biçimde ona her isledi­
ğini söylem eli. Vatsyayana'nın bundan daha iyi fikirleri de var.
K am a Sutra'nın altın kuralıysa şu: "Bir sevgiliye eşi ne yaparsa
yapsın, kendisi de aynısını yapm alıdır; örneğin, kadın erkeği
öperse erkek de kadını öpm eli, kadın erkeğe vurursa erkek de ona
vurmalı." Kitabın doğasında bulunan bir tür şehvet eşitliği, bir m u­
kabeledir bu; am a V atsyayana bazılarını erkeklerin, bazılarını da
kadınların yapm ası gereken belirli öpüşm e türlerinden söz ediyor.
"Erkek kadının üst dudağını öperken kadın da karşılık olarak onun
alt dudağını öperse buna ust dudağın öpülm esi’ denir. Birinden biri
eşinin iki dudağını birden kendi dudaklarının arasına alırsa, buna
'kavram a öpüşm esi' denir." Bu, diyor, dillerin kavgası için iyi bir
36
başlangıçtır.
Flört öpüşm eleri kurnazca olabilir: Bir kadınla görüşen erkek,
kadın ayaktaysa elinin bir parmağını öper; oturuyorsa ayağının bir
parm ağını. Sevgilinin önünde, kucağında oturan b ir çocuğu, ya da
bir resm i, bir im geyi, bir figürü öpm ek de flört öpüşm esi olabilir.
Buna "aktarm a öpücüğü" denir. Y a da: B ir kadın sevgilisini
yıkarken, yüzünü onun kasıklarına doğru eğer (sanki uykuluym uş
gibi) onun tutkularını alevlendirm ek için.
Ingénues" öpüşm eleri çok arzu edilen başlangıç noktaları de­
ğildir. "Bir kız diliyle sevgilisinin dudaklarına dokunursa ve
gözlerini kapatır, kollarını sevgilisinin boynuna dolarsa, buna 'do­
kunm ak öpüşm e' denir." Ve, "Bir kız, çekingenliğinden birazcık
kurtulup, dudaklarına bastıran dudağa dokunm ak isterse ve bu a-
m açla üst dudağını oynatm adan alt dudağını oynatırsa, buna 'kalbi
attıran öpüşm e' denir".
Tunuslu bir şeyh tarafından 16. yüzyılda yazılan Itırlı Bahçe'de
anlam lı bir biçim de açıklandığı gibi, bu tür şeyler D oğu'nun başka
yerlerinde de biliniyordu: "Ağzın, yanakların, boynun öpülm esi ve
de taze dudakların em ilm esi. Tanrı'nın nim etleridir."

Latin şair Lucrelius da, (y.M Ö 95 - M Ö 55) derin öpüşm eden ha­
berdardı.

Kavradılar, sıkıştırdılar, nemli dillerini daldırdılar.


Birbirlerinin yüreklerine girdiler.

O vidius da, (M Ö 43 - MS 17) aynı ölçüde bilgiliydi: "Dillerimizle


öpüştük, birbirim izi sarm aladık." Flaubert (1821 - 80), "Evet, evet,
öp beni, derin öp beni." diye yazar. Fransız öpüşm esinin yüzyıllar
geçtikçe B atıklar için kayıp bir sanat haline geldiğinden kuşkula-
nılabilir, belki A m erika hariç.
Erkeğin C inselliği adlı raporu 1948 yılında yayım lanan Kinsey,
Birinci D ünya Savaşı’ndan önce evlenen A m erikalıların çok azının,

* (Fr:) Ingénues: Saf kız. (ç.n.)

37
Fransız ya da ruh öpüşm esi olarak da bilinen derin dil öpüşm esini
yaşadığını ortaya çıkarttı. Çok mu saftılar yoksa yalnızca ger­
çekten öpüşem eyecek kadar çekingen m iydiler? Y oksa bunu itiraf
edecek cesaretleri mi yoktu? Çünkü her şey çok çabuk değişiyor
gibi görünüyordu. Kinsey'in araştırm a ekibi görüştükleri herkeste
farklı bir öyküyle karşılaştı. Görüşülen iyi eğitim li Amerikalı er­
keklerin yüzde 77'si derin öpüşm e yaşadıklarını itiraf etti. 15 ya­
şında okulu terk elm iş daha az eğitim li erkeklerin arasında oran da­
ha düşük olm asına karşın yine de yüksek sayılırdı; yüzde 40'ı dille­
riyle öpüştüklerini söylediler. Ö püşm eyenlerin çoğu öpüşm enin
hijyenik olm adığını düşündüklerini söylediler. Belki de çok zaman
alan bir şeydi. (1940'larda erkekler ne kadar çabuk boşaldıklarıyla
övünürlerdi, ne kadar uzun süre sevişebildikleriylc değil.)
Beş yıl sonra, Kadının C inselliği adlı raporunda. Kinsey ekibi,
kadınların erkeklerden daha sık öpüştüğünü ortaya çıkardı; "Derin
öpüşm e, evlilik öncesi cinsel ilişki kurm ayan kadınların yüzde
70'inin flört deneyim iydi. G erçekleşm e oranı, cinsel etkinlikle bir­
likte artıyor ve derin öpüşm e evlilik öncesi cinsel ilişki kuranlar a-
rasında yüzde 80 ila 93'e çıkıyor."
İngilizce'de de A lm anca'da da dille yapılan derin öpüşm e Fran­
sız öpüşm esi olarak biliniyor. Bu büyük bir olasılıkla. Y unanlılara
fellatio'nuıı* Fenikelilerin uygulam ası olduğunu düşündürten, Fran-
sızlara da eşcinselliğe "la vice Anglais" dedirten aynı düşünce bi­
çim inden kaynaklanıyor. Bir zam anlar çok gözde olan cinsellik
kılavuzu İdeal Evlilik'ıe T. Van de Velde, M araichin çiftinin,
"bazen saatlerce karşılıklı olarak birbirlerinin ağızlarının içini dil­
leriyle, mümkün olduğunca derinlem esine keşfettiklerini ve ok­
şadıklarını" söyler. A m a dille öpüşm enin kaynağının Bretanya'nın
yerlileri olan M araichinler olduğu öyküsü kesinlikle yanlıştır. Bu
düşüncenin kötü bir Fransız sözcük oyununun bir sonucu olması
yüksek bir olasılıktır; "M araichin" sözcüğü, gelgit dalgası (dillerin
kavgasında olduğu gibi) anlam ına gelen m arée sözcüğünden tü­
remiştir.

* (Lat.) Fellatio: Penisin ağızla uyarılması, (ç.n.)

38
Dillerin işin içinde olm adığı bir öpüşm eyi erotik öpüşm e say­
mayan Fransızlar bu uygulam anın yaratıcısı olarak anılm aktan ra­
hatsızlık duym adıkları gibi, kendileri olm asaydı ne Amerikalıların,
ne İngilizlerin, ne de AvrupalIların öpüşm eyi öğrenem eyeceğini
düşünm ekten büyük keyif alırlar.
Ama öpüşm e hiçbir şekilde Batılı ya da m odern bir buluş d e­
ğildir. İnsanbilim ciler. 1992 yılında araştırdıkları 168 farklı kültü­
rün yüzde 87'sinde rom antik aşkın var olduğunu söylüyorlar. R o­
m antik aşkın daha da yaygın olm a olasılığı yüksektir. Yeni
G ine'deki Bem -B eınler rom antik aşk duyduklarını reddediyorlar a-
ırıa anlaşm alı evliliklerle karşı karşıya gelen kızlar bazen bir başka
erkekle kaçıyor. Dünya halklarının büyük bir bölüm ü öpüşüyor. İn­
sanbilim ciler insanların yüzde 90'ının bu uygulam ayı gerçekleş­
tirdiğine inanıyorlar. Ve, halk arasında öpüşm eyen insanların özel
yaşam larında da öpüşm eyeceğinden emin olm ak çok zor.
Ö püşm e özgün bir alışkanlık olarak yaşanm adığı bölgelerde,
pop m üzik, tişörtler ve M cD onalds kadar istekle benim seniyor. El­
bette Sıkkım 'daki Lepchaların, Som alililerin, G üney Amerika'daki
Sirionoların yaşam larını öpüşm e, Batı'nın junk kültüründen çok da­
ha fazla zenginleştirdi. M uhalefetin güçlenm esiyle birlikte, 199l'de
Pekin Ü niversitesi, kam pusta kucaklaşm ayı, el ele tutuşm ayı ve
öpüşm eyi yasakladı.
Ü çüncü D iinya'ya satışı giderek yükselen sigaraların öpüşm e a-
lışkanlıklarını etkileyip etkilem ediğini bilm ek ilginç olabilirdi.
1990'larda İngiltere’de cinsel tutum lara ilişkin bir rapor, içki ve si­
gara kullananların daha fazla seviştiğini ortaya koydu. Ya da di­
yelim ki öyle yapıyorlar. Oral bağım lılığı olan insanların öte­
kilerden daha fazla öpüştüğünü düşünm ek cazip olabilirdi ama
belki yalnızca daha fazla cinsel ilişkide bulunuyorlar, sigara
içmekten ve brendiyi dillerinin üzerinde gezdirm ekten yeterince o-
ral haz alıyorlar. Ya da belki de yalnızca daha fazla övünüyorlar.
Buna en iyi yanıt orkestra şefi Arturo Toscanini'ninki olabilir:
"Aynı gün ilk sigaram ı içtim, ilk kadınım ı öptüm. O günden beri
asla tütüne ayıracak zam an bulam adım .”

39
Çocukluk dönemi hariç hemen hemen kim se öpüşm eyle üremeyi
birbirine karıştırm az. Ö püşm e, birkaç kuşak boyunca seks ey ­
lemini olum suz etkilem iş olan utanç duygusuyla ya da boşalmanın
erkeği yaşamsal gücünden yoksun bıraktığı ve böylece zayıflattığı
ve uygarlığın ilerlem esine aykırı bir şey olduğu yönündeki bir za­
manların yaygın düşüncesiyle kirlenm em iştir. Ö püşmenin çocuk
yapm akla ilgili olması gerektiğini de kim se düşünm üyor. Zararlı
bir alt metin yerine, öpüşm enin zengin bir propagandacı geleneği
var.
Öpüşm enin itibarını zedeleyen bazı şeyler var ama bunların sa­
yısı az. A m a yine de öpüşm eyi tiksindirici bulanların bakış a-
çılaıına bakm aya değer. Ö püşm ekten hoşlanm am ak ille de insanın
cinsel birleşm eden hoşlanm am asını gerektirm ez. İnsanın be­
bekliğinde, çocukluğunda ve yetişkinliğinde yaşadığı öpüşm e ve
beslenm e tarzı, sinüslerin ya da ruh halinin durumu bunun e t­
kenleri olabilir. Bu etkenlerin birbirlerinden nasıl etkilendiğini bul­
mak yıllar süren yenilikçi bir araştırm a gerektirebilir.
Fay W eldon'in sinem aya da aktarılan Bir D işi Ş e yta n ın Hayatı
ve A şkları'nın anti-kahram anı, ki onu pek az kişi öpm ek isteyebilir,
cinsel eylem lerin çoğunun iğrençlikle sınırdaş olduğunu düşünür.
"Dille öpüşm ek," d er örneğin, "bir başkasının salyasını pay­
laşmaktır." Ö püşm eyi coşkuyla kutsayan şiirler de kalem e alm ış o-
lan Rönesans şairi Robert H errick, "Yapış yapış öpücükten tik­
sinirim." dediği Tiksindirici Ö pü cü kleri de yazmıştır.
Rosalind Cow ard Fem ale D esire de* yer alan öpüşm e üzerine
yazısında kadınların öpüşm ekten hoşlanm adığını öne sürer, ona
göre öpüşm e kadınlara erkeklerin bir tür cezasıdır ve bu tutum,
kötü öpüşen erkeklerin yarattığı bir sonuçtan çok doğuştan gelir.
Psikiyatr Adam Phillips, On Kissing, Tickling and Being
Bored'de” yer alan öpüşm eyle ilgili kısa yazısında, "Y etişkinler
öpüşm e konusunda güçlü, çoğunlukla mahrem iyet ve mahcubiyet

* Kadınlık Arzuları, Rosalind Coward, çev.: Alev Türker, Ayrınti Yayınları, 1989.
(ç.n.)
” öpüşm e, Gıdıklanma ve Sıkılm a Üzerine, Adam Phillips, çev.: Fatm a Taş­
kent, Ayrıntı Yayınları, 1996. (ç.n.)

40
içeren duygular beslem e eğilim indedir" ve "öpüşm eyle ilgilenm ek
aptalca ya da çapkınca diye düşünüyorm uş gibi yaparlar," der.
Belki de hastalarını kastediyordur. Benim resm i olm ayan araş­
tırm am kim senin öpüşmeyi aptalca ya da çapkınca bulm adığını ve
yalnızca cinsel yönden deneyimli bir tek kadının öpüşm ekten ger­
çekten hoşlanm adığını ortaya koydu; o kadın da cinsel birleşm eden
hoşlanıyordu. A m a henüz çok sayıda sevgilisi olm am ış ya da hiç
becerikli sevgilisi olm am ış, yirmili yaşlarının başlarındaki birden
fazla kadın bana öpüşm eyi yeğlediğini söyledi.
Bilimsel bir geçerliliği olm adığını söylediğim "araştırmam"
Cotes du Rhone ya da kahve üzerine konuşm alardı ve Londra'da
okuyan otuzdan fazla Am erikalı üniversite birinci sınıf öğrencisini
telefonla katılm an bir İngiliz radyo program ının katılımcılarını;
Avrupalı, Brilanyalı ve Amerikalı arkadaşları, tanıdıkları ve uz­
manları kapsıyordu. Ö püşm e üzerine soru sorm a fırsatı bulduğum
en genç insan 21 yaşında bir Los Angeles'lı delikanlı, en yaşlısıysa
Proveııce'de 82 yaşında bir kadındı.
Y alnızca 21 yaşında bir kadın öpüşm e lafı geçtiğinde yüzünü
buruşturdu ve öpüşm eyi "kandırm aca" olarak nitelendirdi. Bazen
bir kandırm acadır gerçekten. Öpüşm eyi, bir zevkten çok, bir­
leşmeye giden yolda tatsız bir sarı ışık olarak gören erkekler çoğu
zaman trafik ışığının değişm esini beklerken olduğu gibi aşırı he­
vesli bir duygusuzlukla m otora güç veriyorlar. H erkes, hızlı bir se­
vişm enin ayrı bir yeri olduğunu bilir, am a orgazm öncesi uyarılma
ne kadar yoğunsa orgazm ın vereceği hazzın da o kadar mükemmel
olacağını anım sam akta yarar var.
K onuştuğum erkeklerin çoğu hangi kadınlarla yatacakları ko­
nusunda titizlik gösterm ediklerini ama iş kadınları öpm eye gelince
seçici davrandıklarını söylediler. Erkekler arasında, özellikle de
yirm i yaşlarında olanlar arasında, öpüşm enin cinsel birleşmeden
çok, aşkla ilgili bir şey olduğu görüşünün ne kadar yaygın olduğu
gerçeği beni şaşırttı.
M ilan K undera'nın Laughahle Loves'ındaki’ öykülerinden bi­
* Gülünesi Aşklar, Milan Kundera, çev.: Serdar Rifat Kırkoğlu, Ayrıntı Yayınları,
1989. (ç.n.)

41
rinde, "Otostop oyunu" oynayan iki sevgili birbirlerinin araçlarına
binen otostopçular gibi yaparlar.

Kadın kollarını erkeğe doladı ve dudaklarını uzattı. Erkek onu itip.


"Ben yalnızca sevdiğim kadınları öperim." dedi.
"Peki beni sevmiyor musun?"
"Hayır."
"Kimi seviyorsun?"
"Bundan sana ne? Soyun!”

İnsan, öpüşm enin cinsel birleşm eden daha teklifsiz olduğuna ne


kadar kuvvetle inanırsa inansın, bunun her zaman herkes için böyle
olduğunu ya da olacağını söylem ek olanaksız. Söylenebilecek tek
şey, erkeklerin ve kadınların çok büyük bir çoğunluğunun öpüş­
menin daha teklifsiz olduğunu, daha yakın hissettirdiğini düşün­
düğü. Y akınlık sözcüğü Latince, en içteki, en derin anlam ındaki in-
timus'ian gelir.
Şöyle düşünün: M astürbasyon yaparken, insan orada olmayan
biriyle seviştiğini hayal edebilir. Ya da insan yataktaki eşiyle değil,
bir başkasıyla seviştiğini düşünebilir; yataktaki eş bunu asla bi­
lemez. Düşsel dudakları öpm ekse çok zordur. Zordur ve pek çok
kişi için karşısındakine tepki verm eden, doğru dürüst öpmek o-
lanaksızdır - bununla becerem ez dem ek isliyorum (cinsel olarak,
duygusal olarak ve layıkıyla). Ö püşm enin paradigm ası karşılıklı i-
lişkidir - kaynaşm a, içine alm adır. M ükem m el öpüşm ede, arzu be­
densel ve duygusal olarak karşılıklıdır. İnsanın, cinsel organlarla
yapılan seksin yüksek uyarım ı sırasında yaşadığı kendinden geçm e
duygusu, pek çok kişi için, uyarım ne kadar yüksek olursa olsun,
öpüşürken yok gibidir. G erçekten öptüğünüz kişiyi değil de bir
başkasını öptüğünüzü düşlem enin zor olm asının nedeni eylem in
doğasında yatar; dudakların ve dillerin yakın dansıdır bu.
Ö püşm enin her zam an, cinsel organlarla yapılan seksten daha
içten ya da daha iyi olduğunu ileri sürm üyorum . En iyi koşullar al­
tında her ikisi de karşılıklı, içten, iki taraflı ve erotiktir. Erotik
sözcüğünün ne olduğu üzerine pek çok kitap yazıldı am a temel bir
tanım lam anın karm aşık olması gerekm ez - erotizm cinselliktir, te­

42
mel amaç bağlayıcılık ya da üreme değil, zevk ve/veya eğlencedir.
Bir nokta daha. Uyuyan birinden öpücük çalınabilir ve en is­
teksiz dudakların üzerine bile dudaklar kapanabilir am a penisin va­
jinaya tecavüz etm ek için kullanıldığı kadar kolay bir biçimde dil
ağıza tecavüz etm ek için kullanılam az. Penis isteksiz boşluğa so­
kulabilir, sağlam ve yarasız kalır, va jin a dentata' imgelemin uy­
durm asıdır. A m a dil ağzın isteksiz boşluğuna sokulduğunda, kar­
şılıklı tutkulu yakınlık ihanete uğradığında, istenm eyen tecavüzcü
ısırılabilir, hatta ısırılıp koparılınabilir. Ya da saldırgan korkabilir.
Ö püşm enin karşılıklı tutkusuna ihanet etmek zordur.
Freud'un ünlü "anatom i kaderdir" sözü hâlâ tartışmalı ve bazı
koşullarda kesinlikle yanlıştır: G eleceklerim iz tam am en cinsel or­
ganlarım ız tarafından belirlenmez. Ama anatom i yakınlıktır de­
nebilir. Ö püşm e yalnızca dil ve dudakların ortak dansı değildir,
dans pisti ağızda konum lanm ıştır, yüzün algılayıcı vahasında. Yüze
rastlantısal yakınlığı, eşil bir danstaki ortaklık ve karşılıklı içeri gi­
riş midir öpüşm eyi bu kadar içten kılan?
Büyük aşk öykülerinin, milik bir güce erişen klasiklerin ge­
nellikle cinsel aşkı sim gelem ek için cinsel birleşm e yerine öpüşm e­
yi kullanm ış olm aları rastlantı olm ayabilir. Bunun nedeni yalnızca
ciddi gelenek, edep ya da iffet m eselesi değildir. Cinsel birleşm e­
nin özel bir şey olduğu görüşü de değildir. Ö püşm enin aşkın sim ­
gesi olm asının ve fahişelerin öpüşm ediğini söylem enin (elbette ba­
zıları öpüşür) asıl nedeni öpüşm enin orgazm kadar, içtenliği de
sim gelem esidir.
Ancak konu, bir varsayım olm aktan öteye geçem ez, o yüzden
insan kendini ne kadar güçlü hissederse hissetsin, M ichael Fo-
ucault'nun cinsel deneyim in sonsuz gerçekliği olm adığı tezini dile
getirdiği Cinselliğin Tarihi'nm kubbesi altına sığınm ak akıllıca o-
lur. Foucault bize bir başka çürütülem ez gerçeklik daha sunar: C in­
sel ahlâk kültürel koşulların bir ürünüdür. On dokuzuncu yüzyılın
son on yıllık dönem inde, Freud V iyana'da hasta kabul ederken
kültürel koşullar çok baskıcıydı. Cinsellik uygar toplum un pis bir
küçük sırrıydı.

* (Lat:) vagina dentata: ısıran vajina, koparan vajina, (ç.n.)

43
e
İlerimin baskısı altında," d er Freud, "zihninde bir şey
CZ j çakacak, bir imge, onu anım sa. O, aradığım ız şey." 1892,
Viyana. Bayan Lucie R.'nin başına m asaj yapm aya başlar. "Peki,"
diye sorar Freud, "Ne gördünüz?"
"H içbir şey," diye içini çeker İngiliz m ürebbiye. "Zihnimde
hiçbir şey canlanm ıyor."
"B akm aya devam et." D aha güçlü bastırır. "O rada bir şey var."
Freud tarafından teşvik edilen -z o rla n a n ? - Bayan Lucie R.
görm eye başlar. "Evet," der, "Şimdi hepim iz m asadayız, cen­
tilm enler, Fransız hizm etçi, kâhya, çocuklar ve ben." Bayan Lucie
R.'nin, çocuklarına baktığı çekici ve zengin V iyanalı dul adamın e-
vinin yem ek odası. "Bir konuk var, m uhasebe şefi, ve yaşlı bir cen­
47
tilm en, çocukları kendi torunları gibi sever. H er şey," içini çeker,
"her zamanki gibi."
"İzlem eye devam et."
"M asadan kalkıyoruz. Çocuklar bizimle birlikte ikinci kata
çıkıyor. Her zam anki gibi."
"Evet?"
"Ç ocuklar yatm aya gidiyor -e v e t, bir şey v a r- muhasebe şefi
çocuklara iyi geceler deyip onları öpüyor am a patronum yerinden
fırlayıp ona bağırıyor, 'Çocukları öpm e!'"
O zam anlar V iyana'da, şim di Paris'te olduğu gibi çocukların ya­
tarken kendilerini aile dostlarına öptürm eleri âdetti. Ama, müreb-
biye birden anım sıyor ki, işvereni, ona Bay E diyelim , birkaç ay
önce aileyi ziyarete gelen bir kadının çocukları dudaklarından
öpm esine de öfkelenm işti. K onuk gidene kadar kızgınlığını giz­
lemişti. Sonra Lucie R.'yi azarlam aya başlam ıştı. "Bu öpüşm eden
onu sorum lu tuttu, buna izin verm em ek onun göreviydi, ve o 'hu
tür’ şeylere izin vererek görevini ihmal etm işti," diye yazar Freud.
Ne tür şeyler? Bay E'nin canını sıkan aslında neydi? Freud'un
temel çalışm aları henüz basılm am ış olduğu için Bay Ensest ya da
bir başkasının bunu söylem esi zor olurdu. Yüzyılın ilk on yıllık
dönem inde düzeltilm iş çeşitli kitaplarla birlikte ortaya çıkan 68
sayfalık kısa ama sivri kitap Cinsellik Kuramı Üzerine Üç D enem e,
Freud'un çağdaşlarını sarsm ıştı; çünkü, gizli, bilinçsiz süreci güden
ve bozan gücün cinsel istek olduğunu açıklıyordu.
Freud, çağdaş anlam da bir bilim adam ı olm asa da, filozof W itt-
genstein'in kavram ını kullanırsak, "yeni bir göstcrim "in önerici-
siydi - yeni bir görm e biçimi. Onun görüşleri, M odern yaşam ı ta­
nım layan ve peri m asallarına ilişkin görüşlerim izi bile yeniden bi­
çim leyen bir m asum iyet yitim inin öncülüğünü yaptı. İnsanları öf-
kelendirm esinin ötesinde diye düşünüyordu W ittgenstein, Freud'un
eylem lerim izin cinsel kaynağına yaptığı vurgu, aslında zevkli bir
frisso n a ' yol açm ıştı - insanlar bu fikri sevmişti. Radikal bir bi­
çim de modaya uyan insanlar, evet. Ötekiler, hayır. Britanya'da,

■ (Fr.) frisson: heyecan, ürperti, (ç.n.)

48
seksolog H avelock E llis. yedi bölüm lük C insellik Psikolojisi Ç a­
lışmaları (1897-1928) yapıtının ilk bölüm ü yayım landığında
m üstehcenlikle suçlandı. Kendi kendini öpme üzerine yazan Ellis,
bir süre için Freud'dan yana tek sesti.
Yaratma sürecindeki Freud, psikanalize güvenilm esini sağla­
mak için öm ekolay incelem elerinde verileri çarpıtm ış ve bozm uş
olsa da, öpüşm eyi ve gerçekte bütün cinselliği kavrayışım ızda bü­
yük bir atılım gerçekleştirm iştir. Freud'dan sonra, ebeveyn ve ço­
cuk arasındaki cinsel arzu Aubusson halısının altına süpürülem edi.
Yeni yüzyıla girdiğim izin habercisi olan D üşlerin Yorum unda
Freud, O idipus kom pleksi kuramını ortaya attı: "H epim izin ka­
deridir belki de, ilk cinsel itkimizi annem ize yöneltm ek, ilk nef­
retim izi ve canice arzum uzu babam ıza yöneltm ek," kıskandığım ız
babamıza. Sophokles'in, Thebai Kralı'nın istem eden babasını
öldürüp annesiyle evlendiği Kral O idipus oyununu bu kadar et­
kileyici yapan bunun farkına varmanın sarsıcılığıdır: "İzleyicilerin
hepsi de bir zam anlar düşlerinde büyüm em iş bir O idipus'tu ve ger­
çekliğin içinde düşün böylesine yaşam ası herkesin dehşetle ir­
kilmesine yol açlı."
Freud bebek cinselliğinin biseksüel olduğunu düşünüyordu, a-
ma kızların çoğu büyüyüp erkeklerle genellikle gönülsüzce ev­
lendiği için kızlar için koşul bir kuram geliştirdi. K ızlar yaşama,
oğlanlar gibi, ilgi ve sevginin temel odağı anneleriyle başlarlar di­
yordu Freud, am a cinsel arzuları, yalnızca erkeklerin penisi ol­
duğunu fark ettikleri zam an babaya yönelir. Freud'un kadın kuramı
bulanıktı ve K ale M illeti, çocukların bunun yerine yalnızca ka­
dınların m em eleri olduğunu fark edip etm ediklerini sorarken doğru
yoldaydı. N eden penis kıskançlığı da meme kıskançlığı değil? Ne
var ki, Freud'un temel noktalarından biri hepim izin büyük bir m e­
me tutkusu yaşadığım ızdır. Bir arkadaşına yazdığı m ektupta Freud
şöyle açıklar: "Ben kendi olayım da da anne sevgisini ve baba
kıskançlığını buldum , ve şimdi bunun ilk çocukluğun genel bir fe­
nomeni olduğuna inanıyorum."
"îşin doğrusu, yeni doğan bebek kendisiyle birlikte dünyaya
cinselliği getirir," diyecekti iyi doktor kariyerinin sonunda. V e ar-
F4Ö N /Ö püşm c 49
zu, iki yönlü bir sokaktı: "Çocuğun ebeveyninin ve ona bakanların
çocuğa gösterdikleri sevgi," der Freud On the Universal Tendency
ta D ebasem ent in the Sphere o f Love'da. "çok ender olarak erotik
doğasına ihanet eder".
Freud, sonraki ilişki ve bağlantılarım ızın anahtarının, bütün ha­
sarları - v e h a z la n y la - bebekliğin oral deneyim leri olduğunu
düşünüyordu: "Annesinin m emesini em en çocuğun her aşk i-
lişkisinin prototipi olm asının iyi nedenleri var." Yalnızca mem e
(ya da biberon) em m ek zevkli olduğu için değil, diyordu, cinsel
zevk verdiği için. D aha da ötesi, bu. sonunda yetişkin öpüşm esi o-
lan şeyin de doğuşuydu. Biyolojik bağlam da kesinlikle haklıydı
Freud: em erken, artık biliyoruz ki. öpüşürken kullanılan kaslar ve
hareketler kullanılıyor.
Ama Freud, bedenin devinim leriyle, zihnin güdülcnim leriyle il­
gilendiği kadar ilgilenm iyordu. Bilinç kalıpları -g ö z le görüle­
meyen bir ş e y - üzerinde çalışıyordu; bu yüzden bugün bazı ka­
tegorileri havada kalıyor gibi, zeki bir adamın çalışm aları ka­
ranlıkta sendeliyor.

Herkesin ilk cinsel nesnesi, diyor kötü Dr. Freud, m em edir: "C in­
sel doyum un ilk dönem lerinin hâlâ beslenm ekle bağlantılı olduğu
zam anlarda, cinsel içgüdünün, bebeğin bedeninin dışında anne
memesi biçim inde cinsel nesnesi vardır." Bu bebek için tatm in e-
dici bir karşılaşm adır: "Bir bebeği doyduktan sonra memeyi
bırakıp al yanaklarla ve mutlu bir gülüm sem eyle uykuya daldığını
gören hiç kimse bu imgenin daha sonraki yaşam da cinsel doyum un
prototipi olarak kalacağı düşüncesinden kaçamaz."
Farkında olmadığı bir profesyonel cüretkârlıkla Freud, dem ek
istediğinin anlaşılm am asını olanaksız kılmıştır: "(Bebeğin) şeh­
vetle em m esi, dikkatin tam am en meşgul olm asını da içerir ve ya
uyku ya da orgazm (italik benim ) doğasında bir kasıl tepkim eyle
sonuçlanır."
Bu tek yanlı bir haz da değildir: "Erkek bebeğin annesi de ona
karşı kendi cinselliğinden kaynaklanan duygularla yaklaşır: Onu

50
okşar, öper, sallar ve çok açık bir biçim de onu tam bir cinsel nesne
yerine koyar. Bir anne, bütün sevgi belirtilerinin çocuğunun cinsel
içgüdülerini uyandırdığını ve daha sonraki yoğunluğuna ha­
zırladığının farkına varsaydı büyük bir olasılıkla dehşete düşerdi."
Ama korkm ası gerekm ez diyor Freud, çünkü "o yalnızca çocuğa
sevmesini öğretm e görevini yerine getiriyor".
Anne ve bebek -d a h a sonra 'karşılıklı beslenen çift' olarak a-
nılacaklar- büyük bir aşk ilişkisi yaşarlar. Bunu pek az kişi ro­
mancı Naom i M itchison kadar güzel betim lem iştir:

Yavaş yavaş, oğlancık küçük soluklar almaya, beslenme ve onunla bir­


likte gelen sıcaklık ve sevecenliğe kavuşmak için sabırsız çığlıklar at­
maya başladı. Erifiıı memeleri sese tatlı bir sertleşmeyle, giderilmeyi
bekleyen belli belirsiz bir ağrıyla yanıt verdi. Meme uçları yukarı ve
dışarı doğru çıktı, meme başlarının ortası kadife yumuşaklığına ve na­
rinliğine büründü ve bebeğin yumuşaklığına hazırlandı. Giysisinin
düğmelerini çözdü, bebeği kucakladı ve bir minder yığınına uzandı.
Bebek hevesle, bilinçsiz ve şaşkın, ağzını iki yana oynatıyordu. Bir an
bebekle şakalaştı, kendini geri çekli; sonra, içindeki sütün ona doğru
fışkırdığını hissedince bebeği sakinleştirdi, memesini ağzının de­
rinliklerine soktu, ağız ritmik bir kabullenişin titreşimiyle onu kavradı,
dudakları, dili ve yanaklarıyla derin derin emdi...Bir süre yalnızca bir
ağızdı, sonra serbest duran kolu sallanıp yakalamaya başladı, bazen
Eririn yüzünü, bazen bir parmağını, bazen de memeyi vahşi, se­
vecenlikten uzak, küçük, yumuşak pençeleriyle kavrıyordu. Erif güldü
ve onunla göz göze geldi ve emen dudaklar kendilerine rağmen yukarı
doğru kıvrıldılar.
Bebek birden gülmeye başladı, ve Erifin memesi serbest kalıp sütü
onun suratına fışkırttı.

Kimse yanlış anlam asın diye açıkça söyler Freud: "Çocuk erotik
bir oyuncaktır."
Bu görüş, yeni bir yüzyıl doğarken bile tam kabul görmedi.
M eslektaşlarının ve ebeveynlerin m uhalefetiyle karşı karşıya kalan
Freud, kuram ını yeniden gözden geçirdi. Önce hastalarının pek
çoğunun babalarının tecavüzüne uğram ış olduğunu söyledi; daha
sonra hastalarının açıkladıklarının hayal ürünü olduğuna karar ver­

51
di. Bu yarım dönüş o zam an için yaşam ını kolaylaştırm ış olsa da,
daha sonraları Freud’un saygınlığına gölge düşürdü. Toplum sal ve
mesleki baskılar yüzünden düşüncelerini yalanlam akla suçlandı.
Ama Freud asla ebeveynin erotik arzusu kuram ından vazgeçmedi;
yalnızca bunun her zam an dışa vurulduğu görüşünden vazgeçti.
Hatta, Psikanalitik H areketin Tarihi Üzerine kitabında, has­
talarının ebeveynlerinin cinsel tacizleri hakkında söylediklerinin
fantezi olduğu konusunda ısrar etli, bu, çocuğun ebeveynle cinsel
olarak ilgilendiği kuram ını destekliyordu.
Parm ak em m enin çocukluk şehvetinin apaçık bir örneği ol­
duğunu söyler Freud, erotik m em enin varlığından kuşkulananlara
bir yanıt olarak. "Bıı işlem in am acının besin alm a olduğu sor-
gulanam az." Ana babalar, bebeği sakinleştirm ek için ağzına lastik
meme, parmak ya da başka em zik türleri soktukları zaman bunu
sezgisel olarak anlarlar. Freud'un zam anında em ziklere pek az rast­
lanıyordu ve Freudyen bebek kendi kaynaklarına bağım lıydı: "Du­
dağın bir parçası, dil ya da ulaşılabilir herhangi bir deri parçası
-h a tla ayak b aşparm ağı- bu em m enin gerçekleşebileceği bir nesne
olarak kullanılabilir."
Freud, bütün bu nesnelerin gerçek şeyin yerine kullanıldığını
öne sürer:

Parmak emmeye düşkün olan bir çocuğun bu davranışı, yaşanmış ve


şimdi anımsanan hazların arayışından kaynaklanır. En basil örnekle,
ritmik olarak derinin bir bölümünü ya da mukozayı emerek bu do­
yumu bulmaya çalışır.
Çocuğun şimdi yeniden yaşamaya çabaladığı hazların ilk olarak
hangi durumlarda yaşanmış olduğunu tahmin etmek de kolaydır. An­
nesinin memesi ya da onun yerini tutan bir şeyi emmesi çocuğun ilk
ve en yaşamsal etkinliğidir, onu o hazla tanıştırmıştır. Çocuğun du­
dakları. bizim görüşümüze göre, emtojeııik hir bölge gibi hareket et­
mektedir. ve kuşkusuz sülün ılık akışının uyarımı bu haz veren duy­
gunun nedenidir.

Freud'a göre, öpüşm e, kıyam et gününün, m em eden kesm e


gününün gelişiyle doğar. Bebek, başparm ağını ya da başkasının

52
başparm ağını em m eyi bilir am a bu ona m emeyi ya da biberonu
em m ekten daha az zevk verir. "Bu bölgenin (başparm ak) daha az
değerli oluşu, daha sonraki dönem lerde., çocuğun bir başkasının
karşılık veren bölüm ünü -d u d a k la rın ı- aram asının nedenlerinden
biridir."
Freud, dudakların her zaman ikinci en iyi olduğunu öne sürer.
Çok ilginç olan ve çocuğun ilk başta kendisinin bir parçası ol­
duğunu düşündüğü mem e, daha iyidir. A m a 11e yapabilir ki? U z­
laşır: " 'Ne yazık ki kendi kendim i öpem iyorum ,' der gibidir," diye
bağlar F re u d ," 'm em eyi yitirm iş olmam çok acı.' "
Hayır. Ç ocuk çok daha fazlasını söylüyor.
Bebek, çok, çok u/.uıı zaman önce mem enin ve annenin ken­
disinin bir parçası olm adığını, dışsal olduğunu, öteki olduğunu bi­
lir. Freud'un kendisi m em eye "cinsel nesne" der. Bebek ya da
çocuk aslında şöyle der: "Sevgilimi yitirdim ne yazık ki - bedensel
ve duygusal beslenm enin hasretini çekiyorum ." Yetişkin ol­
duğum uzda bunu yeniden keşfediyoruz. Ö püşm e, sevgilinin du­
daklarını em m ek ve ısırm aktır, yalam ak ve araştırm aktır ve ağzın
meme başının, yani dilin tadına bakm aktır. Ö püşm eyi severiz
çünkü öpüşm e ilk büyük aşkımızda vardı.

Unvanı tıbbi değil, onursal olan Dr. Johnson, Freudyen terim lerle,
tarihin en başarılı oral kişiliklerindendir. K uzuların Sessizliği’nin
kurgusal seri cinayetler işleyen katili H annibal Lecter, terk edilm iş
bir m utsuzdur, bebek gelişim inin oral nitelikteki sadist, ısırma aşa­
m asına "takılm ıştır" ve kendi alanında aynı oranda başarılıdır.
Bir 18. yüzyıl kahvesinde, Samuel Johnson'ın karşısında oturan,
biyografi yazarı Boswell olduğunuzu düşünün. Şair, sözlükçü, seç­
kin edebiyat adam ı Johnson, içkisini içiyor -sab ah lan akşam a ka­
dar önünde bir fincan ya da kadehle görülm ediği an y o k tu r- ve ko­
nuşuyor, konuşuyor, konuşuyor, bunaltıcı olm adığı zaman
büyüleyici olan m anik bir enerji yayıyor. Böyle anlarda Samuel
Johnson'ın usandırıcı, çocukça, talepkâr ve yardım a muhtaç 0 -
labildiğini unutuyorsunuz. Çok hırslı bir adam , am a enerjisi, ze­
53
kâsı, engin bilgisi yüzünden ona hayransınız -d o y m ak bilm ez bir
ok urdu r- ve açgözlülükle İngiliz dilinin en seçkin parçalarını -1 1 4
bin nefis düzyazı örneğiyle süslenm iş 40 bin sö z c ü k - bir sözlükte
toplamıştır. Dr. Johnson’ın, dizlerine oturan, boynuna sarılıp öpen
Hebrid A daları’ndaki kadına, "Bunu bir daha yap, bakalım kim
önce yorulacak" dem esi şaşırtıcı değil.
Frcud, doğum undan on sekiz aylığa kadar bir bebeğin en büyük
zevki -la stik ya da e t- mem e başından sütü yutm ak, em m ek ve
ısırm aktır diye düşünür. Bu dönem tatm in ediciyse -b e b ek ye­
terince kucaklanır ve em m eden yeterli hazzı a lırsa - mutlu bir bi­
çim de bir sonraki dönem e, daha sonra bir başka dönem e ge­
çecektir. A m a oral dönem düş kırıcıysa, çocuk orada saplanıp kalır
—yetişkin yaşam ındaki kişiliği oral bir nitelik kazanacaktır, bu da
onun bağım lılığında, edilginliğinde ve "ağız alışkanlıklarında"
gözlenir; ağız alışkanlığı çok konuşkan olm ayı, uç olaylarda
sözcüklerin ishal gibi aktığı denetim siz konuşm ayı içerir. Dr. John­
son örneğinde olduğu gibi.
M em e, biberon ya da anne başarısız olursa ve bebek oral-sadist
dönem de yeterince tatm in olm azsa. Tanrı yardım cım ız olsun.
Freud'un sekizinci ayda ortaya çıkıp oıi sekizinci aya kadar
sürdüğünü düşündüğü oral-sadist dönem de ağız, dudaklar ve
dişlerin sadist aygıtlar olarak kullanıldığı gözlenir. Bizim zavallı
Hannibal Lecter'in kurgusal annesi, Hannibal kendisini bağım sız
bir birey olarak hissetm eye başladığında yeterince çiğneyecek ve
em ecek şey verm em iş. Ö fkesini annesinin m em esini ya da bi­
beronu yeterince ısırarak ya da çiğneyerek açığa vuram ayan H an­
nibal, tatmin olabilm ek için edebiyat sayfalarına girm ek zorunda
kaldı.
Olay, her Casanova'yı, çağdaş Don Juan’ı ya da delikanlı Jack'i
m uhtaç, oral dönem de kalm ış bir bebek yaptı. R uhbilim ci Rollo
May, A şk ve İrade'de, çapkının kötü durum unu dokunaklıya
çevirir. "Don Juan eylem i üst üste yinelem ek zorundaydı çünkü
asla tatmin olam ıyordu, cinsel yönden kesinlikle güçlü olduğu ve
teknik olarak iyi orgazm a ulaştığı gerçeğine karşın."
Byron'm olağanüstü aç olan coşkulu D on Juan'ında bu
54
düşüncenin kesin olduğunu görm ek hoş ve hatta öğretici:

Arzum pek engin ama fena değil.


Kadın cinsinin yalnızca tek bir gül ağzı var.
Hepsini bir kerede kuzeyden güneye öpebilseydim.

Ne olursa olsun, Byron'un Don Juan’ı yetersiz beslenm iştir, ben­


lik duygusu doyurulm am ışım Hep daha fazlasını ister.

Dudakları yaklaştı ve bir öpüşte kenetlendi:


Uzun, uzun bir öpüşme, gençlik ve aşk öpüşmesi.

Her öpüşme bir yürek depremi - öpüşmenin gücü için.


Sanırım, uzunluğuna bakılmalı.

Popüler kültür onun karşılığı olan Donna Juanita’yı hoş kar­


şılam asa da, kadınlar aynı tutkuyu yaşayabilir ve edebiyat onların
serüvenlerini sever. M uhafazakârların dergisi E xam iner'in Jo­
nathan Swift'ten sonraki editörü M ary D elarivier M anley ( 1663-
1724), cinsel yönden tatm insiz Charlot'u yarattı. C hariot, "her şeyi
yavan bulur, ona D ük’ün öpücüklerinden başka hiçbir şey zevk ver­
mez." İngiliz edebiyatında C asanova'yla (1725-98) çağdaş olan pek
çok ayartıcı kadın vardır. En ünlüleri John C leland'ın Faııııy H ilI ya
ela Bir Z evk K adınının Anıları (1748) yapıtının fahişe kah­
ram anıdır; ilk kez bir penis gördüğünde, "çıplak, sert ve dik. bu
muhteşem makine," diyerek role uygun olduğunu gösterm iştir.
Freudyen bakışa daha uygun olan m utsuz, kötü yola
düşürülm üş kadınlar ilk olarak L'Avventura ve La D ölce Vita ile
ünlendiler. Donna Juanitalar, serbest aşk yaşayan kadınlar, çekici
kişilikler olarak algılanm aktansa sıklıkla nem fom anyak olarak ilan
edildiler. Çok öfkeli bir bebek olarak kalan H annibal Lecler ol­
m aktansa Don Juan ya da Don Juanila olm ak daha iyidir.

55
Freud, m em eye yönelik büyük tutkunun annenin kendisine yönelik
tutkuya dönüştüğüne inanır: am a uygarlık uğruna Oidipus kom p­
leksinin yüceltilm esi ve bastırılm ası gerekliydi. (Jung, kızlardaki
koşut duyguları Elektra kom pleksi olarak adlandırdı.) Pek az kişi
aile aşkını gerçek yaşam da ensest ve cinayet noktasına getirir am a
herkeste rüyalarda ve hayallerde ortaya çıkabilen bilinçsiz arzu
vardır.
G eçm iş Zaman Peşinde'de, yedi yaşında bir M arcel Prousl an­
nesinin ona iyi geceler öpücüğü verm esini anım sar. “Tek tesellim
yatm ak için üst kata çıkıp yatağım a yattıktan sonra, annemin odaya
girip beni öpm esiydi,” diye başlar ünlü bölüm. “Annemin m er­
divenleri çıktığı an, iki kapılı koridor boyunca sürüklenen ve in­
cecik. kıvrılm ış püskülleri sarkan, mavi m uslinden giysisinin çı­
kardığı hışırtıyı duyduğum an acım doruğuna çıkardı; çünkü o an,
beni bırakıp tekrar m erdivenlerden ineceği zamanın habercisiydi.”
Kimi zam an, “beni öptükten sonra, gitmek için kapıyı açtığında
‘beni bir kere daha ö p ’ dem ek için onu geri çağırm ayı çok is­
tedim .” Bunun yerine başka bir anı düşünür: “Sevim li yüzünü ya­
tağım a uzatır, kutsanm ış ekm ek gibi bana yaslardı - verdiği Aşai
R abbani’de dudaklarım onun gerçek varlığını m asseder ve uyu­
m aya kuvvet bulurdum .”
Konukların geldiği akşam lar, işler değişir: “ Annem odam a çık­
m azdı.” Bunun yerine,

yatağımda uyumak üzereyken annemin bana verdiği o nârin ve değerli


öpücük yemek odasından yatak odama taşınırdı, ki orada hiç leke dü­
şürmemem gerekiyordu onun üstüne, onun tatlı çekiciliğinin hiçbir
zaman bozulmasına izin vermemeliydim ve tam da sevecenlikle öpül­
mek istediğim o akşamlarda kendimi zorluyordum almak için o öpü­
cüğü, kabaca yakalamak için, herkesin gözü önünde.

O akşam larda,

gözlerimi annemden hiç ayırmazdım. Babamın canını sıkmamak için,


odamda olduğu gibi, annemin kendisini herkesin gözünün önünde de­
falarca öpmeme izin vermeyeceğini biliyordum. Bu yüzden kendi ken­

56
dime söz verdim, yemek odasında onlar yemeğe ve içmeye başlarken
ve ben gitme saatinin yaklaştığını hissettiğimde, bütün enerjimi top­
layıp, kısa ve sinsi bir öpücüğü önceden konduracakttm, öpücüğü kon­
duracağım yeri önceden dikkatlice seçecektim ve zihninin ön ha­
zırlığıyla, annemin yanağıyla dudaklarımın buluştuğu o bütün bir
dakikaya kendimi hasretmeye hazırlayacaktım.

Albert Cam us'nün otobiyografik rom anı The F irst M an' aynı tür
bir özlem i betim ler.
Büyükannesi ona yatm ası gerektiğini söylediğinde, "Jacques
önce onu, sonra dayıyı, en sonunda da anneyi öperdi, o da sevecen
ve dalgın bir öpüş verir, yarı karanlıkla, bakışı sokakta ve durduğu
kıyının aşağısında durup dinlenm eden akıp giden yaşam ın akışında
yitm iş olarak, kım ıllısız duruşuna geri dönerdi; oğluysa, gırtlağı
sıkışm ış durum da, durup dinlenm eden, karanlıkta onu gözetlerdi."
Stalin’in kızı Svetlana anımsıyor: "Somut anılarım , onun (an­
nemin) güzelliği ve hoş kokuşuydu. G eceleri yalak odam da durur
ve m uhtem elen beni öperdi, elleriyle dokunur giderdi. Ardında
güzel kokusunu bırakırdı."
Gerçeküstücü ressam M agritte'in Sevgililer/Les A m ants ya­
pıtında, iki âşık öpüşür ancak her ikisinin de başları kefenle
örtülüdür. Bu öpücüğün sim geledikleri sarsıcıdır: Aşk kördür; aşk
engellenm iştir; örtü ikisini ayırır; ve ölüm ün hayaleti tutkuyu ku­
şatm ıştır. M agritte'in annesi o çocukken kendisini boğm uştur; bu­
lunduğunda geceliği başını örtüyordu.
Annesinin öpücüğünü yitirm esi ve yeniden bulm ası Proust'un
yaşam ının ilk yıllarının anahtar olaylarından biridir. Pek çok o-
laydan daha açık bir biçim de bu anne öpücüğünün yankıları Pro­
ust'un yetişkin yaşam ında da sürm üştür ve kadınlarla olan ilişki­
lerini etkilem iştir diyor biyografi yazarı G eorge Painter. Proust, ta­
mamen eşcinsel olm ayabilir. Proust'un cerrah olan erkek kardeşi
Robert Kadın C insel Organlarının C errahisi adlı bir kitap yaz­
mıştır. Painter diyor ki: "Bu, çıplak A lbertine’i uyurken betimleyen
Proust'a çok yabancı bir konu değildi." Painter, Proust'un Louisa

' İlk Adam, Albert Cam us, çev.: Tahsin Yücel, Can Yayınları, 1994. (ç.n.)
57
M ornand'la ilişkisinin 1904 ilkbaharında başladığını söylüyor. Pro-
ust ona şu beyiti gönderdikten çok kısa bir süre sonra:

Louisa'nın elde edemediği adamın


Yok sığmağı Onan’ın günahından başka

Louisa ona hemen günahtan başka bir seçenek sunar. "Kendimi,"


der Prousl ona yazdığı bir m ektupta, "ilk laşbebeği verilm iş bir
çocuktan daha mutlu hissediyorum ." Louisa'nın yatağına ilk gi­
rişinin anısına şöyle yazar Prousl:

İki ağız bir öpüşmeyle birleşti.


İki yürek artık iki değil.
Yalak mavi, salon kırmızı.
Ama gökmavisi mücevher kutusu kapanıyor
Hiçbir şey kımıldamasa ve hiçbir şey söylenmese de.
Bir inci var rengi giile benzeyen

İlişkileri, diyor Painter, birkaç ay için yoğundu am a bazı anları


sanki bir yıldan fazla sürmüştü ve aşağı yukarı Proust'un dul annesi
ölene kadar onunla birlikte yaşadığı dönemi kapsıyordu. "Başka
kadınları ayarlıyordu annesinin gözleri önünde, annesinin ondan e-
sirgediği iyi geceler öpücüğünü verm eleri için," diyor Painter. A n­
nesinin yaşamının son yılında rolleri değişm işti. Proust'un annesi
odasına erkenden çekiliyor ve oğlu odasına gelip iyi geceler
öpücüğü verene kadar bekliyordu.
Babalar da özlem nesnesi olm uşlardır, bu konu aşırı Freudyen
bir görüşle ellili yılların ortalarında, zaman zaman televizyonda da
gösterilen The R ack adlı m ahkem e film inde canlı bir biçim de be-
timlcnmiştir. Film de, Paul Nevvman Kore Savaşı'nda kahram an­
lıklar gösterm iş, ancak savaş tutsağı olunca düşm anla işbirliği yap­
mış bir subayı oynar. Fiziksel işkence yoktur am a aşırı soyutlanm a
ve çocukluğunu anım sam aya zorlanm anın çifte ruhsal işkencesi o-
nu yıkar. Newm an'ın askeri m ahkem ede yüksek sesle okum ası em ­
redilen ifadesinin bir bölümü, yalnız çocukluğunu yazm aya zor­
landığı açıklam asıdır. Sık sık hastalanan annesi o on iki yaşın­

58
dayken ölm üştür. Sert bir albay olan babası her zam an uzaktadır.
"Anım sadığım kadarıyla," -Nevvman gözyaşlarını güçlükle tu lar-
"babam beni hiç öpm edi, bize sarılm azdı...A rtık kimseyi se­
vemiyorum ." O gece, babası onu arayıp bulur. Sertçe konuşur­
larken, duygularını erkekçe saklam aya çalıştıkları bir sırada albay
birdenbire yetişkin oğlunu kollarına alır ve N ewm an'ı bir
çocukm uşçasına alnından öper. Bu, film lerde görülen en şaşırtıcı
öpüşlerden biridir.

Baba kız arasındaki ensest ilişki çoğu zam an kabalıkla dile getirilir.
Babasına, komşu vadide oturan ve evlenm ek istediği kızın bakire
olduğunu söyleyen genç adam la ilgili eski bir köy öyküsü vardır.
Hiç etkilenm eyen baba, "Kendi ailesi için yeterince iyi değilse bi­
zim için iyi olduğunu nereden bileceğiz?" der.
Sanatçıların çoktan sezdiği ve dolaylı bir biçim de betim lediği a-
na oğul arasındaki arzuya daha fazla saygı gösterilir.
M eryem A na ve Çocuk'un Balı sanalında bu kadar büyük bir rol
oynam asının ve M eryem Ana -İsa'n ın annesi ve g e lin i- kültünün
süregelm esinin nedeni de sezgisel bir biçim de, ilk tutkulu aşkımızı
dile getirm esidir. Bizi bugün olsa kaygılandıracak arzuların bi­
lincinde olm am a duygusu, Rom a'da T rastevere, Saint M aria'daki
m ozaikte apaçık ortadadır, m ozaikte yetişkin İsa kraldır ve tahtında
oturm akladır, annesi, kraliçesi ve gelini olarak yanındadır. İsa ve
M eryem m itolojisinden önce aşk tanrıçası Venüs ve ok atan oğlu
aşk tanrısı Cupido vardı. Çiftin en ünlü ve belki de en unutulm az
tasviri. 16. yüzyılda Bronzino'nun yaptığı ve Londra Ulusal Ga-
leri'de sergilenen Venüs, Cupido. A hm aklık ve Zam an tablosudur.
Tabloda, çevrelerindeki insan kalabalığını um ursam ayan, her ikisi
de çıplak olan anne ve yetişkin oğlu, dillerin de kullanıldığı enfes
bir öpüşm e sergilerler. Havva gibi, V enüs'ün de elinde bir elma
vardır. Cupido, aşkla annesinin m emesini kavram ıştır. V iktoryenler
tabloya saldırıp -ço k tan o n arıld ı- Cupido'nun çapkın poposunu as­
ma yaprağıyla kapam ışlar ve özenle şehvetli dillerin üzerini bo­
yam ışlardı. M ichelangelo'nun özgün Venüs ve C upido'su kayıptır a­
59
ma onu kopyalarından biliyoruz. Bu tabloda çocuk Cupido'nun
ayağı annesinin kasıklarındadır ve mons veneris'e" ayağını sürt­
mektedir. Veniis, Cupido'nun oklarından birini tutm akta ve
şehvetle öpüşm ektedirler. Çiftin başka tablolarım da bulm ak zor
değil. Veniis ve Cupido gibi, dünyanın en önemli tablolarında M er­
yem ve Çocuk'un da gözleri birbirlerinden başkasını görmez. Gi-
otto Okulu'nun on dördüncü yüzyılın başlarında yaptığı ve bugiin
Louvre Miizesi'nde bulunan bir M eryem ve Çocuk tablosu, ki Hı-
ristiyanlık'ın annelik idealini özetlediği söylenir, çocuğuna dikkatle
bakan M eryem'i betimler. M eryem'in bakışı bana hemen Prenses
Diana'yı, onun çapkın bakışını düşündürdü. Çocuk İsa, kollarını u-
zatm ış, hevesle annesine uzanıp sarılm aya çalışm aktadır. Dinsel
bir tablo olmasaydı insan bunu öpüşm eden önceki anlamlı an o-
larak yorum layabilirdi. Raffaello'nun Louvre M üzesi'nde bulunan
La Belle Jardinière tablosundaki bebeğin neredeyse şehvetli bir
bakışı vardır. Raffaello, Floransa dönem inde (1504-1508) ondan
fazla Meryem tablosu yapm ıştı ve en titiz sanal tarihçileri bile o-
nun bu konuya olan takıntısının sekiz yaşında yitirdiği annesine
duyduğu özlem le ilgisi olabileceğini dile getiriyor.

George Bataille, E ro tizm d e , konuya ilişkin yaptığı klasik ve çokça


hatalı çözüm lem esinde, erotik olan için ihlalin -m e n ed ile n in - ge­
rekli olduğunu öne sürer. Bunun gerekli olduğu konusunda aynı
görüşte değilim ama ihlalin cazip olduğu zam anlar da var.
Tabunun çiğnenm esinin lezzeti, nadiren 1930'ların M ata H ari
filminde olduğu kadar heyecanlı bir biçim de görülür, filmde erotik
aşk kutsal olan her şeyin düşm anı olarak tanımlanır, oysa altm etin-
deki Meryem'in kirletilm esi kaynayan şehveti akkor haline getirir.
Çekici casusu oynayan G reta G arbo başroldedir. H er zam anki gibi,
G arbo'nun âşığı önemli bir subaydır, Ram on N avaro'nun can­
landırdığı bu subayın adı Alexis'tir. "Seni, kutsal şeylere tapar gibi
seviyorum ," der günahkâr ve erotik M ata Hari'ye.
* (Lat:) mons veneris: Venüs tepeciği. Kadınlarda kasık kemiklerinin birleştiği
noktadaki şişkinlik, (ç.n.)

60
M ata Hari, hangi kutsal şeyler diye sorar.
"Tanrı, ülke, onur, sen."
"Ben en sonuncu m uyum ?"
"Sen en önce geliyorsun," der Alexis.
Öpüşm eye başlarlar. M ata H ari, duraksayarak, daha az ışık
yeğler ve bir m um u işaret eder, A lexis'in onu söndürm esini ister.
O, M eryem 'in kandilidir: "Benim önce geldiğim i söyledin."
Alexis, kutsal kandili söndürm ek istem ez. "Onu yanık tutm aya
yem in ettim . H er şeyi yaparım ama benden bunu isteme."
"Ben gidiyorum ," der Garbo.
"H ayır!” M um a koşar, G arbo'ya bakar, sonra m um a bakar. "Ba­
ğışla beni,” der M eryem 'e ve mumu söndürür. Görünm eyen
öpücük, kutsala saygısızlık, solukları keser. Sözcüklerin seslerine
dikkat: M ata, M eryem , M ama.

61
e
lutarkhos, MÖ. 4. yüzyılda yaşam ış genç bir prensin öykü­
sünü anlatır; prens hastalanır ve sararıp solar, ta ki doktoru,
üvey annesinin hasta odasına her girişinde prensin terleyip kızar­
dığını fark edene kadar. Doktor, Prens A ntiokhos’un üvey annesine
âşık olduğunu anlar, ve bunu babasına söyler, Suriye ve Babil İm ­
paratoru olan babası, oğlunun yaşam asını istiyorsa bir şeyler yap­
malıdır. İm parator, A ntiokhos'u yukarı A sya kralı, kendi karısı
Stratonike'yi de oğlunun kraliçesi ilan eder.
O idipus yetenekli bir doktor olsaydı Sophokles'in büyük oyunu
olmayabilirdi ve psikanalitik kuramın terminolojisi çok farklı olurdu.
K uram ın kendisi gibi, 1920'li yıllarda O idipus kom pleksinin ev ­
renselliği ciddi biçim de sorgulanm aya başlandı, insanbilim ciler a-
F5ÖN/Öpüjme 65
ile düzenleri ve çocuk bakım ı uygulam aları değişik olan Batılı ol­
mayan halkların bu tür kom pleksleri olm adığını ileri sürüyorlardı.
O idipus kom pleksi -P ro u st'u n başyapıtında çok inandırıcı biçim de
v a rd ır- diyordu Freud'un eleştirm enleri,/?« de siecle' A vrupasm da
var olan çirkin bir şeydi ve çağının adamı olan Freud kendi
kültürünü uygarlığa denk saym ıştı. A m a O idipus kom pleksi y a ­
şamın belgesi olm asa da pek çok insanın yaşam ının belgesidir ve
hep öyleydi. Ham let'in sorununun düğümü annesinin am casıyla
(babasının yokluğunda baba rolü oynam ıştı) olan cinsel ilişkisini
kıskanm ası değil miydi? Shakespeare bize asla Ham let'in babasıyla
arasının nasıl olduğunu söylem em iştir; herhalde korkunçtu.

Toplum bilim leriyle psikanaliz arasındaki kan davası -b u n a flört


de d en iy o r- sürüyor ve sürüyor. Evrim kuramını öğrenen herkes
standart Freud karşıtı darbeyi, Freud'un her şeyi cepheye çektiğini
de öğrenir. Yazarlar. Freud'a 1920'lerde etolog Irenaus Eibl-
Eibesfeldt'in A şk ve N efret'le yönelttiği suçlam ayı yinelem eyi sür­
dürüyorlar:

Öpüşme ve okşama gibi tipik cinsel davranış sayılan pek çok davranış
biçimi köken olarak aslında ebeveyn ihtimamının eylemleridir. Oku­
yucuya bunu anımsatıyoruz çünkü Sigmund Freud, dikkat çekici ka­
rışıklıkta bir yorumlamayla, bir zamanlar bir annenin çocuğuna karşı
cinsel davranış örnekleri gösterdiğini fark etseydi kesinlikle
şaşıracağını ileri sürmüştü...Bir anne çocuklarına ebeveyn ihtimamının
eylemleriyle bakar; bunları kocasına kur yapmak için de kullanır.

Başka bir deyişle, Eibl-Eibesfeldl yirm i yıl sonra yayım lanan ders
kitabı İnsan E tolojisf nde şöyle der: "Freud, evrim in yönünü yanlış
yorum lam ıştır. O kşam a örnekleri ilk olarak ebeveyn bakım ının
hizm etinde olacak biçim de evrilm iştir ve ikincil olarak kur yapma
davranışları repertuvarm a dahil olm uştur."
Ama hangisinin daha Önce geldiğini kim se kesin olarak bi­
lemez. Ben her iki tarafın da tam am en haklı olduğuna inan-
* (Fr:) fin de siècle: 19. yüzyıl sonu, (ç.n.)

66
m ıyorum; 1. bölüm de açıkladığım gibi, benim kuram ım a göre, in­
sanın yetişkinliği değil, bebekliği bu 'örnekleri' yaratır. Şehvet ve
anneyle çocuğun karşılıklı bütünleyici bağım lılığı bir öpücüğün bi­
çim ini ve anlam ını yaratır. Erotik öpüşm e em m e taklididir ve aynı
zam anda öbür kişiyi de beslem enin taklididir. Bunu kanıtlayam am ;
etoloji de kanıtlayam az; ve Freud için, tavuk mu yum urtadan yoksa
yum urta mı tavuktan çıkar sorusu o kadar önem li değil. Sık sık yi­
nelenen etolojik darbe etolojinin penisinin psikanalizin penisinden
daha büyük olduğunu gösterm ek için tasarlanm ıştır.
Ve belki de öyledir. Psikanalitik kuram daha önce ortaya çıktı
am a etolojinin verileri daha geniş kapsam lıdır. H er ikisi de erotik
öpüşm enin yavrunun beslenm esinden türediğini ve bebeğin em m e
yeteneğinin doğuştan olduğunu ileri sürüyor. A ncak Freud, çocuk­
lara yönelik ve kuşaklararası cinselliğe karşı daha çekingen. Bizim
bastırm alarım ızın ve tabularımızırt olm adığı toplum larda böylesi
bir cinsellik çok sık olabilirdi.
V enezuela'daki savaşçı Y anom am ilerde, bir baba her gün yak­
laşık bir buçuk saat çocuğuna sevgiyle bakar, bu bakım çocuğu
öpm eyi - yiyecek ve eğlence sağlam ayı içerir. Y ukarı Orinoco'daki
orm anlarda yaşayan Y anom am iler, çocuğun kendisini daha iyi his­
setmesi için bebek-oğullarm ın penisini öpm ek ya da emm ekten
çekinm ezler. A vrupa ve Am erika'daki bakıcıların çoğu da bu hileyi
biliyordu. Eibl-Eibesfeldt, bu uygulam anın avcı-toplayıcı Y a­
nom am iler için yetişkinlerin cinsel hazzı değil, aseksüel ebeveynlik
olduğuna alelacele bizi inandırdı. Bakıcılarsa onun alanı değildi.
Yanom am i erkekleri ve kadınlan çocuklarını ağızdan ağıza
öperek besliyordu, eski Y unanlılann yaptığı gibi sevgililer her yer­
de birbirlerinin ağızlanndan şarap ve su içiyorlardı. Bilimadamları
K unglarm çocuklarının ağızlanna, ezdikleri yiyecekleri dudak­
larıyla verdiklerini gözlem lediler ve öperek beslem enin Papualılar
tarafından ve A lm anya’nın Kara O rm anlar yakm lanndaki bazı böl­
gelerde anneler tarafından da uygulandığını gördüler. İnsan çiğnen­
miş yiyeceği dudaklarının arasında tutarsa annelerinin öperek bes­
lemeyi öğrettiği üç aylık bebekler yiyeceği alm ak için dil ve du­
daklarını uzatacaklardır.
67
Pek çok kuş ve hayvan, yavnısunu öperek besler. Avdan sonra
dişi aslan büyük et parçalarını yavrulan için inine taşır; bazen as­
lan eti yutup yavrulan için kusup çıkartm ası daha kolay olabilir.
Erkek aslanlar da bunu yapabilir. K urtlar daha da titiz babadır. Dü­
zenli olarak parçalar halinde ya da m idelerinde yiyecek getirip
bunları yuvanın önüne bırakırlar. Şem panzeler yavrularını ağızdan
ağıza önceden çiğnenm iş m uzlarla beslem ekle kalm azlar ye­
tişkinleri de öperek beslerler. O rangutan ve gorillerin de yav­
rularım öperek besledikleri gözlenm iştir.

Bir tür olarak, Büyük Beyaz A vcıların dişleri çürüktü, davranışları


kötüydü ve söm ürgecilik kokuları saçıyorlardı. İnatçıydılar da. On
sekiz yılını, yüksek, sarp Ruanda fundalıklarında ve bataklık­
larında otuz beş yabani dağ gorilini gözlem leyerek geçiren, başına
buyruk etolog Dian Fossey avcılardan nefret ediyordu am a onun
da kendine özgü eski bw ana yolları vardı. Ruhsatsız tabancası ve
Cam bridge doktora unvanıyla, yerlilerin N yiram achabelli diye
çağırdığı 1.80 boyundaki K aliforniyalI, Orm anların Yalnız Kadını,
kendi yasalarını koym uş, doğal parkta kaçak avlananları izleyen
bir ordu kurm uş ve avcılara kendi belirlediği acım asız cezalar ver­
mişti. Fossey, gorillerle, insanlarla olduğundan daha iyi geçiniyor­
du. O, canlı, yetişkin, vahşi bir gorile kendi isteğiyle dokunan ilk
insandı ve m uhtem elen bir goril tarafından ilk öpülen insan da
oydu.
Tam yetişkin erkek goril 170 kilogram , çevredeki dişiler de 120
kilogram geliyordu. Fossey onlarla karşılaştığında hareketlerini
taklit ediyor ve onların boğuk, gürleyen naooooom seslerini
çıkarıyordu, bu "m em nuniyet sesi"ydi. Karşılık olarak goriller ya­
bani kereviz sapları soyup onun ayaklarının dibine bırakıyorlardı.
Kızgın, sert, göğüs yum ruklayan vahşi hayvan efsanesi yerine Fos­
sey, ürkek, arkadaş canlısı, göğüs yum ruklayan aile m aym ununu
buldu. Fossey, gözlem lediği dağ gorillerinin onu tanıdığını bi­
liyordu ve bir gorilin yüreğinde neler olduğunu bilm enin olanaksız
olm asına karşın gorillerin kendisinden hoşlandıklarına inanıyordu.
68
Ama Ruanda'dan ayrılıp üç yıl ders verip çalışm alar yaptıktan son­
ra tekrar oraya döndüğünde onu hâlâ anım sayıp anım sam aya­
caklarını m erak ediyordu.
120 kiloluk dişi goriller ve onların pek de m inik olm ayan yav­
rularıyla karşılaştığında yanıtını aldı: "O nlara 7 m etre kadar yak­
laşıp Fossey ta r a tanışm a sesleri çıkarm aya başladım , gorillerin
m em nuniyetlerini ifade etm ek için çıkardıkları yum uşak gürlem e
sesleri gibi." En yakındaki dişi, "Bir kereviz sapını çiğneyen Effie,
ben yaklaşırken şöyle bir göz attı. İleri doğru baktı, ne olduğunu
anlayam am ışçasına gözlerini kısarak dikkatle baktı, gözlerine i-
nanam ıyorm uş gibiydi. Sonra elindeki kerevizi bir kenara fırlatıp
hızla bana doğru yürüm eye başladı." Bir başka goril, Tuck, kol­
larında taşıdığı bebeğini fırlatıp F osseyyc yaklaştı, "A ğırlığını kol­
larına verip o kadar eğildi ki yüzlerim iz aynı hizaya geldi ve a-
ram ızda birkaç santim etre kaldı." 30 - 40 saniye birbirlerine bak­
tılar, sonra T uck, "B enim yanım a uzandı...ve bana sarı İdi!...bana
sarı İdi!... bana sarıldı! TA N RIM , beni anım sadı." Effie de hemen
onların üstüne atladı. Fossey'i tanıyan öteki dört goril de, yavrulan
çevrelerinde dönerken Fossey'i ağızlarıyla, yum uşak öpm eyi an­
dıran hareketlerle hafif hafif ısırdılar, bu bir sevgi göstergesi o-
labilirdi am a kesinlikle bir güven göstergesiydi.
Fossey gibi etologlar, yıllarını yabani doğada hayvanlan göz­
leyerek geçirdiler. Bir bakım a, gorillerin, m artıların - y a da in­
sa n la rın - çalışırken ve oynarken lam olarak neler yaptıklarını not
alan birer röntgenci onlar. Ö püşm e gözlem i, kuş ya da m emelinin
yavru bakm a, çiftleşm e ya da yatışm a düzenlerinin belgelen-
dirilm esinin bir bölüm ü. Şehvetin, bilimsel olarak saptanm ası zor.
Amaca yönelik -e re k s e l- davranışın ortaya çıkm ası daha kolay.
Etologların, öpüşm enin içeriğinde ender olarak şehvet am acı ol­
duğunu düşünm elerinin nedenlerinden biri de bu. Onların yapmayı
yeğlediği, cinsel uygulam aların doğuşu üzerinde varsayım larda bu­
lunmak.
İnsan cinselliğinin evrim inin ayrıntılarının incelem esi hâlâ
sürüyor ancak bilim den çok, bir oyun gibi. Eğitilm iş sanıların akıl
oyunu olan satranç gibi, oyıın tahtasındaki her oyuncunun nasıl ha­
69
reket edeceği bilgisine dayanıyor. Donald Sym ons'ın 1970'lerin so­
nunda yayım ladığı insan cinselliğinin evrimi üzerine olan ku­
ram larına hâlâ önem veriliyor. Ö rneğin, David Buss 1994'te ya­
yım ladığı A rzunun Evrim i adlı yapıtında Sym ons'ı onaylıyor.
Sym onsçılar, erkek orgazm ına -k esin lik le ürem eyle ilgili ve bu ne­
denle evrim sel önemi v a r - en yüksek konum u veriyorlar. Dişi or­
gazm ı, diyor Sym ons, evrim in periferisiydi. K litorisin evrim deki
rolünü ise erkeklerin m em e uçlarına benzetir: Büyük ölçüde
işlevini yitirm iştir.
Itırlı Bahçe kadın anatom isini biraz daha iyi anlam ış gibi. K i­
tapta kadınlık organı şöyle tanım lanıyor: "Tanrı bu nesneyi bir a-
ğız, bir dil (klitoris), iki dudakla donatm ış; bir ceylanın toy­
naklarının çölün kum unda bıraktığı iz gibi." Belki de erotika.
bilim adam larının okum a listesinde önem li bir yer işgal etmiyor.
Elbette klitorisin bir işlevi var ve dişi orgazmı ürem e için
önemli. O rgazm a ulaşan bir kadın yeniden sevişm ek isler, o anda
ya da bir başka zam an - kendisinin (ve erkeğin) ürem e olasılığını
arttırır. Emme V arsayım ının deneysel kanıtları vardır; orgazm lar,
sperm leri üreme bölgesinin tepelerine doğru emer.
Am erikalı insanbilim ci H elen Fisher, Aşkın A natom isi'nde, 3.6
milyon yaşındaki kemikleri şim diye kadar bulunan en eski insansı
iskeletlerden biri olan Lucy'nin yüz yüze seks yapıp yapm adığını
m erak eder. Lucy insan değildi am a insan soyundandı. Fisher, o-
nun orgazm la birlikte yakınlığı da tatm ış olmasını um uyordu. "Yüz
yüze cinsel birleşm ede, eşleri kadının yüzünü görebilir,
fısıldayabilir, bakar ve yüz ifadesindeki değişim leri yakalayabilir."
Böylesi yakınlık, diyor Fisher, bazı kadınların orgazm olm ak için
gereksinim duyduğu anlayış ve güven duygusunu barındırır. Pek
çokları dişi orgazm ının yüz yüze cinsel birleşm eden evrildiğini öne
sürüyor. A m a kesinlikle böyle olması gerekm iyor.
Bazı B aldılar ve çoğu Afrikalı arkadan girişe m eraklı, ve - k e ­
dilerden sığırlara k a d a r- pek çok dişi m em elinin bu pozisyonda or­
gazm olduğuna ilişkin kanıtlar var. Y üz yüze seks dişi orgazm ı i-
çin en iyi pozisyon olm asa da tutulan bir uygulam adır ve bu yal­
nızca insanlar arasında geçerli değildir. Şem panzelerin en zekileri
70
olan bonobolar ve bazı orangutanlar da buna m eraklı. Sorulması
gereken soru, insanları ilk yüz yüze ilişkiye ilen etken neydi?
Bu oyunda insan çılgınlar gibi tahm inlerde bulunabilir.
Bence bir öpücüktü.
Bir cum artesi gecesi tarih öncesi Etiyopya'da, insan Lucy,
Âdem ’i öpm ekten hoşlandığını fark etti -h a y ır, onun adı Luke ol­
su n - ve tarihim iz değişti. Bir Prom etheus anıydı, destansıydı. Ateş,
Prom etheus'un insanlığa arm ağanıydı; teknolojinin gücünü açığa
çıkarm ıştı. İlk erotik öpüşm e de şehvetim izi açığa çıkardı. Öteki
m aym unlar arasında yaygın olan arkadan giriş seksi yerine biz yüz
yüze sevişm enin hazlarını keşfettik.
Peki öpüşm eyi nasıl keşfettik? Şöyle olm uş olabilir mi? Lucy,
bebeğini m em eden kesm ek için bir m iktar yiyeceği çiğnedi ve bu­
nu diliyle bebeğinin dudaklarının arasından içeri itti. Lucy ve be­
bek bundan hoşlandı ve uygulam a yaygınlaştı. Derken, bir gün
Lucy yiyecek bir şeyler toplam aya gittiğinde aç bebek yaygarayı
bastı, Lucy'yi izlem iş olan Luke. bağırtıyı kesm ek için bebeği
öperek besledi. B u, Luke'un da hoşuna gitti ve öperek beslemeyi
Lucy ile denem eye karar verdi. Y a da belki de ilk adım ı atan be­
bekti, ebeveyn dudağını em erek. Belki de bir gereksinim den
doğmuştu: B ir tarihöncesi cumartesi öğleden sonra Luke bacağını
incitmişti ve su içm ek için dereye gidem iyordu. C um artesi gecesi o
kadar susam ıştı ki Lucy ağzına aldığı suyu ona içirdi. Dudakları
birbirine dokundu, sonra da dilleri. B ir süre sonra Lucy Luke'un
üzerine çıktı ve içine girm esini istedi.
İlk erotik öpüşm enin hemen ardından bir başka mucize ger­
çekleşti. Luke ve Lucy birbirlerine âşık oldu. B ir öpüşm eyle
başladı aşk. Ç oğunlukla hâlâ da öyle. Belki de âşık olm ak olarak
nitelendirdiğim iz fiziksel çılgınlık 2. bölüm de sözünü ettiğim cin­
sel uyarılm a sonucu ortaya çıkan kimyasal m addelerden kay­
naklanıyordur. Belki de âşık olmak hazzın kendisinden ve daha
fazla haz arzusundan geliyordur. Bazı insanların ilk öpüşm eden
önce âşık olduklarım biliyorum am a çoğu olm uyor. Öykünün
başka çeşitlem eleri de olabilir. Her iki cins de öpüşm eyi ilk kez ay­
nı cinsiyetten olan bir arkadaşıyla denem iş olabilir ya da bir
71
çocuğu öperek beslem e erotik öpüşm eye dönüşm üş olabilir. (Ç o­
cuklarla cinsel ilişki kurm akla ilgili tabularım ız yüzünden olsa ge­
rek, etologlar öperek beslemenin nasıl olup da erotik öpüşm eye
dönüştüğüne ilişkin varsayım larda bulunm aktan kaçınıyorlar.) İlk
öpüşm esinden sonra Lucy bazen yalnızca öpüşerek orgazm a u-
laşıyordu. Ve bazen de orgazm arayışı içinde olm aksızın öpüşüyor,
öpüşüyor, ağır ağır arzunun kim yasına bulanıyordu.
İnsansılar erotik öpüşm eyi bu hayal ürünü öyküde Lucy ve
Luke'un yapm ış olduğu gibi öğrenm iş olabilirler gerçekten. Öte
yandan, insanlık yeni bir aygıtı, öpüşm eyi, o yakınlaşm a aygıtını,
kuşları ve bonoboları izledikten sonraki hoş bir günde de g e­
liştirmiş olabilir.

Şem panze ailesinin ince yapıü, koyu tüylü üyesi bonobolar. dikkati
çekecek kadar insana benzerler ve araştıran dilleriyle derin
öpüşürler. Erotik öpüşm enin ve yüz yüze cinsel birleşm enin, ilk in­
san yeryüzünde yürüm eye başlam adan ve altı milyon yıl önce en
yakın akrabam ız şem panzelerden ayrılm adan önce ortaya çıkm ış
olması müm kündür. (Ya d a bizlerden biri tekerleği yeniden
keşfetm iş olabilir, yani Fransız öpüşm esini.)
Şem panze, daha gelişm iş kuzeni bonoboya kıyasla cinsel a-
renada bir çıraktır. Sıradan şem panze açık ağızla öpüşse de dilini
kullanmaz. M aymun kuzenlerim izin en zekisi bonobo diliyle
öpüşür; ama biraz cesaretlendirilm eye gereksinim leri vardır. Yeni
bir hayvanat bahçesi bakıcısı, bakım ından sorumlu olduğu bo-
noboyla ilk karşılaştığında, bonobo dilini ağzına sokuverince
korkm uştu. Bonobolar saldırganlığın yerine cinselliği koyarlar. Y a­
şamları dişi m erkezli ve eşitlikçidir: G österiyi dişiler yönetir.
Vahşi doğadg ve hayvanat bahçesinde, bonobolar yüz yüze seks
yapar ve dişiler cinsel organlarını birbirlerininkine sürterler. İnsan
dişisinde olduğu gibi dişi bonobonun da vajinal açıklığı öne
doğrudur, yüz yüze ilişki arkadan girişten daha kolaydır. Bono-
boların çok çeşitli cinsel ilişki pozisyonları vardır ve her iki eş de i-
lişkiye öncülük edebilir. Bonobo uzmanı Frans de W aal, bo-
72
nobolann "ateşli erotizm ini", erkek egemen dünyasında pek az cin­
sel çeşitlilik yaşayan dişi şem panzenin "biraz sıkıcı ve işlevsel cin-
selliği"yle kıyaslar. M aym unların çoğu gibi dişi şem panzeler, gebe
kalabilecekleri dönem ler dışında erkek m aym unlara çekici gel­
m ezler ya da erkekleri çekici bulmazlar.
"Bonoboiarsa tersine, sanki K am a Sutra'yı izliyorm uş gibi akla
gelebilecek her şeyi denerler." Dişi bonobo, evrim yolunda dişi
şem panzeden daha fazla yol alm ıştır ve çoğu zam an sekse hazırdır.
Dişi insan gibi.
D ünya çapındaki şem panze uzmanı Jane G oodall, bonoboların
yaşam ını cennete benzetir: "Yetişkin bir erkekle dişinin çiftleşm eyi
başlatma önceliği her iki cinse de aittir ve cinsel eylem çok çeşitli
pozisyonlarda gerçekleşir", buna dişinin en gözde pozisyonu da da­
hildir. "Sonuç olarak, erkek saldırganlığı ve egem enlik rekabeti
çok azdır. Sanki ütopik bir toplum." Şem panzenin, vahşi yaşam a o-
ranla, boş zam anının daha fazla olduğu ve daha az yaşam
mücadelesi verdiği hayvanat bahçesinde, ürem eyle sonuçlanm ayan
cinselliğe daha fazla yer vardır. "H ayvanlar doğal ortam da ol­
duğundan çok daha az yoğunlukta gündelik yaşam ın baskısıyla
karşılaşır," diyor G oodall, "ve doğal olm ayan deneyim için daha
fazla zam anları vardır".
De W aal'a göre, bonoboların cinsel yaşam ı büyük ölçüde
üremeden uzaklaşm ış olsa da pek çok işlevi vardır. Biri haz, öbü­
rüyse çatışm a ve gerilim in ortadan kaldırılm asıdır.
Bu noktada, bonobolar, avlarını yakaladıktan sonra etten pay­
larını beklerken birbirlerini öpen şem panzelerle aynıdırlar. Sadistçe
bir zevk gibi görünen am a aslında bir gerginliği azaltm a yoludur
bu. Güven tazeleyici öpüşm elere başka durum larda d a rastlanıyor:
"Ani korku durum larında (örneğin yabancıların sesleri ya da geçip
giden balıkçının sesi), dişi şem panze genellikle erkeğine koşar, bir­
birlerine sarılıp öpüşürler." Burada işlevin sürekliliğini görüyoruz:
Öpüşm e, m em e em en bebeğin hissettiği gibi bir güven duygusu o-
luşturuyor; ikili birlik duygusu topluluğu da sarıyor. Korktukları,
şaşırdıkları ya da cinsel olm ayan nedenlerle heyecanlandıkları za­
man, şem panzeler bu "temas aram a davranışını" sergiliyorlar. Ya­
73
kınlarda bir yerde bir kavga çıkarsa -e n d e r bir o la y - erkek
şem panze yanındaki arkadaşını öpebiliyor.
Psikanalist M .K. Tem erlin, evinde yaşayan Lucy adlı bir
şem panzeyle ilgili bir kitap yazdı. Lucy, on yıl onunla birlikle ya­
şadı ve Tem erlin Lucy'nin sevgisinin aşk olduğunu fark etti. T e­
merlin ya da karısı hastalanıp kustuğunda, Lucy de banyoya ko­
şuyor ve kollarıyla onlara sarılıp öperek rahatlatm aya çalışıyordu.
G oodall, öyküyü rapor edecek kadar ciddiye aldı.
Vahşi şem panzeler bir ayrılık dönem inden sonra yeniden kar­
şılaştıklarında "dudaklarını büzüp birbirinkine değdirerek ya da a-
ğızlarını sonuna kadar açıp birbirinkine bastırarak" selâm laşırlar.
G oodall, 1960 yılında araştırm asına başladığı Tanzanya’daki
G öm be kolonisindeki şem panzelerin, yiyecek bulm anın heyeca­
nıyla birbirlerini açık ağızlarla öptüklerini gözlem işti. Goodall'un
notlarında, dev bir muz yığını bulan iki dişi şem panzenin muzları
yem eye başlam adan önce, birbirlerinin boynuna sarılıp ağızlarını
om uzlarına bastırm aları betimlenir.
Son zam anlara kadar, en büyük penise sahip olan m aym unun
insan olduğu düşünülüyordu. A m a artık şam piyonun bonobo ol­
duğunu biliyoruz. Bonobo penisini içine çekebildiği için çoğu za­
man pek bir şey görülm ez, belki de bu yüzden bonobonun parlak
pembe penisinin insan penisinden daha büyük olduğunu keşfetm ek
bu kadar zaman aldı. Hayvanat bahçesinde bonobonun dikleşen pe­
nisini ölçen de W aal, "Beden boyuyla orantılı olarak bu m ay­
m unun testislerinin boyutları ve dik penisi ortalam a insan er­
keğinin cinsel organlarının boyutlarını geçiyor," diye yazıyor.
Penisler, ağızla uyarılm ası dışında, bu kitabın konusu olm asa
da, bonobo penisinden şehvetin ötesinde bir nedenle söz ediyorum.
De W aal, genel olarak bonoboların yüzde 5'inin ereksiyon halinde
olduğunu am a beslenm e zam anında bonoboların penislerinin
kılıflarından çıktığını ve yem eye başladıklarında yüzde 50’den faz­
lasında ereksiyon gerçekleştiğini gözlem işti. İlk ereksiyonlar, ba­
kıcılar muz ağacı filizleri ve yapraklı dallarla ortaya çıktık-larında
gerçekleşiyor ve yiyecekler hayvanların barınağına atıldığında do­
ruğa ulaşıyordu. De W aal, "Bonoboların yaşam ında yiyecekle cin-
74
s d lik arasında çok güçlü bir bağlantı var," diyor.
Yavru bonobolar, m em e em m ek istediklerini dudaklarını
büzerek ifade ederler. Sütü gelm eyen anne bonobo Linda'nın tep­
kisi daha da ilginçti. Linda'nın bir K aliforniya bonobosu olan iki
yaşındaki yavrusu dudaklarını büzüp "asık suratıyla" annesine ba­
kınca, Linda hem en ne istediğini anlam ıştı. Ama bebeği ondan u-
zakta büyütülüp sonra yanm a getirildiği için Linda'nın sütü yoktu.
Yavrusunu em zirem eyince çeşm eye gidip ağzını suyla doldurdu.
Sonra, çocuğunun önüne oturup ona doğru eğilerek dudaklarını
büzdü. Y avrusu, onun ağzından su içti. Bu, insan sevgililerin bil­
diği ıslak öpücüktü. Öperek beslem e, m em eyle beslem e gibi, ya­
şamı sürdürm e ve şehvetin hem ana baba, hem de bebekte aynı an­
da var olan güdüler olduğunu bize gösteriyor.
İnsanın yanı sıra bonobonun da kuyruksuz m aym unların yal­
nızca en seksisi olm akla kalm ayıp en zekisi de olm ası büyük bir o-
lasılıkla rastlantı değil. B ir zam anlar utanılası hayvansal doğamızın
bir parçası olarak düşünülen, cinsellik ve şehvete düşkünlük ev­
rimsel bir üstünlük gibi görünüyor. Ö püşm enin başladığı yerde
-cin selliğ i, bir ürem e aracı olmanın ötesine taşıyarak yakınlaş­
manın ve zevkin anahtarına dönüştürm e y eten eğim iz- zekâmızı
gösterdik.
Lııke ve Lucy'nin m ilik anı yerine, bonoboların derin öpüşmeyi
keşfetm elerinin betim lenm esi gerektiği öne sürülebilir. Ama bence
insanlar daha ilginç. Ve. zaten, dişisiyle erkeğiyle, öykümüzdeki
şaşkın insansı çiftin keşfettiğini keşfedecek daha pek çok homo sa-
pietıs var.

Tarihöncesi dünyada da, bugün olduğu gibi, aşkın öpüşm eyle


başladığına inanılıyordu. Sokrates, öğrencilerinden K ritobulos'un
çok güzel bir genci öptüğünü duyunca, dehşete düşer: seçilen sev­
gilinin cinsiyeti değil K ritobulos’un âşık olup tutkunun kölesi ol­
ması tehlikesi yüzündendir bu. K ritobulos, der Sokrates, "tamamen
kendini kaybetm işti ve dikkatsizdi". Ö yle davranıyordu ki, "Sanki
bir bıçak çem beri içinde takla atıyor, sanki ateşe atlıyordu."
75
Aşk evrensel olgulardan biri am a bize yeni bir keşif olduğu
öğretildi. Çünkü evlilik geniş ölçüde toplum sal konumu temel a-
hyordu, çoğu zam an m alların denetim altına alınm asının çok iyi
bir yoluydu; pek çok bilgin rom antik aşkın var olm adığı sonucuna
varm ıştı, ta ki ortaçağ Fransa'sında ozanlar aşk şarkıları söylem eye
başlayana kadar. Ama bireysel cinsel aşk her toplumda var görünüyor.
Kalahari Ç ölü'nde yaşayan Kunglar, Harvardlı insanbilim ciler
gelene kadar kibar aşk diye bir şey duym am ışlardı. O nlar da âşık
olurlardı. Bir ağacın gölgesinde oturup yeni evli bir çiftin neşeyle
birbirlerini kovalam alarım izleyen bir genç adam, oradaki in­
sanbilim ci gibi, çiftin birbirine çok âşık olduğuna ikna oldu, ama
"şimdilik" diye de ekledi. Sokrates için olduğu gibi, onun için de
âşık olm ak ateşe atlam aktı; am a bu arzu edilen bir tutku ateşiydi.
"Bir süre sonra," dedi, "ateş söner ve öyle kalır. Bak, evlendikten
sonra kulübenin önünde birlikte oturursunuz, yemek pişirip bir­
birinize verirsiniz - tıpkı ana babanızın evinde yaptığınız gibi.
Karın annen gibi olur, sen de onun babası gibi olursun."
Etologlar için bu o kadar da kötü değil. Pek çok etologa göre,
âşık olmanın am acı ürem e işlevi için çift oluşturm aktır. Kadının
cilve yapıp kendini kovalatm asının am acı, eşin iyi bir Verici olup
olm ayacağını anlam a yoludur diyorlar bize. Haydi canım. K a­
dınların içgüdüsel nedenlerden ötürü cilveli oldukları kurmacadır.
Pek çok kadın cilveli değildir, çoğu da saldırganlığın bir kur yap­
m a stratejisi olarak işe yaradığını düşünse bunu yapardı. Bazı genç
kadınlar naz yapm az ve seksi başlatır. Yirmi bir yaşındaki pek çok
kadın -erkeklerle cinsel ilişki kurm uş olanları b ile - erkeklerin ken­
dilerinin ucuz ya da kolay olduklarını düşünm elerinden korkuyor.
A nnelerim iz bize böyle öğretirdi. Şim di de insanbilim ciler yapıyor
bunu.
Âşık olm ak -k i genellikle öpüşm eyle b a şla r- kısa, orta ve uzun
dönem li ilişkilerle sonuçlanır, sonuncusuna genellikle "evlilik" di­
yoruz. Evlilik, gelenekselleşip kural olm uştur, ama tek gecelik i-
lişkiler de türüm üz için doğaldır: aşkın kim yasıyla upuzun bir ban­
yo yerine çabuk bir duş. Tek gecelik ilişkilerin çocuk büyütm eye

76
pek yararı yok; evrim in bizi, çift oluşturm aya özendiren, doğuştan
alışkanlık yapan kim yasal maddelerle donattığını ileri süren birden
fazla insanbilim ci var, am a bu m addelerin öm rü 18 aydan 4 yıla
kadar sürüyor. Boşanm aların çoğu dördüncü yıldan sonra gerçek­
leşiyor: yedinci yıl sıkıntısı denen şey aslında dördüncü yıl sıkıntısı.
Etologlar haklıysa ve âşık olup çift oluşturm anın nedeni, genç
insanın olgunlaşm asının çok uzun sürmesi ve kadının kendisini ve
bebeğini koruyacak bir erkeğe gereksinim duym asıysa, o zaman
aşk m ilyonlarca yıl ya da daha fazla yaşayabilir - dünya çapında
olm asa bile B atın ın cebi dolu, kültürel ve ekonom ik seçkinlerinin
arasında en azından. V e düşünün: Bugün pek çok kadın bebeğini
tek başına büyütüyor. Ya da çocuk sahibi olm am ayı yeğliyor.
Kadın eğitim düzeyi yükseldikçe daha az çocuk sahibi olm a e-
ğilim ine giriyor. V e bugün, bir çocuğun sorum luluğunu taşım ayan,
ekonom ik bağım sızlığını kazanm ış, âşık olm aya fırsatı olan ve tut­
kulu aşk ilişkileri yaşayan kadınlar işte bu kadınlar - yalnızca pren­
sesler ve Y unan arm atörlerinin kızları ve H ollyw ood yıldızları de­
ğil. Etologların; cinsel oyunların, şehvetin ve bunun sonucu olan
erotik öpüşm enin doğa tarafından, bağlılığı özendirm ek için ya­
ratıldığı ve böylece yavrularım ızın güvenliğinin sağlandığı yönün­
deki savları kesin yanıt değil. Eğer mesele bu olsaydı, en cinsellik
dolu evlilikler evde oturan anneler ve onların ekm ek parası k a­
zanan kocalarının evlilikleri olurdu. 1950'lerin önlüklü Annesi ya
da Anası bizim cjnsel idealim iz olurdu, ve erkeklere kendisini ge­
çindirm esi için gereksinim duyan kadınlar âşık olm a ve âşık kalm a
olasılığı en yüksek kadınlar olurlardı. Kim se bunun böyle ol­
duğunu kanıtlayam az ve pek az kişi bunu öne sürebilir.
İnsan cinselliğinin ürem e işlevinin ötesinde olduğu bugün bir e-
toloji gerçeği. Şehvetli haz etologların uğruna ölecekleri bir değer
değil am a bağlılık öyle. Bağlanm ayı insan şehvetinin ana yararı o-
larak gören Eibl-Eibesfeldt şöyle yazıyor: "H ayvanlarda cinsel ey­
lem yalnızca çoğalm a amaçlıdır; insanlardaysa ek olarak bağ o-
luşturm a işlevi vardır. Tam am en insani olan bu yeni işlev cin­
selliğin çoğalm a işlevi kadar önem lidir." Am a, etologlar, şehveti,
şehvet adına savunm azlar. Oysa şairler savunur.
77
Öpüşmeye çağrı
I

С
atullus, hazza övgü, delice sevdalar ve cinsel arzu üzerine
C yazdı. Rom a'nın Elvis'i olan C atullus ateşli ve çok açık
sözlüydü; açıkça teklifsiz ve bazen kaba bir Latince kullanm ış ve
klasik edebiyatın en iyi bilinen öpüşm e savunm anı olm uştur.
M Ö 1. yüzyılda İm paratorluğun en ünlü şairlerinden olan Ca­
tullus, aslında V eronalı b ir genç olm asına karşın tam bir Ro-
m alı’ydı. O ndan sonraki şairler cinsel birleşm e yerine 'öpüşme'
sözcüğünü kullandılarsa da, yaraka "güzel, dik bir yarak" diyen Ca­
tullus (M Ö 84 - 54) için öpüşm e öpüşm eydi. U m utsuzca âşık ol­
duğu bir kadına yazdığı Vivamus (Y aşayalım ) adlı uzun şiiri,
dünyanın, öpüşm e üzerine yazılm ış en ünlü şükran şarkısıdır.
FûÖN/Öpüşmc 81
Beni bin kere öp, sonra yüz bin,
Sonra bin kere daha, sonra ikinci bir yüz bin.
Sonra bin daha, sonra yüz bin daha.
Sonra binlere binler katıp hesabı karıştıralım ki
Biz bile işin içinden çtkamayalım.*

Bu öpüşm eye özendirm e, sonra gelen klasik eğitim almış şair ku­
şaklarını bu şiiri çevirm eye ya da taklit etm eye itecekti. A m a ne
yazık ki, hemen değil. O zanlar açıkça erotik aşk şarkıları
söyleyene kadar yüzyıllarca işkenceden geçm iş H ıristiyanlık buna
müdahale edecekti. Catullus'tan bin beş yüz yıl sonra, zaman za­
man bir erkek gibi giyinen ve cirit oynayan Louise Labe (yak.
1520-66), sevgililerine tutkulu soneler yazmıştı. XVIII. Sone,
m uhtem elen şair O livier de M agney'e yazılm ıştı. Şiir Catullus gibi
başlar ve sonra tamamen Labe'ye dönüşür:

Beni daha çok öp, beni yine öp ve öp.


Bir öpücük ver bana usulünce gövdenin
Bir öpücük eşsiz tutkunla
Bense dört öpücük vereceğim neşeyle kaynayan

Aşağıdaki dört satır, Labe’nin, öpüşm ede çok önem li olduğuna i-


nandığım karşılıklı alışverişi apaçık hissettiğini gösteriyor. Çağının
ilerisinde bir kadın olarak yaşam da ve aşkta eşitlik istiyor:

Yutayım öpüşlerini, sen de yut benim öpüşlerimi.


Yudumlayalım ağızlarımızla birbirimizin sevincini.
İki yaşamı olabilir hem sevenin.
Hem sevilenin, ben sende, sense bende.

HollandalI şair Johannes Secundus (1511-36), Catullus’un a-


ritmetiğine hayrandı, Shakespeare'in rakibi Ben Jonson gibi. Jo-
hannes'in "Öpücükler”i çarpılır:

Yüzlerce yüzlerce öpücük,

* Dünya Aşk Şiirleri Antolojisi, Eray Canberk, çev.: Süheyla Yanık, Ö zgür Y a ­
yınları, 1994. (ç.n.)

82
Yüz binlerce öpücük.
Bin kere binlerce öpücük...

Ben Jonson (1572-1637) "Aynısına" şiirinde öpücüklerini toplar:

Bir daha öp: bir yaratık yok gelen.


Öp, ve yaz zengin toplamı.
Üzerine dudaklarımın, güç bela ayrılan
Sen soluk alırken. Yüz öpücük ver önce,
Sonra bin, sonra bir yüz
Daha, sonra öbürünün üstüne
Bin daha ekle, bir bin daha:
Eşit oluncaya dek bu zenginlikle.
Bütün çimenleriyle Rumney’in
Chelsey tarlalarının kumuyla.

İngiliz R önesansı'nm en büyük lirik şairi R obert H errick d e ge­


ride kalm az, "A nthea'ya, A h, Anthea'm" şiirinde hem toplar, hem
de çarpar:

Bir öpüş ver bana, bir daha, bir daha;


Yirmi öpüş olunca, bir yüz daha ekle:
Bu yüzün üstüne bin daha: öp durmadan,
Bini milyon yapana kadar.
Üç milyon yap onu, yaptıktan sonra,
Öpüşelim yeniden, baştan başlamasına.

"Dianame'ye" şiirindeki dileği daha alçakgönüllüdür, verdiği de


öyle, am a ruhu aynı ölçüde şehvetlidir:

Bir öpüş ver bana


Başka verme;
Eğer böylesi
Yoksul kılarsa seni;
Varsıl olasın diye
Jki bine
Çıkarırım
Bu öpüşü

83
Shakespeare de bu şiddetli rekiam koşturm acasına "Venüs ve Ado-
nis" (1593) ile girer:

Bin öpüş satın alır kalbim benden:


Ve birer birer öder onları zamanın olduğunda.
Nedir ki bin dokunuş sana?
Bir çırpıda söylenip gitmiyorlar mı?
Diyelim, ödemediğinde borç çıksın iki katma
İki bin öpüş mü bütün mesele?

Antonius'un K leopalra'ya hüzünlü vedasında bile geleneğin yankısı


var:

Ölüyorum, Mısır ölüyorum.


Ancak şimdi biraz zaman dileniyorum ölümden.
Binlerce öpüşün en sonuncusunu, en zavallısını,
Dudaklarına kondurabilmek için.*

İki yüzyıl sonra, profesyonel sefih Byron (1788-1824) sahneye


çıkar. Asla alçakgönüllü olm adan öpüşür, öpüşür, öpüşür:

Ah. öpebilseydim o ateşten gözleri.


Bir milyon yetmezdi arzumu söndürmeye:
Batırıp dururdum dudaklarımı sevince.
Kalırdım her öpüşte bir çağ boyu;
Yine de doymak bilmezdi ruhum.
Öperdim durmadan, sarılırdım sana:
Hiçbir şey ayıramazdı öpüşümü öpüşünden;
Öpüşür dururduk, öpüşürdük sonsuzca.
Öpüşlerimizin sayısı geçse bile
Sarı hasadın sayısız tohumunu.
Boş bir çaba olurdu ayrılmak:
Ayrılabilir miydim? - Ah! Asla - asta!

Şiirde öpüşm e asla bitm edi. H ıristiyanlık'ın kırbacından kurtulm ak


için bin yıllık bir dolam baçlı yol izledi.
Başlangıçta, cinselliğin seçkin bir saygınlığı vardı. O lim pos'un
* Shakespeare ve Hamlet, Prof. Dr. M ina Urgan, 'Shakespare ve Hamlet', Altın
Kitaplar Yayınevi, 1. Basım Aralık 1984. (ç.n.)

84
tanrıları aşk eğlencesine m üthiş düşkündü ve Y unanlılarla Tro-
yalılar aşk için savaşm ışlardı. Tanrıçaların etkin cinselliğinden
kimsenin kuşkusu yoktu ve bunu pek az kişi kınıyordu; tanrıçalar,
Aphrodite'yi, kim giyerse herkesin ona âşık olduğu kem erini ken­
dilerine verm eye zorluyorlardı. A phrodite’nin V enüs olarak ad-
landırıldığı Rom a'da, devlet adamı Jül Sezar M Ö 46'da onun adına
bir tapınak yaptırm akla kalm am ış, Aeneas aracılığıyla onun so­
yundan geldiğini de ileri sürm üştü. Venüs'e yakın olm ak utanç d e­
ğil, şerefti.
D oğu d a ruhaniliğin bir aracı, pagan R om a'da ise makbul bir
şehvet aracı olarak görülen beden H ıristiyan tanrıbilim ciler için
kurtuluşun önündeki başlıca engeldi. H ıristiyanlık'tan önce, hiçbir
kadının cinselliğinden utanm ası gerekm iyordu. "Ama MS 4.
yüzyıldan başlayarak," diyor klasik yazar M ary Lefkowitz, "pagan
filozoflar H ıristiyanlar kadar sofulaşm aya başla-dıklarında filozof
İskenderiyeli H ypatia bakire kalm ayı seçti." Ö ğrencilerinden biri o-
na âşık olduğunda H ypatia onu öpücüklere boğacağına âdet kanıyla
lekelenmiş bir bez parçasını fırlatarak der ki, "G enç adam , sen bu­
na âşıksın, (P lato n u n ideal) G üzel'inedeğil."
Sezar ve Catullus'un Rom a’sında, cinsellik doğal b ir eğlence o-
larak kabul ediliyordu; hiçbir şekilde günahla eşanlam lı değildi.
H enüz edepsiz olm asa da her zam an da hoş değildi ama: "Zor­
lam ayla olm ayan öpüşm e um urum da değil," d iy o r birinci yüzyılda
yaşayan M artialis E pigram lar’ ında.
A şk Sanatı i A rs am atoria yapıtında, O vidiııs (M Ö 43-M S 17)
ayartıcılara, asıl niyetlerini ayartılandan gizlem elerini öneriyor.
Cinsel uyanışın en güçlü olduğu an karşılıklı kendini keşfetm e a-
nıdır, ötekinin hissettiklerine neden olan - y a da neden oluyor gibi
gö rü n en - heyecanlardan biri, diye açıklıyor. O vidius'un, he-
teroseksüel ve hom oseksüel aşkı anlattığı m üstehcen öyküleri
yüzyıllar boyunca klasik eğitim alm ış gençleri eğlendirecek ve
kılavuzluk edecekti, am a onlar çoğu zam an ne yazık ki A şk Sa-
natı’nm en zararlı öğüdüne uyacaklardı:

85
Öp, öpebilirsen: direnirse eğer o,
Ve sana öpücükler vermezse, onu zorla öp.
Ayıp ayıp, ahlâksız adam, olacaktır böyle sözler;
Savaşır o, ama güç kullanırsan boyun eğer.

O vidius’un yergili cinsel kılavuzu, uzun ve sevim siz çalıntı


öpücükler geleneğini başlatm ıştı - karşılıklı olm ayan, aslında m as­
türbasyona yönelik öpüşm eler. Çalıntı öpücükler izinsiz alınır ya
da isteksiz erkek - y a da genellikle k a d ın - uyurken alınır. Cupido
ve Psykhe efsanesinde, öpücükleri çalan Psykhe'dir. "Psykhe soluk
soluğa kendini Cupido'nun üstüne atar, arzudan çıldırm ıştır, onu,
şehvetli, derin öpücüklere boğar; Cupido'nun zam ansız uyanm ası
korkularından biridir.” 19. yüzyıl edebiyat adam ı Leigh H unt bu
eğlencenin heyecanının iki bin yıldır azalm adığını öne sürer:

Çalıntı şekerler her zaman daha tatlıdır.


Çalıntı öpücükler daha mükemmeldir.

O vidius'un üstü kapalı söylem iş olduğu, kadının evet derken hayır


dem ek istediği fikrine karşın şairler yüzyıllarca kadınların çalıntı
öpücüklere direnciyle uğraştılar. 1591'de, Sir Philip Sidney'in ey ­
lemi öfke uyandırdı:

Ve işte Yıldızım benim, tatlı öpüşünü emdim


Çünkü şakacıktan, uyurken söyledi yalanı:
Öp daha aşağıyı

"Astrophel ve Stella"nm yazarı sevgilisine kızgınken güzel ol­


duğunu söyler:

Senin en öpülesi yüzünü


Öfke öyle sevimli bir incelikle kuşatır ki
Öfkenin kendini öperim ister istemez.

Ovidius ve neredeyse tesadüfen, M arquis de Sade, Flaubert, H ar­


riet Beecher Stowe ve R üzgâr G ibi G eçti'nin hem kitabı hem de fil­
mi, erkeklerin seks denizinde yüzdüğünü, kadınlarınsa gönülsüzce

86
debelendiğini varsayar. Bu fikir ve onun çaresi olan kuvvet
öpüşm eye ve cinsel ilişkiye uygulandı ve uzun zam an gözdeliğini
korudu.
Bazı kadınların seksi tehlikeli -istenm eyen gebeliğe yol açabilir
ve kolayca ö lü v erirsin - ya da olayın öznesi erkek tiksindirici ol­
duğu için iğrenç bulduğunu kabul etm ek istem eyen erkekler, ka­
dınların cinselliği kötü bulduğuna karar verdiler. Büyük bir o-
lasılıkla da cinsellik çoğu kadın için hatta pek çok kadın için pek
hoş değildi, çünkü şaşılacak kadar yakın bir zam ana değin erkekler
kadın bedeninin cinsel açıdan nasıl çalıştığını bilm edikleri gibi
çoğu zam an um ursam ıyorlardı da. O zam an erkeklerin, iyi kadın i-
çin cinsel zevkin var olmadığım belirleyip fahişeyi hiperseksüel o-
larak tanım lam aları şaşırtıcı mı?
W illiam A cton'ın, 1894’te sekizinci baskısını yapan Üreme O r­
ganlarının İşlevleri ve Bozuklukları Üzerine İncelem e (1857) adlı
kitabı, 20. yüzyılda da süregelen yaygın çelişkinin son "bilimsel"
uyarlaması değildir kesinlikle. "K adınların büyük bir çoğunlu­
ğunun (ne m utlu onlara) cinsel duygular gibi sorunları pek yok­
tur..." Ama, "Serbest ya da en azından bayağı ya da adi kadınlar...
Şıpsevdi gençler, tüm üyle etkisi altında kalsalar da kalm asalar da
sirenin, dolayısıyla bütün kadınların en az kendileri kadar güçlü
tutkuları olduğuna kolaylıkla inanıverirler. Ne var ki bu tür ka­
dınlar, kadının cinsel duygularının genel durum una ilişkin yanlış
kanılara yol açarlar."
Böylelikle, görünüşte birbirini tam am layan av kadın ve kötü, a-
yartıcı kadın kavram ları yüzyıllar boyunca birlikte var oldu. Böy-
lesi bir dünyada, haz duyan pek çok kadın haz alm ıyorm uş gibi
yapm ak zorunda hissetti kendini. Orgazm taklidi yerine kadınlar il­
gisizlik taklidi yapm alıydı. H az alabileceğini bilm eyen kadınlar, o-
nu bulm a çabası içine girm eyebilirdi. V e pek çoğu asla yüksek o-
randa uyanm yaşayam adı. A nnelerinden, iyi kadınların seksten
hoşlanm ayacağını, yalnızca orospuların hoşlanabileceğini duyan
pek çok kadın tanıyorum . Eski kuşaklar annelerinin söylediklerine
inanırdı. Çok şükür bizim kuşak inanmıyor.

87
Tuhaftır ki, yüzyıllarca insanlar eşzam anlı olarak görünürde
birbirini tam am layan iki kavram a inandılar. Erkeğin tutkulu bir
cinselliği vardı, kadının yoktu. A şk sporunda erkek, Ovidius'un da
dediği gibi avcıydı, kadınsa av. A m a erkek Doğru A kıl’ı som ut­
laştırdı; Hıristiyan olm ayan kadın ve asi Tutku, o şehvet düşkünü
baştan çıkarıcı, H avva idi. Beden ve ruh, doğa ve akıl arasındaki
ayrım lar kadını -ç o c u k doğurm aya, m em eyle beslem eye ve cin­
siyete bağlı olarak - kaybedenler tarafına yerleştirdi.
Tapınak'ın MS 70'te düşm esinden sonra, geri çekilen Y ahudilik
dam ar sertliği yaşam aya başladı. En açık fikirliler H ıristiyanlık'a
döndü am a kısa süre sonra tehlikeli bir daralm a başladı. Ya-
hudilik'ten dönm e Paulus. "elin” arzularından kaygılanıyordu ama
ona göre beden tek başına bir günah dam arı değildi. Ama, Ter-
tullianus (160-225) ve A ugustinus (354-430) için öyleydi. Au-
gustinus'un ilk günah yorum una göre Tanrı yalnızca Adem ve
Havva Cennet Bahçesi'ndeki yasak m eyveyi yedikleri için ceza o-
larak bütün insanlığı sonsuza dek lanetlem em işti, bu suç kuşaktan
kuşağa geçiyordu ve bu Batı uygarlığının en yıkıcı düşünce­
lerinden biriydi. Kadın, Havva, siren, toy eş ve orospu, kötülük
kaynağıydı. Tanrının Tarihi yapıtında, Karen A rm strong, kısaca
özetliyor: "Kadının tek işlevi çocuk doğurm aktı ve bu, zührevi has­
talık gibi, İlk G ünah’ı yeni kuşaklara bulaştırıyordu." Cinsellikten
zevk alm ak, ister kadın, ister erkek için olsun, şeytana sarılm aktı;
şeytanı öpmek, kadınların eğilim li olduğu bir şeydi ve cadılığa
başlam a törenlerinden biriydi.
Yaşam eskiden ne kadar da değişikti: "Beni ağzının öpü­
cükleriyle öpsün: çünkü senin aşkın şaraptan daha güzel,” diye
başlar Eski Ahit'in canlı, cinsel sevgi betim lem esi N eşideier Ne-
şidesi. Yanıt aynı ölçüde isteklidir: "Senin aşkın şaraptan ne kadar
da güzel." Yahudi hukuku cinselliğin kutsal olduğunu öğretirdi ve
kadınlar Tanrı tarafından kutsanm ıştı. Cinsel m utluluk, yasak ol­
m ak bir y a n a gerçek bir ödevdi. K uran'a göre kadınla erkek tek bir
ruhtan yaratılmıştı. Kirli olm ak bir yana, İslam 'a göre evliliğin e-
rotik zevkleri cennetin provasıydı. A m a H ıristiyanlık kadını ve cin­
selliği lanetledi.
88
"Sen şeytana açılan kapısın," diye yazar Tertullianus, tatsız
söylevinin girişinde. "Sen yasak ağacın m ührünü bozansın." Bu ka­
pı sim gesel olarak Havva'nın vajinası, mührü bozulan yasak ağaç
da Âdem'in dikleşm iş penisi olabilir; am a T ekvin'deki öyküye göre
şeytana açılan kapı Havva'nın ağzıdır da. "Bahçenin ortasındaki a-
ğacın meyvesi için, Tanrı dedi ki, onu yem eyeceksin, ona do­
kunm ayacaksın, yoksa ölürsün." Ağacın coğrafyası anatom ik bir
merkezi akla getiriyor; bir ağız ya da öbürü. D okunm am a ve ye­
mem e öğütleniyor. Bu, m astürbasyona, sevişm eye, kadınlık ve er­
keklik organlarının ağızla uyarılm asına karşı bir uyarı olabilir mi?
H er ne idiyse -b e lk i de h e p si- tehlikeli sonuçlara karşı bir uyarı.
Ama yılan H avva'yı tam tersini yapm aya ikna eder: "V e kadın, a-
ğacın göze hoş göründüğünü ve ağacın insanı akıllı yapacağını
görünce m eyveyi kopardı ve yedi, kocasına da verdi, o da yedi."
Olayı araştıran Tanrı, Â dem 'e sorar: "Sana yem em eni em ­
rettiğim m eyveyi mi yedin? Ve Âdem der ki, benim le olması için
verdiğin K adın, bana ağacı o verdi, ben de yedim ." Tıpkı bir çocuk
gibi, dedikoducu Âdem Havva'yı suçlar. Kötü Anne H avva bebeğe
kötü bir şey yedirdi. Am a nasıl? H avva, bilgi ağacının m eyvesini
Adem 'e öperek mi yedirdi, bir parça ısırıp onun ağzına mı verdi?
İn cild ek i öykü kısa. G ünüm üz yazınında okum ayı um duğum uz
ayrıntılara girilseydi, öykü yalnızca m asum iyetin yitişini değil şeh­
vetin doğuşunu d a betim lerdi. Bilgi A ğacı'nın yasak m eyvesinin
tam olarak ne olduğu çok çeşitli yorum lara açıktı. İlk öpüşm e m iy­
di günah, başkasının tadını alm ak mıydı? Y oksa ilk çiftleşm e miy­
di? Y a da, bazılarının söylediği gibi, cinsellik, onun tarzında ve
gözlerim iz kapalı yaptığım ız sürece mi Tanrı için uygundu?
H ıristiyanlık'm cinsellik karşıtlığı bulaşıcıydı. Hem Yahudi,
hem de H ıristiyan tanrıbilim ciler hem en çarpıtılm ış tezler yazm aya
başladılar, N eşideler N eşidesi aslında insan ve Tanrı'nın tinsel evli­
liği üzerineydi (günüm üzde de dile getirilen bir yorum ). Bu insan
doğasıdır, en H ıristiyan yazarlar bile, kutsallık üzerine şükran şar­
kılarına biraz duygusallık ve biraz aldatm acayla şehvet katm ayı be­
cermişlerdir. Am a önce, öpüşmenin bazı tuhaf kullanımları olacaktı.

89
Coşkudan baştan çıkanlar
ya da feryat edenler
e
n üçüncü yüzyılda bir gün, hazırlık sınıfı öğrencisi olan bir
\y ortaçağ Etonyalısı yolda bir cüzam lıyla karşılaştı ve hiç
düşünm eden atından indi, cüzam lıya yaklaştı ve onu öptü. Cü­
zam lılar korkulan paryalardı, korkunç pis oldukları düşünülürdü ve
o dönem de tedavi edilem eyen cüzam ın çok bulaşıcı olduğu sa­
nılırdı. Bir cüzam lıyı öpm ek gibi bir ihsanda bulunm ak kendi ken­
dini kırbaçlam a biçim iydi, insan böylelikle kırbaçtan daha kalıcı iz­
ler bırakabilirdi. Yakışıklı genç adam ın akrabaları kuşkusuz
öfkelenm işti. A m a yapabilecekleri bir şey yoktu. Y oldan çıkıp yok­
sulluk antı içm iş ve Assisili A ziz Francis'e dönüşm üştü.
A ziz Julian H ospitator daha um ursam azdı. H er yanı yaralı bir
cüzam lıyı öpm e sırası ona geldiğinde, öpüşü gönülden, düşünm e­
93
den yapılan bir insan sıcaklığı gösterisi değildi. Çağdaşlarım ızın
yüreğini donduracak bir öpüştü.
Uysal Julian'ın öyküsünün otuz sahnesi Rouen K atedralindeki
vitraylarda ve Jacopo da V orgaine'in on ikinci yüzyıl çoksatarı
A ltın Efsane'de betim lenm iştir. En iyi uyarlaması ise M adam e Bo-
vary'nin yazarı G ustave Flaubert'inkidir.
Öykü, uzak ve sakin bir şatonun lord ve leydisinin uzun zam an­
dır bekledikleri bebeğin doğum uyla, Uyuyan G üzel masalı gibi
başlar. Çocuğun üzerindeki lanet, iki kehanet biçim ini alır. "Sevin,
anne, çocuğun bir aziz olacak," der bir m ünzevi. Bir çingene dilen-
ciyse babaya, oğlunun büyük bir askeri zafer kazanacağını söyler.
Bunlar, her anne babanın oğulları için düşledikleri şeylerdir.
Çocuk, kilisede dizlerinin üstündeyken öldür, öldür, öldür ar­
zusuyla yanıp tutuşur ve avlanm aya koşar. "Gece yarısı eve geldi,
kan ve çam urla kaplıydı, saçlarında dikenler vardı, ve benzem eye
başladığı vahşi hayvan gibi kokuyordu. Annesi onu öptüğünde ruh­
suzca boyun eğdi." A nnesinin öpücüğünü kabul etm ekteki gönül­
süzlüğü, onun nasıl bir canavara, nasıl bir hayvana dönüştüğünü
gösterir. Julian, çok geçm eden bir orm an dolusu hayvanı katleder
ve ölm ek üzere olan bir geyik tarafından lanetlenir: "Anneni ve ba­
banı öldüreceksin."
Kaderinden kaçm aya çabalar, b ir yerlerde ünlü bir general olur
ve bir imparatorun kızını alır. "H er gün önünden kalabalıklar ge­
çiyordu, önünde diz çöküp Doğu usulü ellerini öpüyorlardı." Sev­
ginin stilize m etaforu olan anne öpücüğünden kaçınan Julian, ge­
neral Julian’ın gücünün m etaforları olan kalabalıkların öpüşlerini
kabul etm ekte bir sakınca görm üyordu.
Bir gece beklenm edik bir biçim de savaştan evine dönen Julian,
yatakta karısının yanında yatan bir erkek bulur. Ö fkeyle, ikisini de
öldürür ve yıllardır görm ediği anne babasının o yokken evlerine
geldiğini ve karısının onlara evin en iyi yatağını verm iş olduğunu
anlar.
Günahının pişm anlığıyla Julian yine kaçar ve m ütevazı bir ka­
yıkçı olur, tehlikeli ırm akta yaşam ını tehlikeye atar ve para almaz.
Korkunç bir fırtınada, burnu çürüm üş ve bedeni iğrenç, iltihaplar
94
akan yaralarla kaplı bir cüzam lıyı karşıya geçirir. C esur Julian ona
yiyecek verir: "Y em eği bitirdiğinde, masa, tas ve bıçağın sapı be­
denindeki izlerin aynısını taşım aktadır." D erken adam üşüdüğünü
söyler ve Julian ateş yakar am a cüzam lı daha fazlasını ister: "Ölü­
yorum! Yaklaş, ısıt beni! Yok yok, ellerinle değil, bütün vücu­
dunla."
Bu istek bizi duraksatır am a aziz adayı duraksam az: "Julian,
cüzam lının üzerine yatar, ağız ağıza, göğüs göğüse. Sonra cüzam lı
onu kollarının arasına alır." Ve ikili cennete yükselir.
G eleneksel öyküde, cüzam lı, Julian’ı cennete götürür; Flaubert
yorum undaysa yukarıya taşınır.
Flaubert’in öyküsü 1877'de yayım landığında, eleştirm enler vit­
ray pencereye çok benzediğini söylerler - kişilikler iki boyutludur
ve öykünün biçem i yavandır. A m a Flaubert'in arkadaşı olan e-
leştirmen Jules LeM aitre, Julian'ın kan ve Tanrı tutkusunun "ha­
rikulade ortaçağ sim gesi" olduğunu belirtir. Son öpüşm e özellikle
ortaçağa aittir. Canavarı öpm e, sonra göreceğim iz gibi, şöval­
yeliğin Özelliklerinden biridir, aydınlanm a öpüşleri de başka ge­
leneklerde vardır am a cüzam lıyı öpm e H ıristiyan m azoşizm ini sim ­
geler.
G österişçi cüzam lı öpm e, ortaçağ dervişleri ve soylu ruhban
sınıfı arasında m oda olm uştu. K udüs'teki şövalyeler, Kutsal Top-
raklar'ın cüzam lılarının yaralarını öpm ek için kâfirleri katletmeye
ara verm işlerdi, cüzam lıların acılarına im reniliyordu, çünkü acı
çekm ek insanı Tanrı'ya yaklaştırıyordu. A quitaineli Eleanor (1122-
1204) cüzam lı öpm eye düşkündü. C inselliğe düşkünlükleri -y an lış
bir biçim de hastalığın nedeni olduğuna inanılıyordu- ortada olan
yeryüzü süprüntülerini öpm ekten daha büyük bir keyif ve daha iyi
bir alçakgönüllülük kanıtı olabilir miydi? Y asak erotik özlemleri
gizlem enin, insanın bedenini dokunulm az kılm asından daha iyi bir
yolu olabilir mi? K endine ihanetin cezası öpüşm eydi.
Bununla birlikte, zam an zam an cüzam lı kıyım ları gerçekle­
şiyordu, bazıları K ilise'nin em riyle oluyordu. Cüzam lı öpm e on i-
kinci ve on üçüncü yüzyıllarda doruğa ulaştı. A m a, o dönemden
sonra cadı avcılığı en gözde dinsel coşku haline geldi.
95
Cadıların ruhları, şeytan törenlerine öpülerek alınıyordu. Papa
XI. G rcgorius'un 1232'de A lm anya K ralı H enry'ye bir m ektupla a-
çıkladığı gibi, m üstakbel cadılar önce bir kara kurbağasının ağzını
ve dilini em iyorlar, sonra bedeninin alt bölüm ünü öpüyorlar, ar­
dından yüzü canlıdan çok ölüyü andıran gizem li bir varlığı öpü­
yorlardı. Bundan sonra, bir ziyafet veriliyor, kuyruğunu dikm iş bir
kara kedi geri geri yürüyor, adaylar kedinin alt tarafını
öpüyorlardı. Sonra, ışıklar söndürülüyor, "katılanlar, cinsiyete ba­
kılm aksızın çok iğrenç cinsel etkinliklere girişiyorlardı."
Anne M arie de G eorgel adlı bir Fransız cadı, Toulouse’daki en­
gizisyon m ahkem esinde, köyünün dışındaki tepede çam aşır
yıkarken şeytanın gelip "ağzına üfleyerek" onu etkisi altına al­
dığını itiraf etmişti.
1486'da, engizisyon yargıçlarına M alleus m aleficarum /
Cadıların Çekici adlı elkitabı geldi. M alleus, "Cadılık, kadında do-
yurulam az olan bedensel şehvetten kaynaklanır,” diye açıklıyordu
am a bütün olaylarda olm asa bile olayların çoğunda şeytanın pe­
nisinin acı verecek kadar büyük olduğunu ve cinsel birleşmenin„acı
verici olduğunu vurguluyordu. Belki de cadılığın tek zevki
öpüşm eydi. Kadınların şeytana bu kadar kolay boyun eğm elerinin
nedeni bedence ve kafaca zay ıf ve "kaygan dilli" olm alarıydı. İki
Dominiken rahibin yazdığı ve Papa 8. Innocent'in onayladığı M al-
leus'un öğütleri iki yüzyıl sürecek çılgın cadı avına yol açtı ve
öğütlere uyuldu - karanlık çağlarda değil tam da bilimsel buluşlar
ve sanatsal yaratıcılığın Rönesans'ı doğurduğu dönemde.
Lorenzo de'M edici'nin villası için Boticelli'ye ısm arlanan
Venüs'ün Doğuşu tablosu tam da M alleus’un yayım landığı yıl ta­
mamlanm ıştı.
Yazılm ası 13 yıl süren (413-26) Tanrı K en tfn d e, Augustinus
evlilikte cinselliğin, hedefi çocuk sahibi olm ak koşuluyla ve işin i-
çinde zevk olm adığı sürece günah olm adığını yazmıştı. "Doğanın
bu yasal eylem ine (ilk ana babam ızdan gelen) utanç cezası eşlik e-
der." Bu yüzden bunu geleneksel olarak karanlıkta yaparız. Üreme
işlevi olm ayan erotik öpüşm e cadı ve şeytanların etkinliği olarak
düşünülegelm iştir.
96
Kabul edilebilir olan p a x (barış), yani H ıristiyanlık'taki se­
lam laşm a öpüşm esi ve Aşai Rabbani'nin ayin öpücüğüydü. O r­
taçağa kadar giden bazı ayinlerde osculum o n s denen dudak du­
dağa öpüşm e vardı; am a p a x nihai olarak bazen yanakların da
birbirine değdirildiği hafif bir sarılm aya indirgendi. O rtaçağda yal­
nızca üst düzey din adam ları ve soylular p a x sırasında öpüşürdü.
On üçüncü yüzyılda, önce İngiltere’de sonra da A vrupa kıtasında,
ayinlere, üzerinde boyanarak ya da kazınarak yapılm ış bir İsa im ­
gesinin yer aldığı bir levha da katıldı. Sinagogda dolaştırılan ve ce­
maat üyeleri tarafından öpülen Tevrat gibi, Latince osculatorium
denen bu p a x levhası da herkes tarafından öpülüyordu ve cemaat
bir kez daha barış öpüşm esine katılabiliyordu.
Büyük bir baskı altında olan toplum için, kom ünyona katılm a,
bedenin ve kanın m assedilm esi. Aşai R abb an iy e tutkulu bir yo­
ğunluk katm ış olm alı. Ellerin yaklaşm ası, ekm eğin dudaklara
değm esi, ağza sokulm ası, dilin üzerine konm ası heyecan verici ol­
malıydı. Ve, bütün orada hazır bulunanlara, -b u g ü n de bazı
köktendinci H ıristiyan tarikatların yaptığı g ib i- bedenin
ürpertilerini, kendinden geçm eleri, mutluluğu Tanrı sevgisinin sim ­
geleri olarak yonım la-m ak uygun düşüyordu. G ünaha girmenin bir
süre bir çaba haline geldiği yirm inci yüzyıl sonlarına kadar pek az
kişi açıkça Aşai Rabbani'nin gizli erotizm inden söz edebiliyordu.
Proust, A lber-tine'in duygulu öpücüğünü kom ünyonla kıyaslayarak
bunu yapmıştı:

Boynumun iki yanından öperek iyi geceler deme sırası Alberıine’e gel­
mişti; saçları sivri ama yumuşak tüylü bir kanal gibi okşadı beni. Bu
huzur dolu öpücükler birbiriyle kıyaslanamazdı; Albertine ağzımın
içine kayarak dilinin armağanını sundu bana. Ruhulkudüs'ün bir ar­
mağanı gibi, ölüm döşeğinde verilen Aşai Rabbani gibi. Combrey ak­
şamları dudaklarını alnıma değdiren annemin sakinliği kadar tatlı bir
dinginlikte bıraktı beni.

Viaticum denen bu huzur öpücüğü ve Ruhulkudüs, Geçmiş


Zam an P eşinde'nin onaylanm ış baskısından çıkarılm ıştır. Buradaki
bölüm, başka bir baskıdan alınm ıştır. O rtaçağ'daki benzerleri muh-

F7ÖN/Op0>mc 97
tem d en ateşe atılırdı; am a on ikinci yüzyılın âşığı Heloise Aşai
Rabbani sırasındaki erotik duyguları yaşadı - rahipler ve rahibeler
arasında yaşananlara ilişkin şehvetli öyküler de öyle. Yirminci
yüzyılın erotik yapıtlar üretecek ilk önemli sanatçısı Egon Schiele
(1890-1918), 1912’de Rahibe'ye Sarılan K ard in a h yapm ıştı. İki
figür de dua ederm iş gibi dizlerinin üstündedir, rahibe ise olası
öpücükten ötürü tedirgin ya da suçlu görünm ektedir. Schiele'nin
yapıtları onu pornografi suçlam asıyla cezaevine götürdü.
Ortaçağ kâfirleri daha da kötüsüyle karşılaştı. H eteroseksüel i-
lişkiyi haklı gösteren tek şey çoğalm aysa, o zaman öpüşm e ah­
lâksız ve doğadışıydı; oral seks ve anal seks, eşcinselliğin her yönü
vc zevk amaçlı her türlü ilişki gibi. Ama herkes kurallara uy­
muyordu. Tanrıbilim ciler için bile tanrıbilim başka, günlük yaşam
çok başka bir şeydi.

İm parator C harlem agnc’ın arkadaşı ve dinsel danışm anı Alcuin,


Tours Başpiskoposu olan bu on sekizinci yıl İngiliz din adam ı, bir
aşk mektubu yazmıştı: "A şkınızı ve dostluğunuzu o kadar tatlı a-
mlarla düşünüyorum ki m uhterem piskopos, tatlılığınızın boynunu
arzularımın parm ağıyla kavrayabileceğim o hoş zam anların has­
retini çekiyorum ...bana sarıldıkça erim eyi...dudak-larım ı sıkıca
bastırm ayı, yalnızca gözlerinize, kulaklarınıza, dudaklarınıza değil,
parm aklarınız, ayak parm aklarınıza da, bir kez değil pek çok kez."
Alcuin, erkeklerin baştan çıkarıcılığına teslim olup kadınların
baştan çıkancılığından kaçınan pek çok erkekten biriydi. Klasik
Yunan ve Roma'da yaygın olan eşcinsellik, H ıristiyan din adam ları
arasında da gözdeydi, onlar da Incil'deki Jonathan ve Davud
örneğini kanıt gösteriyorlardı: "K ardeşim Jonathan, bana karşı ne
kadar tatlıydın, bana olan aşkın harikaydı, kadınların sevgisinden
üstündü" (2 Samuel 1: 26).
Y üzyıllar boyu, kadın ve erkek kilise üyeleri bu tür tutkulu ar­
kadaşlıklarda teselli buldular, buna Latince am iciae (arkadaşlık)
deniyordu. Alcuin'in aşk m ektubunda ya da benzer m etinlerde
günah duygusu yoktu. On ikinci yüzyılda bir Alman rahibe kadın
98
sevgilisine şöyle yazar:

Bana verdiğin öpücükleri hatırlayınca.


Ve tatlı sözlerle nasıl da küçük göğüslerimi okşadığını,
Ölmek istiyorum.
Çünkü göremiyorum seni
Eve dön. tatlı aşkım!

H etcroseksüellik K ilise'de olasıydı, am a gizli kaldığı sürece. Tan-


rıbilim ci Peter Abelard (1079-112) tarihin m eşhur heteroseksüel
âşıkları arasına girm iş ve am iciae tutkusunu övmüştü:

Benim için kardeşten daha fazlasın, Jonathan...


Benimle tek ruhsun.

A belard’ın en ünlü ilişkisi H eloîse ileydi. Heloi'se, Abelard bunu


vurgulam aktan hoşlanıyordu, ondan yirm i yaş gençti ve m asum (o
an için) olduğu kadar da akıllıydı. G üzeldi de: "uzun boyluydu ve
ölçüleri orantılıydı (ve) bem beyaz dişleriyle."
Heloi'se (yak. 1100-1163) yerel bir kilise heyeti üyesinin ye­
ğeniydi; Abelard da N ötre Dame m anastır okulunun kibirli
m üdürü. "Adım o kadar seçkindi ki, gençlik ve yakışıklılığın ay­
rıcalıklarına sahiptim " diye yazm ıştı H istoria calam itatum ya­
pıtında, "o kadar ki hangi kadına aşkım ı bahşetsem , reddedil­
mekten korkm azdım ." Abelard kilise üyesinin evinde kalm ayı a-
yarladı, karşılığında da H eloise'a ders verecekti ve H eloise’a olan
"tutkusuyla yanıyordu". "Dersleri m ahrem iyete çekilm em izi sağlı­
yordu, aşkın arzuladığı gibi. K itaplarım ız önüm üzde açıkken a-
ram ızda kitaplardan çok aşk konuşm aları geçiyordu, ve öğren­
mekten çok öpüşm e." O nları basınca, H eloise'ın am cası Abelard'ı
hadım etti, Heloi'se'ı da rahibe olm aya uzaklara gönderdi. Heloise
sonunda m anastırda başrahibe oldu, ne var ki cinsel günahlarından
pişm anlık duyam ayıp A belard'a m ektup yazdı am a yazdıkları pek
de teselli edici değildi:

99
Aşai Rabbani ayininde bile, dualarımızın en saf olması gereken an­
larda. o zevklerin iffetsiz görüntüleri mutsuz ruhumu öyle bir ele ge­
çiriyor ki, düşüncelerim dua yerine şehvete kayıyor. Seni böylesi a-
cılardan kurtaran tek bir beden yarası ruhundaki pek çok yarayı
iyileştirdi...Ama benim için, gençlik ve tutku ve çok hoş olan zevk de­
neyimi etimin acılarını ve arzumun özlemini şiddetlendiriyor."

Böylesi bir dünyada, eziyetin uyarıcı olduğu bir kültürde zi­


nanın lam zamanıydı. 1185'te, lütufkâr vaiz ve K ibar A şk Sanatı /
D e arte honete amancli'nm yazarı A ndreas Capellanus saf aşk.
am or purus, diye yazm ıştı, "öpüşm eye, sarılm aya ve çıplak sev­
giliyle iffetli tem asa kadar gider, nihai rahatlam a atlanır, çünkü bu
safça sevm ek isteyenlere yasaktır." Bu görüş pek tutulmuştu.
Bu çok şey sunuyor, allm etin ise daha fazlasını vaat ediyordu,
çünkü insanın çıplak sevgilisini öptüğü "iffetli tem astan" sonra her
kibar sevgilinin duracağına inanm ak çok zordu. Ve duran olursa,
bu şiddetli bir işkenceydi. A rzularla dolup taşan bir m alikaneyi ve
coşan duygularla horm onları düşünün. Bu aristokrat oyununu sıkı
kurallara göre oynam anın gebelikten korunm ak gibi bir avantajı
vardı. B aşka pratik kazançlar da vardı: concubitus sine actu - cin­
sel eylem olm aksızın k u cak laşm a- ruhları birleştiriyordu am a to­
hum lar fışkırmıyordu ve böylece yaşam sal sular harcanm ıyor ve
beyin hücreleri kurum uyordu (günüm üze kadar ulaşan bir Aristocu
görüş). K ibar aşk oyunu bir bedensel satranç gibi oynanabilirdi.
Oyundaki hamlelerin ilerleyişi -te n e r (kavram a), am brassar (sa­
rılm a), haizar (öpüşm e) ve m anejar (okşam a ya da dok u n m a)- i-
çeri girişle sonuçlanm ayacaktı. Elbette, satrancın tersine, aşk. bir
tarafın sıklıkla kuralları çiğnediği bir oyundu.
Lancelot ve G uincvere olayını ele alalım . Laııcelot, K ral Art-
hur'un en iyi arkadaşı olm asının yanı sıra onun en ünlü şöval-
yesiydi de; Guinevere ise A rthur'un karısıydı. Elbette olaylar de­
netimden çıkacaktı ve G uinevere bir m anastıra kapanm aya zor­
lanacaktı; burası onun yaradılışındaki bir kadın için ortaçağ
dünyasında bile en uygunsuz yerdi. V e o bir örnek oldu, na­
muslarına leke sürülm esindense inkârı seçtikleri söylenen pek çok

100
iyi kadının ilkiydi. A m a o bundan çok daha cesurdu. G uinevere
Lancelot'un öpücüklerinden kaçmadan önce ikisi pek çok kere
öpüşm üşlerdi: "Ve Kraliçe ona kollarım açtı, onu kucakladı,
sım sıkı göğsüne bastırdı, onu yanına, yalağa çekti ve her türlü tat­
mini sağladı,” diye yazıyor on üçüncü yüzyılın seçkin Fransız şairi
Chrétien de Troyes.
Tristan ve Iseult'un öyküsü daha da açık saçıktı. Oysa, kuşaklar
boyunca öğrencilere ortaçağ aşklarının tem el ilkesinin bak am a do­
kunm a olduğu öğretilm işti. A ndréas Capellanus ve on birinci ve on
ikinci yüzyılda Provence ozanları ortaya çıkana kadar pek çoğuna
âşık olm ak gibi bir şey olm adığı - halta rom antik aşk diye bir şey
olm adığı öğretilm işti. "Uzun bir süre, Denis de R ougem enl'in Aşk
ve B atı D ünyası'nı okuduktan sonra, bu duygunun bizim uy­
garlığım ıza özgü olduğuna ve belirli bir yerde ve dönem de
doğduğuna inanm ıştım " diyor N obel ödüllü O ctavio Paz Çifte
Areş'te. A m a insansılar çok uzun süre ok ve yaya bağım lıydı. Batı
geleneğiyle ilişkisi olm ayanlar da âşık oluyorlardı; m uhtem elen de
daha az sorunları oluyordu, çünkü bizim acılı m irasım ızdan kur­
tulm uşlardı.
Ve ozanların "saf aşk" şarkıları dış kaynaklıydı. O nları asıl
söyleyenler H açlıların düşm anları A raplar’dı. Tarihçi Théodore
Zeldin, A n Intim ate H istory o f H u m a n ityâ s* eski A rabistan'da
"beş çok farklı tutkulu aşk türü" keşfettiğini yazıyor. Batılı o-
zanların aşkla ilgili düşüncelerinin tohum ları oradaydı.
O zanlar çok ender tam am ına erm iş bir aşkın şarkısını söylerler
ve hatta her türlü baştan çıkarm aya karşı koyacak iffetten söz e-
derlerdi. A m a onların Kutsal Sevgili'ye en sofuca övgüleri bile san­
ki yaşayan, soluk alan bir sevgiliyi ima ediyordu. V e çoğu zaman
tuhaf bir double en ten d re" duygusu egem endi.
Ortaçağ rom ansının konusu, tehlikedeki çekici genç kızın güçlü
bir atlı erkek tarafından kurtarılm ası, günüm üzde de sürüyor, ve

’ insanlığın M ahrem Tarihi, Théodore Zeldin, çev.: Elit Özsayar, Ayrıntı Y a­


yınları, 1998. (ç.n.)
** double entendre: Çift duyma, kavrama, (ç.n.)

101
yalnızca W esternlerde değil. Rom ans, kültürüm üze akan bir fan­
tezidir ve pek çok düşsel ırm akta akıp hislerimizi okşar. 1990 ya­
pımı Özel B ir Kadın film inde, para karşılığı sekse karşın fahişeyle
m ilyoner birbirlerine âşık olurlar, koşullar ve güya kader onları a-
yırır. Kız, işlenm em iş bir elm astır; erkeğin özeni ve parası onu za­
rif bir taca dönüştürür. Sonunda, kahram an, şoförlü bir limuzinle
gelip kızı yoksulluk canavarının elinden kurtarır.
O rtaçağ'da canavar kadınlardı. H alk şarkısı The W eddynge o f Sr
Gawen and D am e Ragnell, şövalye, kızın korkunç bir yaratık ol­
duğunu anlayınca, onun hoş bir varlığa dönüştüğünü anlatır. Sir
John M andeville'in on dördüncü yüzyılda yazdığı gezi kitabında,
Hippokrates'in kızı, "yüz kulaç uzunluğunda bir büyük canavarın
biçim ine ve suretine bürünür", "bir şövalye gelene kadar canavar
biçiminde kalacaktır ve şövalye çok cesurdur, cesaretle kıza gelir
ve onu ağzından öper."
2500 satırlık, O rta İngilizce’yle yazılan Sir G awain ve Yeşil Ş o ­
va İye'de, Gawain bir canavarı değil güzel bir kadının oyunlarını sa­
vuşturur. İlk gün, kalenin beyi dışarıda avlanırken, kalenin hanımı
ona bir öpücük verir; ikinci gün iki öpücük; üçüncü gün üç öpücük
ve sihirli özellikleri olan bir kuşak verir. Anlaştıkları gibi, her gece
Gaw ain, avda öldürülen hayvanlar şerefine ev sahibesiyle öpüşür
am a şeref sözünü tutm ayarak. Yeşil Şövalye'yle dövüşeceği gün
kendisini koruması için kuşağı saklar. H er şey anlaşılm az am a iyi
bir biçim de sonuçlanır, Yeşil Şövalye'nin malikanenin beyi olduğu
ortaya çıkar. Bey, G aw ain'in boynunu kesm eye çalışır am a hafifçe
keser. Sözünü tutmadığı ve kuşağı taktığı için G aw ain boynunda iz
taşır am a kuşak yaşam ını kurtarır.
Bu özel aşk oyununun ne anlam a geldiğini anlayan yok. Ö pü­
cükler mi sizi savaşa hazırlıyor, aşk mı yaşam ınızı kurtarıyor? H er
aşk oyununda en iyisinin kurallara uym am ak olduğu gerçeğinin bir
başka anlatım ı mı yoksa? Gavvain kadınların tuzaklarının kötülü­
ğünden söz ediyor am a onu kurtaran tuzaklar. Belki de bilinçli ola­
rak, bir kerede iki ayrı dinleyiciye seslenen ortaçağ ozanının ni­
yetini çözm ek oldukça güç.
Tristan ve Iseult’un rom ansı alaycı ve m üstehcendir. Iseult'un
102
m üstakbel kocası Kral M ark'la paylaşm ası gereken aşk iksirini bil­
meden içen T ristan’la Iseult birbirlerine âşık olurlar. Yıllar boyunca
süren ilişkileri öpüşm eyle başlar. A şkları, Lancelot'la Gu-
inevere'inki gibi, ölüm cül tehlikelerle doludur. G uinevere birkaç
kez kazığa bağlanıp yakılm akla tehdit edilm işti ve Lancclot’un lis­
telerdeki zaferleri art arda onun nam uslu olduğunu kanıtlam am ış
olsaydı, yakılırdı da. O günlerde zina daha çok ruhu tehlikeye
düşürüyordu ve zinanın seçeneği, Bayeux halıları dokunarak ge­
çirilecek bir yaşam olduğu için, kocasının yatağında yalnız kalmış
bir kadın varsa, bu bir m ucizeydi. Kötü ruhlu baronlar, kralı, Tris­
tan ve Kraliçe Iseult'un kendisini aldattığına ikna edince, Iseult o-
nurunu savunm ak zorunda kaldı. Yoksa, iyi Kral M ark, karısını
cüzam lılara alacaklı, cüzam lılar güruhu onu kullanıp hastalıklarını
bulaştırıp kendileri gibi yapacaklardı, Iseult uzun uzun can
çekişerek korkunç bir ölüm ü bekleyecekti.
B ir kadın olarak Iseult'un, kendisi için kötü bir baronla dövüşüp
onu öldürecek bir şövalye bulm ası gerekiyordu. Hevesli bir
şövalye onun adını tem izlem eye söz verdi: yoksa "Tanrı aklımı al­
sın...ve asla bir daha güzel bir kadını çarşafların altında öpe-
m eyeyim !"
Sonunda Lseulı, Tristan'la arasında uygunsuz bir şey olm adığına
dair kutsal em anetler üzerine yemin etm ek zorunda kaldı. K a­
labalık bir bataklığın çevresinde toplandı. C üzam lı kılığındaki Tris­
tan, Iseult'u om uzlarına alarak taşıdı. Iseult’un ipek ve kakım kür­
künden giysisinin hiçbir yeri çam urlanm adı. Am a, elbette doğruyu
söylem iş olan kötü baronlar çam ura düştüler. Fransız öykü an­
latıcısının ve dinleyicilerin B ritanyalıların çam urlanm ış ahlâki ve
coğrafi yöresine gülüşlerini gözlerim izin önüne getirebiliriz. H er­
kes toplandığında Iseult yem in eder: "Beni bataklıkta sırtında ta­
şıyan bu cüzam lıdan ve kocam dan başka hiçbir erkek bacaklarım ın
arasına girm edi." Iseult’un adı tem izlenm işti; kalabalık gülmekten
yerlere yatm ış olmalı.
Bir pem be dizi gibi gelişen Tristan ve Iseult'un etkili bir ahlâki
ve siyasal mesajı var. Kralın her zam an -a p ta l ve cani de o lsa-
hakh olduğu geleneğinin sert bir eleştirisi. Ö ykü Kelt kökenli ve
103
1150’de orlaçağ Fransızca'sıyla yazılm ıştı, metin ise kayıptır. G ü­
nüm üze kadar gelen ilk iki uyarlam anın biri A nglo-N orm an Tho-
mas tarafından, İkincisi ise 20 yıl sonra Beroul tarafından ya­
zılmıştı. Öykü, W agner'in Tristan ve h o ld e operası dahil çeşitli
yapıtlara esin kaynağı oldu.
Rom eo ve Juliet'te olduğu gibi, daha sonraları yazılan bedbaht
âşıkların öykülerinde de en canlı olarak sevgililerin ölüm lerini a-
nımsarız. Şövalyeliğin mesleki tehlikelerinin sonucu, savaşta aldığı
bir yara yüzünden ölm ek üzere olan Tristan, Iseult’a bir mesaj
göndererek onu yanına çağırır. Beyaz yelkenli bir tekne ufukta be­
lirdiğinde. Tristan'ın kovduğu karısı, ki onun adı da Iseult'tur, Tris-
tan’a yelkenlerin siyah olduğunu söyler. Siyah yelken, Güzel Ise-
ult'un, Tristan'ın sevdiği kadının teknede olm adığının işaretidir. Bu
çok, çok uzun bir aşk öyküsüdür; buna inanan ve evlilikte bile hu­
zur bulam ayan Tristan ölür. Tekne karaya yanaşır ve Iseult, pe­
lerini "darm adağın ve savrularak" koşar am a Tristan'ı ölü bulur.
Beroul'un uyarlam asına göre, "Iseult. ölü bedeni biraz kım ıldattı ve
Tristan'ın. arkadaşının yanına uzandı ve ağzından ve yüzünden
öptü, ona sımsıkı sarıldı; ruhu bedeninden ayrıldı ve onun yanında
kederinden öldü."
Ama Thom as'ın uyarlam asında, Iseult pelerinsiz olarak sokakta
koşar, Bretanyalıları güzelliğiyle şaşırtır. Ve sonra, uzun uzun ken­
di kendine konuşarak anım sar; "bazlarım ız, kendinden geçm ele­
rim iz ve büyük keder ve acı. bunlar bizim aşkım ızdaydı." "Sen be­
nim aşkım için öldün, ve ben, aşkım , kederden ölüyorum , za­
m anında gelip de yaranı iyileştirem ediğim için." Eğer fırtına ge­
misini geciktirm eseydi, "sana bunları anım satırdım ve seni öper,
sana sarılırdım . Eğer seni iyileştirem eseydim o zaman birlikte
ölürdük." Iseult, "Tristan'ı kollarına alır ve sonra boylu boyunca u-
zanır, onun yüzünü ve dudaklarını öper ve onu sımsıkı kavrar.
Sonra, beden bedene, ağız ağızayken Iseult oracıkta ruhunu teslim
eder ve böylece sevgilisinin yanı başında kederinden ölür."
Ortaçağ ödevini yapm ış olan Flaubert, Julian ile cüzam lı ara­
sındaki öpüşmeyi betim lerken benzer sözcükler kullanır; "Julian,
onun üstüne yattı, ağız ağıza, göğüs göğüse." Ve cennete yükseldiler.
104
A caba Iseull'ın ölüm yerine ya da gerçek ölüm le birlikte ya­
şadığı "küçük ölüm" - o rg a z m - olabilir m iydi? Ya Julian'a ne d e­
meli? Trisıan'ın ilk dinleyicileri cinsel imaları kaçırm am ışlardır,
saçm alıkları ve coşkuyu eğlenceli bulm uşlardır am a biraz da
kuşkuyla yaklaşm ışlardır. "Aşktan ölm ek, çok sevm ektir,” der eski
bir ortaçağ atasözü.

D ante, bu görüşü paylaşm azdı. Ölü Beatrice'in peşinde ölüler


âlem inde bulm uştu kendini. Dante (1265-1321), iddialı biçim de,
Tanrı sevgisi için dünyanın en büyük aşk öykülerinden birini yaz­
mıştı. İlahi K o m edyad a -C ehennem , A r a f ve, C e n n et- İlahi Akıl’m
sim gesi Bcatrice, Dante'nin içinde, onu kurtuluşa götüren yoğun
bir ilahi aşk uyandırır. Ders, Tanrı sevgisinin her sevgiden üstün
olduğudur. Y üzyıllar boyunca okurlar bu açıklam anın görünüşte
değerini kabul etm iş gibi göründüler am a hayal güçlerini dolduran
Dante'nin günahkârları olm uştur.
C ehennem de Dante Paolo ve Francesca’yla karşılaşır ve tuhaf
bir şiirsel sim yayla onları ebedi aşk sim gelerine dönüştürm ekle
kalmaz, biricik öpüşm elerini dünyanın en ünlü öpüşm esi yapar.
Onların hazin öyküsü pek çok sanatçıyı etkilem iştir, özellikle on
dokuzuncu yüzyılda ressam Ingres ve heykeltıraş Rodin çifti be­
tim lediğinde. Eski film ler de öyküyü konu alm ıştır. Francesca da
Rimini: ya da İki E rkek Kardeş 1907'de gösterim e girdi. Dört yıl
sonra da beş m akaralık, bir buçuk saatlik İtalyan yapımı D ante’nin
C ehennem i oynadı.
D ante’nin sevgililerle karşılaşm ası, Cehennem 'in ikinci hal­
kasındaki fırtına sırasında gerçekleşir. K ılavuzu Latin şairi Ver-
gilius, ona pek çok ünlü âşık çift gösterir am a D ante Francesca ve
Paolo'yu seçer. R avenna hüküm darının kızı Francesca, Rimini lor­
dunun oğluyla evlendirilir am a lordun evli olan öbür oğlu Paolo’ya
âşık olur. Lancelot'un Kraliçe G uinevere'e ilk sarılmasını okuyan
Paolo ve Francesca artık birbirlerine karşı koyam azlar: "Bir gün,
zevk için, Lancelot'u okuduk, onun nasıl sevgiye tutsak olduğu­
nu...O sevgi dolu gülüşün böylesi bir âşık tarafından öpülm esini o­
105
kuduğum uzda, litreyerek benim titreyen dudaklarım ı öptü. O gün
daha fazla okuyam adık."
Evlilik bağlarını bozdukları için Francesca'nın öfkeli kocası ta­
rafından öldürüldüler ve lanetlendiler, Cehennem'Ac sonsuza kadar
birlikte kalm aya ve yıkım larına yol açan o yasak öpüşm eyi sürekli
olarak denem eye m ahkûm edildiler. Dante'nin ortaçağ Hıristiyan
Tannsı'nın acım asız bir mizah anlayışı olmalı.
R om aunt o f R ose'un tanrıları çok daha fazla bağışlam a e-
ğilim indeydi. 1230'da G uillaum e de Lorris'in yazdığı Fransız a-
legorik şiirinin ilk bölüm ünde bir Sevgili gizemli bir bahçeyi ge­
zer. Aylaklık girm esine izin verir ve orada Zevk, Cupido ve
başkalarının arasında G ül'ü bulur. H oşgeldiniz ona Gül'ü öpm e izni
verir, am a 4 bin mısra sonra, konuyu her açıdan irdeledikten ve
Umut, Korku, Akıl ve V enüs’le tartıştıktan sonra, sözde sevgili
hâlâ Gül'ü koparıp koparm am aya karar veremez. Utanç, Rezalet.
Tehlike ve Kıskançlık sonunda onu kovar.
Kırk yıl sonra, Jean de M eun, G ül'ü, Rom aunt o f tlıe Rose'un a-
legorik hanım ını, gerçek kadınlara yapıldığı gibi, hor gören 18.bin
m ısra ve alaycı bir ton ekledi. Y apıtın genel havasını eğlenceli
günahlar belirler ve eşzam anlı olarak Hıristiyan ve pagan aşk tan­
rılarına edilen ironik dualarla doruğa çıkar. "Alev alev yanarak iki
güzel sütunun arasında diz çöktüm , sadık ve dindar yüreğim le,
güzel, kutsal tapm ağa tapınm a arzusuyla yanıp tutuşarak...Kutsal
mekânı daha iyi keşfedebilm ek için kutsal eşyaları örten perdeyi
açlım. Kutsal yeri öptüm ."
Sonra içeri girdi, bir hayli tohum saçtı ve: "tatlı öpücükler a-
rasında şükranlarım ı sundum , on ya da yirmi kez Aşk Tanrısı'na,
V enüs’e (bana en çok yardım eden) ve ev sahibinin bütün ba­
ronlarına (T anrıdan dilerim ki bütün gerçek sevgililerden yar­
dım larını esirgem ezler)."
Peri masalında olduğu gibi, prens U yuyan G üzel'in yattığı gizli
odaya ulaşm ak için dikenleri kesecektir -G rim m K ardeşler onu
Y abangülü olarak ad la n d ırır- bu olayda Sevgili, kutsal G ül'e u-
laşmak için savaşır ve onu bulduğunda o orada öylece yatm akta ve
Fransa'yı düşünm ektedir.
106
;S

V Prens ve prototip
e
I yuyan G üzel, sanınm Sıradan Erkek'in idealindeki kadın:
I A U yur ve bekler. İlk uyarlam alarda apaçık bir biçim de peri
masalının ideolojisi, kızın, genç adam ın fantezilerini yazacağı bir
tabula rasa, bir boş levha olduğudur. U yuduğu için, genç adama
sorun çıkartm az, küstahkk etm ez. Genç adam ona her istediğini ya­
pabilir. İlk anlatım larda, kız uyurken ırzına geçer. Sonraları,
Grim m K ardeşler ve Disney tarafından derlenen öykülerde, genç a-
dam kızı öperek uyandırır.
On dördüncü yüzyılda, daldan dala atlayan Arthuryen romans
P erceforest'da prens kabadır am a onu bu yüzden suçlayam ayız.
Prenses Zellandine yün eğirm eye başlar başlam az uyuyakalır.
Prens Troylus uyuyan prensese geldiğinde onu durduracak bir şey
109
yoktur, o da prensese tecavüz eder. Prenses uyanmaz.
On yedinci yüzyılda çok gezen bir Napolili tarafından derlenen
Pentam erone öykülerinde, U yuyan G üzel pek az değişiklik
gösterir. Büyük bir lordun kızı olan Talia, parm ağına kıym ık ba­
tınca derin ve büyülü bir uykuya dalar. Evli olan kahram an, or­
manda avlanan bir kraldır ve uyuyan Talia'yı bulunca durumdan
yararlanır: "Onun aşk m eyvelerini koparır." Talia gebe kalır ama
bebeklerinden biri yanlışlıkla memesi yerine parmağını em ene ka­
dar da uyanm az -F re u d bize bunun bir kaza olm adığını sö y lerd i-
ve kıymık çıkar.
Her iki öyküde de Uyuyan G üzel'in asıl dertleri uyanınca
başlar: kötücül kıskanç eşler ve kötücül kıskanç anneler onun ve
prensin yaşamını kâbusa çevirir.
Öykü, Charles Perrault tarafından çocuk masalına dönüş­
türülünce sevim lileşir. Fransız m em urun Orm anda Uyuyan Giizell
Le Belle au bois d o n n a n t'ı, m asalın İngilizce biçim inin en etkili
ilk kaynağıdır. İngiliz dilindeki ilk baskısı 1729'da Fransızcasından
otuz yıl sonra yapıldı. Bu uyarlam ada, büyülü uyku bir öpücükle
başlar.
Kötü perinin laneti yüzünden prensesin uykuya daldığını gören
anne babası "sevgili çocuklarını uyandırm adan öper" ve büyünün
doğal seyrini izlemesi için onu bırakıp giderler. Ö pücükleri,
kızlarının edilgin kaderini kabullendiklerinin göstergesidir ve top
artık prenstedi*r.
Kurtarıcı Prens kaleye girm ek için dikenler ve yabangülleriyle
savaşır ama içeri girdiğinde uygunsuz bir şey yapmaz. "Sonunda
altın yaldızlı odaya girer, orada b ir yatak görür, perdeleri açıktır,
görülebilecek görüntülerin en güzelini görür: bir prensestir... T it­
reyerek ve hayranlıkla yaklaşır ve önünde diz çöker.
Ve artık, büyü bozulunca Prenses uyanır. "Sen misin Prens’im
der ona, çok uzun zam an bekledim ."
Ormandaki sarayda gizli bir düğün olur, am a ancak babası ölüp
de kendisi kral olunca Prens çocukları ve Uyuyan G üzel’i kabul e-
der. Ardından Uyuyan G üzel'in Prens'in annesi yam yam devana-
sıyla sorunları başlar.
110
Jacob ve W ilhelm G rim m ’in Çocuklar ve E vişlerilK inder and
H dus-m archen adlı yapıtının ilk bölümü, 1812’de Berlin'de, N a-
polyon'un M oskova'dan çekildiği kış yayım lanır. Grimm Kar­
deşler, uyarlam alarını bilinen kaynaklardan derlem ediklerini,
öykülerini eski elyazm alarından ve halkın anlattıklarından to­
parladıklarını öne sürerler. Kardeşlerin karılarının yaşlı dadısı, die
alte M arie' onlara pek çok geleneksel öykü anlatır.
G rim m K ardeşlerin öyküsünde, prens kaleye girdiğinde, "Ya-
bangülü'nün yattığı yerin kapısını açtı. V e uyurken ne kadar güzel
olduğunu görünce gözlerini ondan alamadı ve eğilip onu öptü.
Prenses uyandı, gözlerini açtı ve ona tatlı tatlı baktı.” Bütün kale
halkı uyanır, düğün yapılır, ailelerle sorun çıkm az ve "son gün­
lerine kadar mutlu yaşarlar." K üçük kızlara inanm aları öğretilen
öykü budur; rom antik prototip.
1840'ta, Planche'nin ilk abartılı Covent Garden pan-
dom im lerinden biri olan, Uyuyan Giizel'de öpüşm enin yanı sıra m i­
zah duygusu da vardır.

Prenses: Ah! sen misin Prens’im, dudaklarıma bastıran!


Prens: Uyandı! konuştu! ve biz mutlu olacağız!
Kızmadın, değil mi?
Prenses: Oh, sevgilim, elbette hayır. Sen zaten gelecek olan centilmen
değil miydin?

Yirmi yıl sonra, çocuklar için yazılan Peri K itabı'nın yazarı Bayan
Craik, prensin prensesi uyandığı zaman öpm üş olabileceğini
söyler, "A m a bunu kim se görm edi, prenses de asla söylem edi, ger­
çekte ne olduğunu tam olarak bilem eyiz." Çok sonraki öykü an­
latıcıları olanlardan em indiler ve öpüşm eyi uyanmanın nedeni yap­
tılar. 1890'da, Çaykovski'nin Uyuyan G üzel balesi St Petersburg'ta
perdelerini açtığında, ikinci perde, ikinci sahnede, daha önce hiç
görm ediği U yuyan G üzel'e âşık olan Prens Florim und, ormanda ve
sarayın örüm cek ağlarının arasında Peri Leylak'ın peşinden gidip
Aurora'yı bulur ve öperek uyandırır.

' (Alm.) die Alte Marie: Yaşlı Marie, (ç.n.)

111
Tehlikeli bir çekiciliği olan C.S. Evans uyarlam asında,
öpülerek yeni uyandırılm ış prenses, prensten kendi geçm işini öğ­
renir:

Büyü öyküsünü ilk kez duyuyordu ve prensten, kalede olan tuhaf şey­
leri dinlerken gözleri şaşkınlıkla büyümüştü. Prens ona çalılıkları, a-
cımasız dikenlerini, kaç gencin dikenleri aşmak isterken öldüğünü an­
latınca, gözleri yaşlarla doldu.
"Ne kadar da cesurlarmış," diye içini çekti. "Ah. keşke onları ye­
niden hayata döndürebilseydim."
Ama Prens onun yaşlı gözlerini öptü ve öykünün bu bölümünü hızlı
geçti ve prenses yine güldü ve mutlu oldu. Çünkü her şeyin öyle ol­
ması gerekliği için olduğunu anlamıştı.

Aman Tanrım . İşte böyle başladı her şey. Ve, sonuç olarak
yüzyılların her şeyi bilen sevgilileri edebiyata ve sinem aya girdi.
Daha çağdaş öpüşm eler arzuları uyandırsa da kadın kahram anın
başlıca değerleri hâlâ güzellik ve boyun eğm edir. Uyuyan G üzel'in,
uyanan cinselliklerini kabullenm eyi öğrenen genç kızlarla ilgili ol­
duğu konusunda pek çok kişi Psikiyatr Bruno Bettelheim ’le aynı
görüşte. Oysa bana öyle geliyor ki, buradaki ders daha çok, kızın
kendisine dayatılan erkek cinselliğini kabullenip kendi cinselliğini
reddetm esi: Bekle, o hazır olduğunda gelecek. Erkek, hedefine u-
laşm ak için ne gerekiyorsa yapacaktır; kız ise yalnızca bir hedeftir.
K ızlar için, edilginlikle öğrenilen tatsız bir ders; erkekler için flört
tecavüzü dersi.
Derslerden biri de m eraklı bir genç kadının (yün eğirm eyi de­
neyen, çalışan) parm ağına iğne batıracağı ve özel bir prens ta­
rafından kurtarılıncaya kadar cansız, rolsüz kalacağı yani askıya a-
lınmış canlılıktır. Bu, bekleyen bir kızın öyküsüdür. Erkeğin başka
serüvenleri de olur. K ızınsa çocukları olur.
Ya da, daha da kötüsü, kızın çocukları olmaz. O zaman tek se­
çeneği (m odem istler için bile böyledir bu) gerçek ve ruhsal olarak
kısır olmaktır: "Ben şim di ne yapacağım ? Ne yapacağım ?" T.S.
Eliot'ın Çorak Ülke şiirindeki um utsuz kadının kederli nakaratı.
N aif Uyuyan Güzel uyuşukluğu ve bastırılm ış um utsuzluğuyla bir­

11?
likte uyur ve bize yanlış prens um utlan verir. A m a Eliot'ın kadını,
"K apaksız gözlerini ovuşturarak", uykusuzluk çeker, "kapının vu­
rulmasını bekler". Eliot, yirminci yüzyılın çöküş içinde olduğunu
düşünüyordu, çünkü inanç ikonları parçalanm ıştı. Savaş bitmiş,
herkes ölm üştü. Kendi içinde. Eliot tam am en haklı değildi ama
ruhsuz kadınların çorak topraklarda yaşadığı kesinlikle doğrudur.
Bugün pek çok insanın W alt D isney'den bildiği U yuyan G üzel m a­
salı, şehvet uyandırıcı Brynhild, Sigurd, Cupido ve Psykhe ef­
sanelerinin evcilleştirilm iş halidir. Brynhild uçabiliyordu, Psykhe
canlı ve hareketliydi; am a peri m asalında yalnızca uyuyup bek­
leyene hizm et eder.
Uyuyan G üzel’dcki öpüşm e, bir öpüşm e taklidi, dünyanın en ro­
m antik olm ayan öpüşm esi. K om adayken, prenses herhalde bu
öpüşm eye katılam az. O na dayatılan bu öpücük m iskin kaderini de
belirler.

Ama öykü böyle olm ak zorunda değil. H er zam an da böyle değildi.


Ö ykünün ilk biçim lerinden birinde, antik N orveç Volsunga
Saga efsanesinde, canlı, dik kafalı, savaşçı tanrıça, bir Valkyrie*
olan B rynhild tanrıçalığını yitirir çünkü bir erkeğin kendisini ya­
kalam asına izin verm iştir. O ve sekiz kız kardeşi V alhala'dan u-
zaklara uçup dünyaya inerler ve tüylerini çıkarırlar. K ral Agnar
tüyleri ele geçirir ve V alkyrieleri denetim i altına alır. Brynhild’in,
savaşan krala yardım etm ekten başka çaresi yoktur ve kralın düş­
manı H jalm gunnar’ın öldürüldüğünü görür. H jalm gunnar, babası
tanrılar kralı O din’in korum ası altındadır. O din’in düşm anına yar­
dım ederek, koşullar ne olursa olsun, B rynhild babasına itaatsizlik
etm iş sayılır (yün eğirm esi yasaklanan U yuyan G üzel’in altm etni).
Bir tanrıça olarak B rynhild’in canlı bir yaşam ı vardı. Şim diyse, bir
kadın olarak evlenm esi gerekiyordu. A m a herhangi bir prensle ev-
lenemezdi. Böylesi bir kahram ana yaraşır gözüpeklikte biri ol-

' Valkyrie: İskandinav mitolojisinde, savaş alanında ölen kahramanları seçip


ruhlannı, ölülerin mutluluk içinde yaşadığı Tanrı Odin’in sarayı Valhalla’ya
götüren kızlardan biri, (ç.n.)

F K Ö N /Ö püjm e 113
m alıydı. Koca adaylarının işini daha da güçleştirm ek için babası o-
nu çevresinde ateşler yanan bir kayalığa sürer. K ahram anın ateş
çem berini yarm asının uzun zam an alacağını bilen Brynhild'in ba­
bası, onun parm ağına uyku dikeni batırır, böylece ömrü ne kadar
sürerse sürsün genç ve güzel kalacaktır.
K ahram an Sigurd, W agner’in operasındaki Siegfricd'dir. Bryn-
hild'i kendi kendini öperek bulur: Ellerine öldürdüğü ejderhanın
kanı bulaşm ıştır, Sigurd parm ağını dudaklarına götürür ve bir­
denbire ölen bir kuşun uyuyan Brynhild'in şarkısını söylediğini an­
lar. Sigurd koşup kızı bulur ve ateşleri yener. Ö püşürler. Sigurd,
Brynhild'in zırhını çıkarır ve ona bir yüzük verir.
Sonra oradan ayrılır ve bir yerlerde büyülü bir gecenin (ve
büyülü bir içkinin) ardından bir başkasıyla evlenir. Brynhild, U yu­
yan G üzel gibi edilgin bir biçim de kaderine boyun eğeceğine etkin
bir intikam alır, Sigurd'u öldürlür. A m a kısa süre sonra asıl is­
tediğinin onun ölüm ü olm adığını anlar. Ö bür dünyada onunla bir­
likte olm a um uduyla, kendini cenaze ateşine atar.
Bu en iyi seçenek değildi kesinlikle, am a en azından bunu ken­
disi yapmıştı.
Ya da Shakespcare'in, A donis'le sorunlu ilişkisi olan V enüs'ünü
ele alalım. Kendine saygısı olan her kahram an gibi, onu kim in, ne­
rede öpeceğini oldukça denetim i altına almıştı:

Bir koru olayım ben, sen benim geyiğim:


Beslen nerde islersen, dağda, ya da vadide:
Otla dudaklarımda, ve kurursa o tepeler.
Aşağı sap, güzelim çeşmelerin aktığı.

Pek azım ız klasik eğitim alm ış olduğum uz için, Venüs'ün öyküsü,


Brynhild'in öyküsü gibi m itolojinin giderek yoğunlaşan sisleri i-
çinde yitip gidiyor. Cupido ve Psykhe'nin daha da hoş olan öpüşm e
öyküsü de öyle.
Ortaçağ halk şarkıları ve söylenceleri, iğrenç nefesleri ve görü­
nümlerine karşın canavarları öpm eye cesaret eden kahram anları
anlatır. Ama antik Cupido ve Psykhe efsanesinde, canavarı öpen
prensestir. Öykünün ilk O rfik uyarlam alarında canavar Eros, -d a h a

114
sonraları aşk tanrısı C upido olarak tanınacaktır-, çift cinsiyetli ve
altın kanatlıdır; dört kafası vardır ve bütün âşıkların yaptığı üzre
aslan gibi kükrer, yılan gibi tıslar ve kuzu gibi m eler.
Psykhe'nin babasına Apollon bilicilerinden biri, onu bir ca­
navara yem olacağı ıssız bir dağa götürm esini söyler. Venüs'ün
kıskandığı güzel prenses dağın tepesine çıkıp başına gelecekleri
bekler. U yuyan G üzel ve G üzel ve Ç irkin'deki G üzel karakteri gibi,
Psykhe (Y unanca ruh) gizem li ve ıssız bir yerde uysalca kaderini
bekler. G ecenin karanlığında bir yabancı, ona söylendiği üzere, acı­
m asız bir canavar ona katılır. Cupido/A şk ona yalnızca karanlıkta
gelir ve kim olduğunu açığa vurm az (am a o Psykhe'yi tanır). G e­
celer boyu Psykhe onun okşam alarından hoşlanır am a rahatsız e-
dici, akıl erdirem ediği bir uyum suzluk çeker: "H ayvandan iğrense
de onun kocalığını sever.”
H içbir iyi ruh uzun süre gerçeklere gözlerini kapatam az. Psykhe
bakm aya karar verir. Y atağını bir canavarla paylaştığını görürse, ne
kadar iyi bir âşık olursa olsun, onu öldürm ekten başka seçeneği ol­
m ayacaktır.
Bir eline bir bıçak, öbür eline de yağ kandili alır. Titreşen ışıkta,
yanında uyuyanın olağanüstü yakışıklı Cupido olduğunu görür,
kıvırcık saçları, altın renkli ve "ölüm süzlük balıyla yıkanm ış” al
yanaklarına dağılm ıştır. Yatağın ayak ucunda Cupido'nun yay ve o-
ku durur, Psykhe bu "şirin silahları" okşar, kazara parm ağına aşk
oklarından biri batar. A rtık um utsuzca A şk'a âşık olm uştur ve Cu­
pido'nun her yerini öpm eye başlar, derin, tutkulu, açık ağızlı
öpücüklerle, uyanm am asını umarak. O an için Psykhe de bir u-
yuyan güzel ister.
Ama kıskançlıktan ya da tutkudan, kandilin kızgın yağını Cu­
pido'nun üstüne döker ve onu uyandırır. Psykhe daha da ateşli bir
hale gelir am a dünyanın bütün yalvaran öpücükleri onu kaçmaktan
alıkoyam az: C upido kanatlarını açar ve tek söz etm eden Psykhe'nin
öpücüklerinden ve sarılm alarından uçarak kaçar. Ama Psykhe iki
eliyle onun sağ bacağına yapışm ıştır ve onunla birlikte bulullu
göğe yükselir. Bir süre sonra gücü tükenir ve dünyaya düşer.
Psykhe onu bağışlar am a bu herkesin yapacağı bir şey değildir.
115
Cupido'nun onun öpücüklerinden kaçışı, simgesel bir olgun aşk is­
teği ve her şeyin ilk defasında m ükem m el olam ayacağı şeklinde
yorum lanabilir. Ruhun, alternatif bir yola, Platonik yola sapm ası o-
larak da görülebilir; güçlü kadının çoğu zaman m utsuz kaderi o-
larak da. Cupido'nun karanlıkta ısrar etm esinin, Aşk'ın - Eros'un a-
kılla kavranam ayacağm ı gösterdiğini de söylerler.
Bence Cupido yalnızca korkudan kaçlı; kızgın yağın acısına
tepki ve görülm üş olm anın ruhsal tepkisiydi bu.
Öykünün geri kalanını çok kişi bilm ez, cesur ruh Psykhe vaz­
geçm ez ve Cupido'yu geri alır. H eraklesvari görevler yüklenip
bunları diğer Yunan kahram anları gibi yerine getirerek hedefine u-
laşır. Uzun ve ateşli çabalarının ödülü olarak ölüm süz kılınır ve
kaçtığına pişm an olan C upido’yla birlikte O lym pos'a yerleşir, o-
rada sonsuza kadar mutlu yaşarlar.
Siiregiden öyküler geniş bir kitleye durm adan anlatılan, u-
yurken öpülen bakire ve kendi istekleri dışında çirkin erkek hay­
vanları öpm eye zorlanan kızların öyküleridir. On dokuzuncu
yüzyılda, halkbilim ciler, yedi A vrupa ve Asya dilinde yazılm ış,
genç bakirelerin ayıyla, keçiyle, maym unla, kurtla ve hatta bir o-
cakla evlendirildiği ve bunların hepsinin sonunda erkeğe
dönüştüğü öyküler derlediler. Bir A frika uyarlam asında ise timsah
vaıdır. M arina VVarner, en ünlüleri K urbağa Prens ve G üzel ve
Çirkin olan hayvan dam atlı öykülerin um ut içerdiğini, prensesin
babası tarafından canavara teslim edilm iş olm asına karşın ca­
navarın m ükem m el prense dönüştüğünü söylüyor. K uşkusuz, de­
ğişm esi gerekenin, canavarda sevecek bir şeyler bulması gerekenin
prenses olduğu. Ö ykü aslında iyi bir toplum sal eğitim örneği ve
kıza bu eğitim i tam am lam ası için kendine söylem esi gereken ya­
lanı da sağlıyor.
Madame de V illeneuve'un on sekizinci yüzyılda yazdığı G üzel
ve Çirkin'de, işin içinde bir kadın yazar olduğunu hemen anlıyoruz:
"Acaba kaç tane kız," diye m erak ediyor Güzel, "yabani zen­
ginlerle evlenm eye zorlanm ıştır - hayvandan çok daha yabani. O
ki yalnızca biçim sel olarak hayvan, duyguları ve davranışlarıyla
hiç öyle değil." B enzer konulu daha eski bir öyküde, M adame
116
d'Aulnoy'un kadın kahram anı Hidessa karanlıkta yatağında biriyle
birliktedir ve lambayı açana kadar da pek m utludur. Yatak ar­
kadaşının çirkin Yeşil Yılan olduğu ortaya çıkar. Yılan ortadan
kaybolur; kızın, o anda başlayan cezası üç yıllık yalnızlıktır ve üç
yıldan sonra bir yılanın tıslam ası bile ona cazip gelecektir. Kız
yılanın bütün koşullarını kabul edince -b ü tü n çirkinliklerine ve
tıslam alarına k a rşın - yılan yakışıklı prense dönüşür. Bazı u-
yarlam alarda kız yılanı öper, bazılarındaysa öpm ez. Ö ykünün alt-
m etni, cinselliğin yılan/prcnsin erdem li yönünün yerini aldığıdır;
genç prensese ise geceleyin bütün çiçeklerin aynı koktuğu dersi ve­
rilir.
Prenses kurbağayı ya da hayvanı kabul eder, o da prense
dönüşür - çoğu zaman kız onu öpünce. Bu öyküler prensin don­
durulm uş cinselliğinin öyküsü olarak değil, G üzel'in olgunlaşm a
öyküsü olarak da yorum lanabilir.
On dokuzuncu yüzyılın başlarında. Sir W alter Scott bugün K ur­
bağa Prens olarak bilinen K urbağa Kral'ı okuduğunda, öykü ona
çocukluğunda dinlediği O tlak Prensi efsanesini anım satır. Efsanede
prenses D ünya'nın Ucundaki Kuyu'dan su alm aya gönderilir, pren­
ses kendisine yardım eden kurbağaya şakacıktan onunla ev­
leneceğini söyler. A m a bu bir zorunluluğa dönüşür. Bazı u-
yarlam alarda kurbağa kızı tehdit eder: eğer onunla evlenm ezse
param parça olacaktır. Bütün uyarlam alarda kurbağa ısrarcı, kızsa
saftır. K ız kurbağayla kötü bir anlaşm a yapar ve birtakım güçler
(genellikle babası) onu anlaşm aya uym aya zorlar. Grim m K ar­
deşlerin uyarlam asında, prensesin topu havuza düşer ve kurbağa,
onunla arkadaş olm ak, onun tabağından yem ek yem ek ve onun ya­
tağında yatm ak koşuluyla topu ona verm eyi önerir. Bir kurbağanın
bunları yapam ayacağını düşünen prenses öneriyi kabul eder. Ba­
bası kurbağayı kaleden atm ak yerine -pren sesten daha büyük olan
kurbağa pazarlık yaparken kızın deneyim sizliğinden yararlan­
m ıştır- prensesi anlaşm aya uym aya zorlar. Prenses kurbağanın
m antıksız taleplerine karşı koym aya çalıştıkça, babası da verdiği
sözleri sonuna kadar tutması konusunda ısrar eder.
Öykünün kızlara ne öğrettiğini görm üştük. Kendilerini kur­
bağayla özdeşleştiren küçük oğlanlara ise bir kız hayır dediğinde
aslında evet dediğini öğretiyor. Prenses boyun eğip kral olan ba­
basının ve kral olduğu ortaya çıkacak olan kurbağanın taleplerini
yerine getirm elidir. G rim m K ardeşler'in uyarlam asında, prenses
kurbağayı alıp duvara fırlatır ve yine de ondan kurtulam az; kur­
bağa prense dönüşür. "Artık babasının da rızasıyla prensesin sev­
gili arkadaşı ve kocasıdır."
Psikanalistler bize kurbağanın penis olduğunu söylüyor. K ız so­
nunda onu sever. A na fikir, ister G üzel ve C an av ard ak i gibi i-
nanılm az itaatkâr bir genç kadın, isterse daha büyük kurbağa ta­
rafından kandırılan genç kız olsun, bir canavarı koca olarak kabul­
lenmeyi öğrenm ek zorunda olduğudur. Cupido ve Psykhe'deki a-
tcşli bir tutku ve cesaret öyküsü, resmi bir toplum sal kurala d ö ­
nüşür.

Ne yazık ki, Saray'a göre, Prenses D iana uysal ve yum uşak başlı
Uyuyan Güzel'e dönüşm edi. Rom antiklere göre b ağışlanam az'bir
şekilde, Prens kendi ağzıyla onu asla gerçekten sevm ediğini kabul
elti; onu evlenm eye babası zorlam ıştı. Düğünden sonra B uc­
kingham S arayının balkonundaki öpüşm eleri - b ir rom antik öykü
kitabından fırlamış g ib iy d i- yalnızca gösteri miydi? İçerik değil bi­
çim miydi? Tutku değil de gösteriş m iydi? Bir aldatm aca mıydı?
Saray'da eğitilm iş televizyon kam eraları yalnızca sonucu, tablomsu
öpücüğü kaydetti. Sorunu çözm ek bize kaldı. Ö püşm e ne anlam a
geliyordu?
B ir şeyi anlam landırm a eylem i, son zam anlardaki görüşe göre,
kişilerarasıdır. Her türlü iletişim gibi, işbirliğine dayalı bir ey­
lemdir.
Bu özel düğün öpüşm esi, kam uyla özel yaşam ı fazlasıyla bir­
leştiren bir ayin oldu. A nladığım ız bir kültürel kodla, çiftin yeni
konum unu onlara ve bize anlattı. Televizyon aracılığıyla küresel
köyü onlara bağladı. V e de Britanya'nın zayıflayan siyasal var­
lığını geçm işin kraliyet saltanatına bağladı. Ö püşm e eşzam anlı o-
larak m onarşinin de reklam ıydı (ve de M onarşi’nin); cam faytonlar
118
ve sihirlerle dolu peri ülkesi dünyasına bir davetli.
V e Prens onu hiç sevm em iş de olsa, -a y ıp a y ıp - kendisine ya­
kın olanların söylediğine göre, bir süre D iana'nın cinselliğinin
büyüsüne kapılm ıştı. Diana da onunkine. Ö püşm ede görm üş ol­
duğum uz gerçek aşk değilse bile, dürüst bir şehvetli.
Sahte olan bizim kendim ize anlattığım ız öykü, bizim sevdayı
algılam am ızdı. Ö püşm e bize peri m asallarının hâlâ yaşadığını söy­
lüyormuş, gibi yaptık. B akireler hâlâ vardı ve ödülleri de prens­
lerdi. Aşk bütün her şeyi yencrdi - denk düşm e uçurum unu, kuşak
uçurum unu ve hatta yeni prensesin yüzyıldır uykuda olm adığını,
belki de prensin uykuda olduğu gerçeğini bile.
Prenses Prens'i öper öpm ez Yakışıklı Prens K urbağa'ya dönüş­
tü: sadakatsiz, kaba, sevgisiz. Prenses uyandı ve kendine geldi,
büyüyü bozdu. Sonunda U yuyan Güzel efsanesini yok edebilm iş
miydi?

119
4 % \ > \ \ \ 4 \ \ \ S N N \ N X X X \ \ N \ N N N N N \ / N \ N N \ y
с
insel ilişkiye girem eyen yeni evli çiftler suçu kötü büyüde
C bulurlardı; on yedinci yüzyılda büyüye özel bir biçimde
öpüşerek karşı konulurdu. Eşlerin her ikisi de büyüyü bozm ak için
etkin olm alıydı, ve de tam am en çıplak. K oca karısının sol ayağının
başparm ağını öperek karısı da kocasının ayak başparm ağını öperek
işe başlardı. M uhtem elen yeni bir büyü yapm ak kötü büyüyü ta­
mamen bozam ıyordu.
A m a, düğün öpüşm esinin geleneksel olarak simgelediği şey
ruhların birleşm esiydi, bedenlerin değil. Y aşam ın gücü nefesin, ru­
hu içerdiği düşünülüyordu. D udak dudağa öpüşerek, iki sevgili ya­
şamın nefesini değiş tokuş ediyorlar, ruhlarını birbirine karıştırı­
yorlardı. C hristopher M arlow e'un Dr. Faustus'u da buna inanıyordu
123
ve ruhunu şeytana sattı.

Tatlı H elen, beni öp de ölü m sü z olayım !


Dudakları ruhumu em iyor: bak ruhum nereye uçuyor!

On ikinci yüzyıl düğün töreninde dam at, rahipten p a x alm ak için


sunağa gider ve geline dönüp onu öperek p a x ’i verirdi. Osculunı
inten'eniens sonrası eşlerden biri ölürse düğün arm ağanlarının geri
verilm esi gerekm ezdi. Ruhları tek olm uştu. Ruhların birbirine ka­
rışm ası düşüncesi sürdü dc sürdü. "Sevgililerin dudaklarında ruh
ruhla tanışır," diye yazm ıştı Shelley on dokuzuncu yüzyılda.
Dinsel ya da cinsel kendinden geçmenin sim gesi olarak çifte
görevi olan, ruhları kaynaştıran öpüşm e, erotik aşka H ıristiyanlık
tarafından kabul edilebilir bir yüz kazandırdı. Ruha dokunan
öpücük kavramı aslında eski bir kavram dır: "Agathon'u öperken
ruhum dudaklarım daydı," diye yazar Platon.
R önesans şairi Robert H errick düşünceyi içselleştirir ve kısa
şiirlerinden H issedilehilir A şk'ta doğal b ir biçim de dile getirir:

Julia'mın dudaklarına dudaklarım ı bastırdım ve bu öpüşte,


Ruhu ve A şkı hissed ilebiliyordu .

K lasik eğitim li gençler arasında bu görüş o kadar yaygındı ki, on


yedinci yüzyıl şairi John Donne b ir m ektubunda bundan alayla söz
edebiliyordu: "Sir, öpücüklerden çok harfler ruhları birleştirir."
Son derece incelikli olan A lexander Pope, ortaçağ âşıkları He-
loise ve Abelard üzerine E loisa ve A b e la rd ı yazdı (1717). Rahibe
olduktan sonra H eloise hadım edilm enin A belard'ın yaralarını i-
y ileşt irebi leceğin i am a kendi arzularını hiçbir şeyin din-
direm eyeceğini söylem işti. Pope'un şiirinde H eloise A belard'la
öpüşüp ölm ek ister:

Sen, Abelard! yap son acı g örevin i


K olaylaştır g e çişim i günün ülk esin e
Bak, titriyor dudaklarım , gözyu varlan m dönüyor,
Ç ek içine son n efesim i, yakala uçan ruhumu!

124
G oethe'nin W erther màc, (1774) W erther ve C harlotte Ossian'i o-
kuduktan sonra ölüm cül bir biçim de öpüşürler. 25 yıl sonra, e-
debiyatın hipnotize edici gücü bir kez daha ortaya çıkar; Pet-
rarca'nm aşk şiirleri üzerinde tartıştıktan ve Sappho'nun şiirlerini
okuduktan sonra, İtalyan yazar Fascolo'nun Jacopo ve Teresa'sı
öpüşm ekten başka yapılabilecek bir şey olm adığını hissederler.
D ante'nin Paolo ve Fransesca'sı da, öpüşm e üzerine okuduktan son­
ra baştan çıkarlar. Jacopo, son nefesinde kendi ruhunu Te-
resa'nm kiyle birleştiren öpüşm eyi düşünerek ölüm ünü erotikleş­
tirir: "Ve dudaklarım ız ve soluklarım ız birbirine karıştı, ve ruhum
senin göğüslerinle kaynaştı."
D udaklarda sevgilinin öpücüğüyle ölm ek ortaçağ rom ansının ve
on dokuzuncu yüzyıl m elodram atik şiirinin idealiydi. Radikal Shel-
ley, Dante gibi, ruhları birleştirici öpüşm eye inanıyordu ve
"Epipsychidion"da bizi neredeyse bunun olabileceğine inandırdı:

Birlikte aü yor nabzım ız; v e dudaklarım ızda


kelim elerden bir başka belagat, tutuluyor
aralarında tutuşan ruh.

Sabah gün eşi olan dağ pınarları gibi.


Bir o la ca ğ ız ikim iz, bir tek ruh
İki bedende yaşayan.

Shelley bunları "Aşk'm F e lse fe sin d e anlatırken, her şey öpüşür:

B ak. öpüyor dağlar yüce G öğü,

V e öp ü yor ay ışığı denizi:


N e y e yarar bütün bu öpüşler
Sen öp m ed ik çe beni?

Emily D ickinson Doğa'nın da öpüştüğünü dile getirir ama şiir­


lerinde insanlar öpüşm ez. Yirm inci yüzyılın ilk on yılında yazan
Sara Teasdale, daha da ileri gider:

Sen öp m ed en ö n ce y aln ızca göklerin rüzgârı

125
V e yağm urun yu m u şak lığıyd ı öpen beni -
Şim di sen g eld in , nasıl olur da bir daha
Um ursarım onların öpücüklerini?

D enizleri aradım, beni bulmak için rüzgârlarını gönderdi deniz.


G üneyin şarkılarıyla beni sarm aladılar-
K utsallığım ı korumak için dönüp gittim
Ö püşün dudaklarımda.

DanimarkalI felsefeci K ierkegaard, D iary o f the Seducer'de,* is­


lediği kadının alevlenen tutkusunu yazarken aynı imgeleri kullanır:
"Beni, cennetin denizi öptüğü gibi sükûnetle, çiğin çiçeği öptüğü
gibi yum uşak ve sessizce, denizin ayın yüzünü öptüğü gibi kut­
salca öptü." Bir yüzyıl sonra, L ondra Ç ayırları'nda, Britanyalı ro ­
mancı M artin Am is aşırı kullanılm ış çiğin öpücüğü metaforunu ko­
mediye dönüştürür: "Bir ağacın altından geçerken tepemde şehvetli
bir çiğ dam lasının ılık öpücüğünü hissettim . Şükran duyarak elimi
saçım da gezdirirken bir de ne bulayım ? Kuş pisliği. Güvercin pis­
liği."
V iklorya dönem inde dillere düşm üş Henry Jam es, öpüşm eyle
doğa güçleri arasındaki ilişkiyi hayli ciddiye alm ıştı. P ortrart o f a
Lady rom anının ilk basım ında, şöyle yazmıştı: "Öperken sanki
şim şekler çakıyordu; tekrar karanlık bastığında kadın özgürdü."
Daha sonraları, rom anın son baskısında, öpüşm e daha da şiddetli
bir biçim de düşlcnm iştir: "Öpüşü bem beyaz bir şim şekti, yayılan,
yayılıp giden bir aydınlıktı ve öyle kalıyordu; öpüşü öylesine ola­
ğanüstüydü ki kadın onun tarafından öpüldüğünde, ancak zerre
kadar zevk aldığı o sert erkekliğe ait her şeyi hissediyordu, onun
yüzünün her saldırgan devinim ini, onun çehresini, duruşunu; bu
öpüşün yoğun niteliğiyle doğrulanıyordu hepsi, bu sahip olm a ey­
lemiyle. Bu yolla duym uştu kadın kazazedelerin sesini, batmadan
önce, suyun altındaki im geler silsilesini izleyerek. A m a karanlık
bastığında özgürdü o."

* Baştan Çıkarıcının Günlüğü. Sören Kierkegaard, çev.: Süha Sertabiboğlu, Ay­


rıntı Yayınları, 1997. (ç.n.)

126
Laikleşen dünyada, öpüşm elerim iz bizi ölüm de birleştirm edi, bizi
dünyada birleştirdi ya da zincire vurdu. Scott Fitzgerald'm 1920'de
yazdığı The G reat G atsby* rom anında, birleşen ruhlar geleneğiyle
karşılaşıyoruz. Daisy'nin başını döndürdüğü G atsby gerçekte,
öpüşm eyi tehlike olarak görse de duraksam az; onu sosyal dünyada
yaşam aya, yükselm eye zorlayacağına inanır. Bu toplum sal ko­
num unun yükselm esi dışındaki bütün büyük planlarının sonu olur.

D aisy'nin apak yüzü yüzüne yaklaşırken, kalbi kül kül atıyordu. B i­


liyordu, çünkü, o kızı öptükten, tarifsiz hayallerini onun ölüm lü so ­
luğuna everdikten sonra, zihni gayrı Tanrı’nın zih n iy m iş gib i gülüp o y ­
nam ayacaktı. O nun için işte, bir yıld ızın üstüne d ik ilm iş diapozonu
azıcık daha din led i. Sonra öptü D aisy'yi, D udakları dudaklarına d o ­
kununca kız onun için çiçek ler gibi açıld ı, ö zü m lem e tam am dı artık.

O ysa bu bir yanılsam aydı. D aisy, göründüğü gibi değildi; Gatsby


m utluluğu bulam adı.
V irginia W o o lf un kahram anı M rs D allow ay da aynı ölçüde al­
danm ıştı. Rom anın başladığı ve bittiği gün, önde gelen bir parla­
m ento üyesinin karısı zengin ve gözde Clarisse D allow ay, bir sürü
şey düşünerek Londra'da yürür. Onun bilinç akışında, kahram anın,
yaşam ının belirleyici anı olduğunu düşündüğü b ir öpüşm eye rast­
larız: O ve Sally öbürlerinin gerisinde kalır:

İçinde çiçek ler duran taş bir çanağın yanından geçerlerken hayatının
en gü zel anını yaşam ıştı. Sally durmuş; bir ç iç e k koparm ış; onu du­
daklarından öpm üştü...E llerine sıkı sıkı sa n lm ış bir arm ağan verilm işti
sanki, saklayacaktı onu, bakm ayacaktı am a - bir elm a s, paha b içilm ez
bir şe y , sarılı, ama onlar yürürken (bir aşağı bir yukarı gidip geld ik çe)
C larissa usulca açıyordu onu ya da o kendi ışığ ıy la yarıyordu gecey i; o
açık lan ış, o d in sel h az!"

İnsanın yaşam ını değiştiren ilk öpücük fena halde eski m oda ge­
liyor kulağa am a çağdaş rom anlarda da o n ay a çıkm aya devam e­

* Muhteşem Gatsby, Scott Fitzgerald, çev: Can Yücel, Adam Yayınları, 1. Basım
1974. (ç.n.)
” Mrs Dalloway, Virginia Woolf, çev: Tomris Uyar, iletişim Yay., 1993. (ç.n.)

127
diyor. Leviarhan'âa, Paul Ausler'ın kahram anı önce hoş olmayan
bir zina öpüşm esine karşı koym ak zorunda kalır. En iyi ar­
kadaşının karısı Fanny ona olan ilgisini açığa vurduğunda, "K en­
dini düğüm düğüm bağlayıp tutm ana gerek yok. Beni istiyorsan, a-
labilirsin" dediğinde, kahraman çekinir. "Şaşkınlıktan olduğum
yerde kaldım ve sustum ." Zorlam a öpüşm e iğrençti. "Yerinden
kalktı, yanım a geldi. Kollarım ı açtım , Fanny tek söz söylem eden
kucağım a oturdu, kalçasını sıkıca bacaklarım a bastırdı ve yüzüm ü
ellerinin arasına aldı. Ö püşm eye başladık. A ğızlarım ız açık, dil­
lerim iz birbirim izin çenesinde gezinerek.”
Auster'ın bu zina öpücüğü çirkin ve bedenseldir: gerçek aşksa
güzel ve bedensizdir; anlık sevişm e dilsiz öpüşm eye dönüşür. Ö y­
künün kahram anı gerçek aşkla karşılaştığındaysa söz konusu kadın
çok daha masum bir adı (iris) taşım akla kalm az, aynı zam anda
kim seye ait değildir, ve gerçekte ev sahibini pek az tanım aktadır.
H içbir etiketi olm adan gelir, kahram anın fantezilerinin girebileceği
boş bir bilgisayar ekranıdır. Karşılaşm alarının ilk dakikalarında
kahram anım ız efsanesini yazm aya başlar ve kadını da oraya çeker.
Cüzdanını çıkarıp küçük oğlunun fotoğraflarım gösterir.

iris o akşamdan sö z ederken, o anda bana âşık olduğunu ve e v le n e ce ğ i


kişinin ben olduğum a karar verdiğini anlattı. Benim duygularım ı tart­
m am sa daha uzun sürdü, uzun d ediysem birkaç saat kadar.

Partiden birlikte ayrılırlar, bir restoranda yem ek yerler, bir yerlerde


içki içerler, ve geceyarısından önce erkek kadın için bir taksi dur­
durur:

am a bin m esin e fırsat bırakmadan sarılıp kendim e çek ü m ve ağzının


derinliklerine uzanarak öptüm . B u, öm rüm ün en düşünm eden yapılan
hareketlerinden biri, gem len em ez bir isteğin, bir çılgın lık ânının s o ­
nucuydu. Taksi çek ip gitti, Iris'Ie ben sok ağın ortasında sarm aş dolaş
kaldık. Sanki dünyada ilk öpüşen, öp ü şm eyi o g e c e icat etm iş iki ki­
şiydik . Sabah olduğunda, iris benim için mutlu son, en bek lem ed iğim
anda başım a konuveren m ucize olm uştu.

128
H enry Jam es'in şim şekleri gibi, doğa olayları devreye girer:
"Fırtına gibi seviştik ve sonra hiçbir şey eskisi gibi kalmadı."*

Yirminci yüzyılda, insanın ilk öpüşm esinin çoğu zam an tutku ya


da aşkla, çılgın sevda ya da sevişm eyle ilgisi yoktur. İnsanın ye­
tişkinlik olarak um duğu şeye duygusallıktan uzak bir geçiş ayini,
rom antiklikten uzak bir sarsıntıdır. H iç kim se, M ickey R ooney ile
Judy G arland'm otuzlu yıllarla kırklı yıllar arasındaki dizi komedi
film lerindeki gibi bir ilk Öpüşme yaşam am ıştır. Çılgın K ız'daki son
biraraya gelişlerinde, Rooney G arland'a sorar: "B enim ruh ha­
limdeki bir herifin senin ruh halindeki bir kızı öpebileceğini sana
hiç söylem iş m iydim ?
"Haydi yap bakalım ," diye yanıtlar G arland. "Y ap da görelim ."
Ö püşürlerken tam bir kargaşa yaşanır. Burunların nereye gi­
deceğini bilirler am a dillerin nereye gideceğini bilm ezler. Ö püş­
m eye dillerin de katılacağını bilm ezler bile. (G ünüm üz film lerine
gitm iş olsalar bunu öğrenirlerdi.) O nlar için, dudakların birbirine
bastırılm ası olgunluğa ulaşmaktı. Bu, çocukların öpüşm e oyunu
şişe çevirm enin uyarlam asından başka bir şey değildi. İlk sigara gi­
bi bir şeydi.
Rooney-G arland öpüşm esi orgazm ya da sevişm e dem ek de- .
ğildi. Elbette sevgi öpüşm eleriydi am a her şeyden önce bu gençlik
film lerindeki öpüşm eler törensel öpüşm elerdi, m ezuniyet ya da bar
mitzvah öpücüklerinin Hollyvvood'daki cinsel karşılığıydı.
Bir başka çocuk oyunu olan ip atlam a da bir zam anlar ilkbahar
ekim leriyle ilişkili bulunuyordu. Ne kadar ciddi olduğunu bilmek
zor ama. ekinlerin boylarının, bu törene katılanların sıçrayabileceği
yüksekliğe ulaşacağı düşünülüyordu. İnsan zıpladıkça, toprak al­
tında göm ülü tohum lar da canlanıyordu. G eleneksel bir ip atlama
şarkısı şöyle:

Kelebek, kelebek, öp, öp, öp


Takılmadan atla, atla, atla

’ Leviathan, Paul Auster, çev.: Seçkin Selvi, Can Yayınları, 2. basım, 1988. (ç.n.)

F9ÖN/ÖpUjme 1 29
On dokuzuncu yüzyılın ünlü efsane araştırm acılarından Bulfinch
psyche sözcüğünün Yunanca hem "ruh" hem de "kelebek" an­
lamına geldiğini belirtir: "Ruhun ölüm süzlüğünün kelebek kadar
çarpıcı ve vurucu bir örneği daha yoktur, yattığı mezardan pırıl
pırıl parlayan kanatlarıyla fırlar, sıkıcı ve sürüngen bir tırtıl ya­
şam ının ardından, günün aydınlığında kanat çırpm ak ve ilkbaharın
en güzel kokulu ve en tatlı ürünlerini yem ek için." C upido ve
Psykhe efsanesinde der Bulfinch, "Psykhe, öyleyse, insan ruhudur;
acılar ve talihsizliklerle arınm ış ve böylelikle gerçek ve saf m ut­
luluğa hazırlanm ıştır." Ö lüm de, yaşam da değil.
Bu görüş, Cupido ve Psykhe'nin m ezar süslem eleri olarak kul­
lanılm asına neden oldu. A ntik Rom a'daki hali vakti yerinde R o­
malılar, MÖ 4. yüzyılda Rom a'da yapılan lupiter Tapınağı'ndaki,
C upido’yu (aşk tanrısı) Psykhe'yi (ruh) öperek sonsuz m utluluğu
verirken betimleyen heykelin kopyalarını yaptırırlardı. Z ekice dav­
ranan ilk H ıristiyanlar da m ezarlarında aynı imgeyi kullanm ışlardı,
uzun zam andır gözde olan bu im ge, dikkat çekip sorun çıkm asına
yol açmıyordu. Bütün yapm aları gereken şey, olayı farklı yo­
rum lam aktı; aşk tanrısı H ıristiyan'ın ruhunu öpüp ona sonsuz ya­
şam bağışlıyordu. Y üzyıllar boyunca, kulaktan kulağa. Uyuyan
G üzel’le ilgili dinsel bir kavram ın -sonsuzluğun öpücüğünü bek­
leyen ölü ru h - doğduğunu görm ek mümkün. Bu, onun erotik ya­
şam a uyanm asıyla erotik bir nitelik kazanır.
Shakespeare. Rom eo ve Juliet'te, gençlik aşkı temasını çok daha
becerikli işler, dinseli erotikle karıştırıp ruhum uzu okşar:

R om eo: Dudakları yok mudur erm işlerle hacıların?


Juliet : Vardır, ama T an rıy a yakarm ada kullanırlar.

Ama, Romeo dudaklarını dua etm ek yerine öpüşm ek için kullanır.


Konuşm alarında günah sözcüğü öpüşm e yerine geçer.

R om eo: K ım ıldam a ö y le y s e yakarım gerçekleşirken.


(Juliet'i öper)
İşte senin dudaklarınla, dudaklarım günahtan arındı.

130
Juliet : Ö y le y se şim di günah dudaklarım da kaldı.
R om eo: G ünah dudaklarım dan mı geçti?
T atlı bir dürtüyle işlen en günah!
V er bana günahım ı geri.'

Vecit halindeki karşılıklı günaha karşın, savaşan ailelerinin karşı


çıkm asıyla yenilirler; Shakespeare'in ilk rom antik trajedisinin so­
nunda on üç yaşındaki âşıklar ölürler.
1993 yılının Sevgililer G ünü’nde, Brooklyn'deki Y ahudilerle si­
yahlar savaş halindeyken, The N ew Yorker dergisinin kapağında ol­
gun bir siyah kadınla orta yaşlı bir H asidik Y ahudi'nin öpüşm esine
yer verilm esi büyük bir öfkeye yol açm ıştı. Kim se Rom eo ve Ju-
liet'i anm adı am a pek çok kişinin aklına, savaşan klanlarıyla Batı
Yakası'nın H ikâyesi geldi: İrlandalı Tony ve Porto R ikolu Maria.
Vikram Seth'in Uygun bir Oğlan mdak'ı talihsiz sevgililer için
de işler pek iyi gitm edi:

tkiz banyan ağaçlarının birbirine girm iş köklerinin üstünde otu ­


ruyorlardı. Lata, ne sö y le y ec eğ in i bilem iyordu. K endini konuşurken
duydu:
"Kabir, politik ayla ilgilen iyor m usun?.”
Kabir, b ek lem ed iği soru karşısında ona şaşk ın lık la baktı ve "Hayır"
d eyip onu öptü.
L atanın yüreği yerinden fırlayacak gib iyd i. O nun öpü cü ğün e kar­
şılık verdi -h iç b ir şe y d ü şü n m ed en - ama kend ine şaşarak - bu kadar
um ursam az v e m utlu olduğu için.
Ö pü şm eleri bittiğinde Lata birden d ü şü nm eye başladı ama her z a ­
m ankinden daha öfk eyle.
"Seni seviyorum " dedi Kabir.
Lata s e ss iz kalınca, sordu.
"Evet, bir şe y d em ey ecek misin?"
"Ah. ben de seni seviyorum " dedi Lata, kendisi için apaçık olan ve
d o la y ısıy la onun için de apaçık olm ası gereken bir gerçeği d ile g e ­
tiriyordu. "Ama bir anlam ı yok."

Ö püşm eleri onları nişanlanm a yerine dinsel ayrım tartışm asına

* Romeo ve Juliet, Shakespeare, Çev: Özdemir Nutku, Remzi Kitabevi, 5.


Basım, Haziran 1998. (ç.n.)

131
götürdü. K abir M üslüm an, Lata Hindu'ydu. M öntagueler ve Ca-
puletler.

Kabir bisikletiyle gitmek üzereyken Lata sordu.


"Başka birini öptün mü hiç?"
"Bu da ne demek şimdi?” Eğleniyor gibiydi.
Lata yüzüne bakıyordu. Sorusunu tekrarlamadı...
"Hiç mi demek istiyorsun?" diye sordu. "Hayır. Sanmıyorum. Ciddi
olarak değil."
Ve bisikletine binip gitti.

Juliet'in tersine L ata ailesinin isteğine saygı gösterdi; kendisini tut­


sak alan tutkudan korkuyordu. B ir başkasıyla evlenm eyi seçti.
Çünkü Lata'nm duygularının ne kadar güçlü olduğu ortadaydı; bu
umut dolu ilk öpücük, Kabir'le ortak geleceklerinin ölüm öpücüğü
olacaktı.
Ölüm öpücüğü, şeytanın avukatlarından biri - bir m afya babası
ya da bir vam pir - tarafından arm ağan edildiğinde çok daha ger­
çeğe uygun ve ölüm cül oluyor. V am pir öpücüğü geleneksel ruha
dokunan öpüşm enin tersi. V am pir öpücüğü, "ruhu" beslem ek ye­
rine yaşam ı em ip alıyor, kötülüğün girm esine izin verip kişiliği bo­
zuyor. On dokuzuncu yüzyılın sonlarında ortaya çıkan D rakula, ilk
vam pir öyküsü olm asa da insanların belleğine kazınan ilk
öyküydü. Bram Stoker’ın on dokuzuncu yüzyıl sonu dekadans ro ­
manındaki hoş olm ayan cinsellik kokuları istem eyerek yapılm ış
değildi. Y üz yıl sonra da D rakula, Transilvanya Kontu ve öbür
yoldan çıkm ış vam pirleri konu alan ve çoğu zam an esrarengiz bir
cinselliğin de karıştığı film , rom an ve oyunlara esin kaynağı ol­
mayı sürdürüyor.

132
Vam pirler ve diğer öldüren cazibeler
e
jF \ yun y azan ve şair O scar W ilde, ciddi olm anın önemi ko-
v y nusunda çoğu insandan daha kuşkuluydu; ama yaşamını
m ahveden ilişkisi üzerine yazdığı The B allad o f Reading GaoTda
ciddiydi:

Ama gene de herkes sevdiğini öldürür,


Bu böylece biline.
Kimi bunu kin yüklü bakışlarıyla yapar,
Kimi de okşayıcı bir söz ile öldürür,
Korkak öpücükle.
Yüreklisi kılıçla, bir kılıçla öldürür!’
’ Reading Zindanı Baladı, O scar Wilde, çev: Özdem ir Asaf, Altıkırkbeş Y a ­
yınları, 1. Baskı Mart 1996.

135
Bosie, yani Lord Alfred D ouglas'la olan ilişkisi, Bosie'nin değil
W ilde'in yaşam ının m ahvolm asıyla sonuçlandı. G enç am a masum
olm ayan kibar Bosie, Q ueensberry M arkisi'nin oğluydu. M arki,
W ilde'i alenen suçlayınca W ilde iftira davası açtı. B öylece, olaylar
zinciri başladı ve 1895’te O scar W ilde eşcinsellik suçlam asıyla 2
yıl ağır iş cezasına çarptırıldı.
Davadan iki yıl sonra D rakula ortaya çıktı.
Kont D rakula'da W ilde'i görm ek için büyük çaba harcam ak ge­
rek am a çoğu yorum cu vam pirlikle eşcinselliği kötücül bir biçim de
özdeş saym ıştı. Sansasyonel W ilde davası tutucu bir ahlâki tepki
doğurm uştu ve Bram Stoker'in rom anı bunu bastıracak bir şey yap­
madığı gibi büyük olasılıkla daha da kışkırtm ıştı. Cinselliğin frengi
yoluyla öldürücü olabildiği bir çağda yazılan D rakula"nın. cin­
selliğin A ID S'le öldürücü olduğu bir çağda pek çok taklidi ortaya
çıktı.
Sim gesel olarak, vam pir öpücüğü ahlâki ölüm anlam ına gelir.
Ruhu ve kutsal ölüm huzurunu çalar. İnsan ya hemen ölür ya da
yaşayanları avlayıp iyiliği yok eden ölm ezler lejyonuna katılır.
V am pir imgesinin gücünün büyük bir bölüm ü, öpücüğün daha o-
lağan anlam larını tersine çevirm esinden gelir. Bir kara-ayin gibi,
vam pir öpücüğü iyinin tersine çevrilm esidir. D rakula'nm yazıldığı
ortam da, eşcinsellik korkusu akıllarda yer etm işti. Bir ara, eş­
cinsellere "dönme" deniyordu. R adcliffe Hail, bu terim i, 1920'de
yazdığı Yalnızlığın Kuyusunda'âz. lezbiyenler için kullanmıştı.
Yahuda'nın öpücüğü gibi, vam pirin ölüm öpücüğü de ihanettir.
Stoker da Drakula'yı Y ahuda'yla özdeşleştirir: "Hiç konuşm adan
kitaplığa çıktık, bir iki dakika sonra ben odam a geçtim. K ont'u son
görüşüm , cehennem deki Y ahuda'yı gururlandıracak bir gülüm sem e
ve gözlerinde kızıl bir zafer pırıltısıyla bana bakıp elini öperken ol­
du."
K ont Drakula özellikle güzel kadınları vam pire dönüştürm ekten
hoşlanırdı; ve kadınlar, ortaçağdaki cadı adayları gibi genelde karşı
koyam ayacak kadar güçsüzdüler. O lası erkek kurbanlar, Dra-
* Drakula, Bram Stoker, Çev: Zeynep Akkuş, Kamer Yayınları, 1. Basım 1998.
(ç.n.)

136
kula'nın m aiyetindekilerin çekiciliğine kapılıyorlardı: "Üçünün de
dolgun kırm ızı dudaklarının arasından bem beyaz dişleri par­
lıyordu...engel olunam az bir istekle beni o kırm ızı dudaklarıyla
öpm elerini diledim ." A m a elbette öpücükleri öldürür ya da kirletir.
"Sevgili A rthur, o öpüşe izin verseydim öldükten sonra zaman i-
çinde siz de Doğu AvrupalIların dediği gibi bir nosferatuya
dönüşecek ve yeni Ö lm eyenler yaratılm asına alet olacaktınız ki
böyle bir şeyin bizi nasıl korkutacağını tahm in edersiniz." Kar­
şılıklı alışveriş, sevişm e, aşkı barındırm ak yerine vam pir öpücüğü
bencil ve ölüm cüldür. Ters bir sim ya içerir, aşk öpücüğünü altına
dönüştürm esi gerekirken ahlâkça zehirli kurşuna dönüştürür.
D rakula’nm ilk film uyarlaması N osferatu’ydu. 1922'de çekilen
bu dışavurum cu Alman filmiyle, vam pir ağzı ve dolayısıyla öpme
hakkı gündem e geldi. Nosferatu'nun tiksindirici, kem irgen ağızlı,
yarasa kulaklı ve korkunç örüm ceksi parm aklı vam pirine dişli pe­
nis deniyordu. D elici vam pir dişlerinin öpücüğünü verm ek için de­
riyi alt ve üstteki kesici vam pir dişlerinin arasında kıstırıyordu.
Daha çağdaş uyarlam alarda vam pirin çoğunlukla aortu deldiği iki
üst dişi vardır. N osferatu'nun öpüşü daha az dram atik am a daha et­
kilidir. Bu filmde, farelerin bir gem iden fırlam ası ve vebanın kente
gelm esiyle cinsellik, hastalık ve ölüm arasındaki bağlantı çok
güçlü yansıtılır.
Anne R ice’ın Vampirle Söyleşi rom anında konu, bütün ya­
kınlarını yitirm iş, ölm ek isteyen duyarlı erkek Louis'in gözleriyle
aktarılır. V am pir Lestat, bunu şöyle böyle sağlar. Beyazperde u-
yarlam asm da, Lestat bir gece Louis'in yaşam ına girer, boynunu
ısırır, Louis'in kanını ölüm noktasına kadar içer ve ardından ona bir
seçenek sunar: Louis ölecek ya da Lestat'ın kanını içecektir. Bu o-
nu yeniden canlandıracak ve vam pire dönüştürecektir. Louis onun
kanını içer. Y oğun bir değiş tokuş yaşanır - beslenm eden çok bir
öpüşm edir bu. İkisi vam pirce bir cinsel ilişkiye girer. Kalp atışları
hızlanır, Louis titrer ve kanar.
Lestat kim sesiz Claudia'yı da vam pir yapar, böylece Louis'in bir
yoldaşı olacak ve üzülm eyecektir. Çocuk vam pir L estat'a en gözde
akşam keyfini getirir: aslında ölü olan am a uyurm uş gibi görünen i­
137
ki genç, tombul, sıcakkanlı oğlan. Lestat çocukların ölü kanını i-
çince, zehirlenip zayıf düşer ve Claudia kafasını kesip onu yakar.
Bu sahnede kanın kirlenm esine fazla yer verilm ez ve filmde buna
bir daha değinilm ez; am a yakm a eylem i, insanın veba gibi sal­
gınların kurbanlarından güvenli bir biçim de kurtulm asıdır. Lestat
sağ kalır. D aha sonra onu, eşcinselleriyle ünlü olan çağdaş San
Fransisco'da bir kez daha vam pirliğe geçerken görürüz. Cop-
pola'nın D ıakula filmi ve son zam anlardaki vam pir rom anları gibi
bu film de AIDS üzerine bir bildiri sunm ak için oldukça çaba gös­
teriyor.
V am pir yarasalar, bazen insanlara da saldıran am a asıl avları
sığırlar ve koyunlar olan küçük yaratıklardır; kurbanlarını kanlarını
içerek öldürm ezler, kaybedilen kan pek azdır am a ustura kes­
kinliğindeki dişleriyle hastalık bulaştırırlar. Düşsel insan vampirin
öpücüğü ölüm getirerek bilim adam larıııın bize söylediklerini red­
deder: AID S'in öpüşm eyle geçm esi olası değildir. Frengi de AIDS
de vücut salgılarıyla geçer, dudakların ve dilin yerini dişlerin aldığı
vam pir öpüşü dışında herhangi bir öpüşm eyle geçm ez.
Ç akal'm G ü n ü n d e, kahram anın öpüştüğü kadının şahdam arını
kapıp tutku öpüşm esini ölüm öpüşm esine dönüştürmesi, çok daha
gerçekçi bir sahnedir.
Vam pirin öpüşü deriyi parçalar, dam ara girer ve karşılıklı
öpüşm e ziyafetini bozar; eşlerden biri kendine tek başına ziyafet
çeker. Rice'ın rom anında öpüşm e, ısırm a, em m e, beslenme a-
rasındaki çizgiler belirsizdir am a V a m p irle Söyleşi filminde, vam ­
pirin ağız davranışlarına bakıldığında daha az belirsizlik vardır.
Isırma, beslenme, em m e bir hayli vardır am a öpüşm e pek azdır -
kucaklaşm alar, sahnede gerçek öpm e yoktur. Bunun yerine, tipik
vam pir öpüşü vardır. Drakula'nın ilk örneğinde olduğu gibi; istekli
bakire onun dudaklarının coşkusunu dudaklarında istediği an,
dişler ortaya çıkar ve vam pir kızın boynuna girer.
En az tehlikelisi telefon seksidir; ne bedene, ne de ruha do­
kunulur.
"Şu efsanevi W aler Pik duş m asajı başlıklarından var mı?" diye
sorar telefonla arayan kişi, rom ancı N icholson Baker'in çağdaş, se­
138
vişm e karşıtı Vox uyarlam asında:

"Var ama özel takımlarıyla kullanmıyorum. Eve taşındığımda vardı


zaten. Küveti yıkarken faydalı oluyor. Ama ben banyodayken - ba­
caklarımın arasına ya da bir başka yere tutmuyorum, koymuyorum. Sı­
radan duş başlığı gibi kullanıyorum. Yaptığım..."
"Evet?"
"Orgazm olmaya başladığımda mı?"
"Evet."
"Ben
"Evet?"
"Ağzımı açıp suyla dolduruyorum. Ağzımdan taşan suyun verdiği
his...Orada mısın?"
"Konuşmayı bırakma."

Nicholson Baker'ın kendi kendine doyum a ulaşan fem m e fa ta le't e-


debiyattaki ve sinem adaki atası olan vam ptan çok daha az ilginç.
G erçek bir vam pir değilse de ahlâki bir vam pir olan bu alelade ka­
rakter Slokcr'm rom anında zam anından önce görünür.
On dokuzuncu yüzyılın bitm esinden epey önce, bazı yazarlar,
erkeklerin istekle ve coşkuyla boyun eğdiği, cinsel yönden egemen
kadınları betim lem ekle ün salm ışlardı. A vukatlık yapan Avustur­
yalI Leopold von Sacher-M asoch'un K ürklü Venüs'ünü [Venus in
Furs-1870] okuyan psikiyatr K rafft-Ebing, "m azoşizm " sözcüğünü
türetm işti. A şağıdaki m etinde, kahram an G regor, dev boyutlu ya­
tağı destekle-yen koca sütuna kendini bağlatıp W anda'ntn
kırbacının şaklam a-larına boyun eğer:

Vahşi bir zarafetle gömleğinin kenarları kürklü kollarını sıvayıp


sırama vurmaya başladı...kırbaç etimi bir bıçak gibi kesiyordu... Hay­
kırmamak için dişlerimi gıcırdatıyordum. Suratıma vurdu, alnımdan a-
şağı ılık kan sızarken o gülüyordu..."Birinin tamamen benim de­
netimim altında olması ne büyük bir zevk, hele bir erkekse...Seni
paramparça edeceğim, ve kırbacımın her şaklaması zevkimi daha da
artıracak. Şimdi, bir solucan gibi kıvrıl, haykır, ağla."

Sonunda yorulur, kırbacı bir tarafa atar, kendini divana atar, onu
öylece yerde bırakır:

139
O güzel kadına yaklaştım. Bütün zalimliği ve aşağılamalarıyla, bana
hiç bugünkü kadar baştan çıkarıcı gelmemişti.
"Bir adım ileri," diye buyurdu Wanda. "Şimdi diz çök ve ayağımı
öp."
Beyaz satenin altından ayağını uzattı ve ben, aşırı şehvetli aptal, du­
daklarımı ayağına yapıştırdım.

Onu döven bir el bile yoktur, yalnızca bir ayak sunulur; öpüş onu
daha da alçaltır.
Kadınların kaplan olduğunu düşünen ve onların ölüm cül ol­
duğunu söyleyen F ransız şair Charles Baudelaire - k i frengiden öl­
m ü ştü r- İkindi Şarkısı adlı şiirinde acı veren kadın düşüncesini
edebi bir biçim de anlatm ıştır:

Kimi zaman ararım öfkeyi


Senin gizemli, karanlık öfkeni.
Gagalayarak neşemi acıyla.
Isırırsın beni öperken

Uzun şiiri D olores' te (1866), İngiliz şair Algernon Sw inburne a-


cısından keyif alır:

Öpüşmeler kanlı da olsa,


Tüyler ürpertene ve acıtana kadar ısırsa da.

Bedensel acı çektirm esi için Acının M eryem ’ine yalvaran şiire de
eleştirm enler acı çektirir. K ibar olanları Sw inburne’e dekadan di­
yorlardı:

Çarpılmış, yırtıcı dişlerle.


Çiçeklenip, gonca veren öpüşler boyu,
Sarılmış dudaklarla, ısırılmış.
Köpük kan tadını alıncaya.
Nabzın atışıyla yükselip alçalan.
Gevşeyip gerilen ellerle.
Yalvarıyorum sana, cevap ver sunaklarından.
Acıların Mcryemi.

140
Acıda yeni zevkler arar:

Dudaklardan, köpükten ve dişlerden


Y eni bir günah doğm ayacak insana bela.
Y a bir rüya çek ilm ez sancılardan?

Ressam Philip Burne-Jones, vam pın gelişim sürecindeki bir son­


raki kesin ham leyi gerçekleştirdi. D rakula'nın başarısından e-
sinlenen B um e-Jones, La Belle D am e sans M erci (A cım asız Güzel
Kadın) geleneğine kana susam ışlık niteliği katar. D rakula'nın vam ­
piri kültürel haritaya katm asından on yıl sonra, B um e-Jones Vam­
p ir tablosunu Londra'daki Yeni G aleri'nin yaz gösterisinde sergiler
(1907). R esim de, hayalete benzer, yam yam görünüm lü bir kadın
bir erkek cesedinin tepesinde havada durm aktadır, cesetteki diş iz­
leri belirgindir. Resm in çarpık erotizm i V iktorya dönem i sonrası
anlayışın hoşuna gider.
Burne-Jones'un akrabası Rudyard K ipling, bir vam pa âşık olan
bir erkek üzerine hayli kötü bir şiir yazar. "Bir aptal vardı ve yal­
varıp yakarıyordu, onu hiç um ursam ayan bir kadına." Sacher-
M asoch’un, kendisine aşırı şehvetli aptal diyen kahram anından kırk
yıl sonra, kavram hâlâ yeniydi. 1909’un en başarılı Broadw ay o-
yunu B ir A ptal Vardı idi. Rudyard K ipling'in şiirinden esinlenerek
yazılan oyunda cinsel yönden avcı bir kadın canlandırılıyordu. Fil­
min haklarını ünlü W illiam Fox alm ıştı am a film daha yapılmadan
bir başka şirket üstüne atladı ve V a m p iri [The V a m p ire-\9 \2 ] yap­
tı; Filmde, m azbut taşra yaşam ını ve m azbut sevgilisini terk edip
kentteki fırsatların peşine düşen bir adam ın öyküsü anlatılıyordu.
Orada, vam piri andıran, kötü bir kadınla tanışıyordu, adam yerde
um utsuzca yatarken kadın onun m ahvoluşunun karşısında keyiften
dans ediyordu.
Bir yıl sonra. B ir Aptal Vardı [A Fool There W as-1914] si­
nem aya uyarlandı. Bu, Theodosia G oodm an'm ilk filmiydi. Film ve
Theda Bara sahne adıyla G oodm an para getirdi ve bir sinem a vam-
pı doğdu. V am pirin kısaltılm ışı olan bu terim , kısa zam anda A m e­
rika'da fe m m e fa ta le yerine geçti. B ir A ptal Vardı'da, kadın Av­

141
rupa'daki görevine gitm ek üzere olan, geleceği parlak bir diplomatı
ayartır. M esleği, parası ve evliliği tükenen, ahlâkı kuruyan kah­
ramanı vamp Bara da terk eder. Karısı erkeği yeniden kabul etm ek
üzereyken, vam p geri döner ve em reder, "Öp beni, aptalım !" Erkek
onun kollarına koşar, kötülük böylece galip gelir.
Dönemin kadınlarının pek çoğunun tepelerde bir yerde e-
rişilm ez olması yüzünden, vam pın saldırgan cinselliği özellikle iç
gıcıklayıcıdır. Dönem iyi kızların siyasal açıdan cesur olduğu bir
zam andı ve bu pek çok kişiyi kaygılandırıyordu. Sinem a tarihçisi
Herbert Reynolds, efsanevi erkek vam pirin şevkle kadın vampa
dönüştürülm esinin, fem inist dalgaya bir tepki olduğunu öne sü­
rüyordu (açıkça evrensel bir onay talep ediyorlardı.) Pek çok kişi,
geleceğin bağım sız kadınının bir erkek-yiyici olm asından kor­
kuyordu. Film ler bu korkuyu besliyor ve korkutucu vam p kişiliği
bunu olanca gücüyle körüklüyordu. T heda Bara; aralarında Sa-
lome, M adam e duB arry ve K leopatra'nın da bulunduğu, tarihin
şöhretli vamplarm ı oynayacaktı. Öpücükleri ahlâksal açıdan öl­
dürücü olan dişi, giderek tehditkâr bir hale gelen bir öldüren cazibe
olacaktı. Vamp. erkekten daha öldürücüydü. Vam pir film leri azdı
am a vam plar ortalığı kasıp kavurdu. Glenn Close'un Öldüren Ca-
zibe'deki (1987) rolü, sado-m azoşist vam p efsanesinin m odern u-
yarlam asından başka bir şey değildi: öldürücü olan bağım sız k a­
dın. Femme fa ta le listesi, G arbo'yu da kapsayacaktı.
Garbo'nun buz gibi güzelliği uluslararası izleyicinin ateşini
yükseltm işti ve E t ve Ş eytanda (1927) John G ilbert'la öpüşmeleri
edepliliğin sınırında olarak nitelendiriliyordu. G ilbert, sessiz si­
nemanın büyük âşığı V alentino'nun ardılıydı ve G arbo'nun gerçek
yaşam daki sevgilisi olduğu söylentileri dolaşıyordu. Bu da coş­
kuyu artırıyordu. Y önetm en ve kam eram anın Et ve Şeytan'm setini
parm ak uçlarında terk ettiği, çünkü iki yıldızın sahne sona erdiği
halde öpüşm eye devam ettikleri söyleniyordu. Bugün G ilbert’ın
öpüşm eleri tuhaf bir biçim de edepli görünüyor. Ama G arbo'nun-
kiler değil.
Garbo yasak bir ilişkisi olan evli bir kadını oynar: "Tek Özrüm
seni sevm em," der Gilbert'a. G ilbert, zinacı değil, ama bir cen­
142
tilm en olm ast beklenen bir subaydır ve onu ilk kez tren is­
tasyonunda gördüğünde karşı konulm az biçim de çekiciliğine ka­
pılır. K alabalık bir balo salonunda onu bir kez daha gören Gilbert
dansa kaldırır ve G arbo dans etm ek için kalkarken ona önce du­
daklarını yaklaştırır. Dans ederlerken ikisinin dudaklarının ya­
kınlığı örtük bir öpüşm edir. Kısa süre sonra G ilbert onu balo sa­
lonundan çıkarıp bahçedeki boş patikaya götürür. G arbo, tenha­
daki bir banka oturur.
G arbo'ya vurgun olan ve cesaretinden şaşkına dönen Gilbert,
yanına oturur ama ağdaki sinek kendisidir. "Kimsin sen?" diye sorar.
"N e fark eder ki?" Bir sigara ister; artık çekiciliğini yitirm iş es­
ki bir cinsel sim gedir. G arbo, sigarayı yakm ak için erkeğin du­
daklarına yerleştirir. Kibritin ışığında yüzlerinin birbirine yak­
laştığını, Garbo'nun ona doğru eğildiğini görürüz. G arbo kibriti
üfleyip söndürür.
"Biliyorsun herhalde...kibriti söndürdüğünde," der G ilbert. "bu
öpüşm eye davettir". Y anıl gelm eyince G ilbert daveti kabul eder.
Ö püşm e yakın plan çekilir, kafaları ve om uzlann bir bölümünü
görürüz, kam eranın yakından odaklanm ası yoğunluğu artırır, yatay
planda G arbo vardır, koluyla boynuna sarılıp Gilbert'ı kendine
çeker. Saldırgan odur, beklemeyen kadın.
Bu film in ünlü öpüşm e sahnesi G arbo'ya özgüdür; hareketli ve
yatay: B ir divanda yatar, başı yastıktadır; G ilbert ona doğru eğilir
ve dudaklarını yanağına bastırır. Ü niform asının açık yakasından
girm iş olan eli ensesinde, G arbo, dudakları aralık, onu kendine
çeker. Bu öpüşm e edepli olsa da tutkuyu yansıtır. Sonra konum ları
değişir. G ilbert divana uzanır, G arbo oturur ve üstten uzun uzun o-
nu dudaklarından öper. Yine elini kullanır; bu G arbo öpüşm esinin
im zalarından biridir, ve G ilbert'in başını uygun konum da tutar. Bu­
rada, G ilbert yukarıya doğru bakan başıyla, sonraki film lerde kadın
öpücüklerin başlıca karakteristiklerinden biri olacaktır.
M ata H a rf de, G arbo'nun öpücüğü M eryem 'in kandilini
söndürm üş ve kutsal olan her şeyi yok etm işti. Film izleyicisi, ka­
dının ön planda olduğu her an doğal olm ayan, kötü bir şeylerin su­
nulması geleneğinin farkına çoktan vardı. Ö ldüren Cazibe'nin to­
143
humu buradadır.
Bu tohum filizlenip, rom ancı M artin Am is'in Londra Ça-
y ır la n m n karşı-kahram anı N icola Six için yarattığı gülünç ve
m üstehcen K am a Sutra'ya dönüştü; "N icola'nın dili uzun ve güçlü,
diken gibi sivri uçluydu. O ağız derin bir kaynaktı, derin bir ya­
lanlar ve öpücükler kaynağı." H er şeyi bilen anlatıcının lafını sa­
kınm adığı ortaya çıkar. V am p N icola'nın öpüşleri sımsıkı bir du­
dakla yapılabilir ya da sahte-bakirem si olabilir, ya da "diş
muayenesi gibi ayrıntılıdır, bu öpüşlerden diş taşlarından tüm üyle
kurtulm uş olarak çıkarsın. G ül G oncası, Kuru U ygulam a, Her-
kesinki, Ön D işlerin Çarpışm ası..." Liste sürer. Belirli bir nedeni
olm asa da N icola'nın en çıkarcı ve yönlendirici m anevrası Yahudi
Prenses Öpüşmesi olarak adlandırılır:

Z engin, kaba, g en ç, balık elin d e...Y ah u d i Prenses dilden ibaretti - a-


ma ucu d eğ il g ö v d e si v e eti: hayvani dil. Burada, dil her organın
görevini yerine getiriyor, kadın v e erkek, kalp d e dahil. (Ö püşm e) s o ­
padan çok bir silah ...n ered eyse kullanılam ayacak kadar güçlü. Yahudi
Prenses aşırıydı. U ygu n anda uygulandığında, bir erkeği elin d e çek
d efteriyle yere d iz çöktürürdü...
Bu öp ü şm eye Y ahudi P renses deniyordu - bağışlanm ayacak
şekilde. A m a öpü şm enin kendisi de bağışlanam azdı. Yahudi Prenses
bağışlanam azdı.

Amis'in duygusallık içerm eyen öpüşlerinin uyum luluğu, öpüş­


m eyle ilgili bilgilerim ize pek az katkıda bulunuyor. Y aptığı şey,
cinsel yönden erken gelişm iş, yönlendirici Yahudi fahişesi kli­
şesini güçlendirm ek.
V am p ve vam pirin bastırılm am ış cinselliği, bizimki gibi cin­
sellikte nefret-aşk ilişkisi yaşayan toplum larda onları kudret sim ­
geleri yapıyor. A ncak, tersine, Batı kültürünün en ünlü öpüşmesi
cinsel aşk ya da cinsel günah öpüşm esi değil. O, Yahuda'nm İsa'ya
ihsan ettiği söylenen öpücük. Y ahuda'nın öpücüğü ve ona atfedilen
am açlan belki de insanlık hakkında bilm ek istediğim izden çok da­
ha fazlasını gösteriyor.

144
\ N \ V S S X N N N N ^ N ' S X \ ,N \ N N \ X \ \ ,^ N N \ V N N X X X N \ X
/ / / / / / / / / / / / / / / / / / / / / / / / / / / / ^ ■ ^ ^ ^ / ^ ^ **

Şeytan'ın öpücüğü

/ ' / /V / / / / / / / / / / / / *********************
с
ahuda, bize Incil'in ve yüzyıllar boyunca tanrıbilim inin söy­
lediklerinin Tanrı’nın iradesi olduğunu savunduğu için tarih
tarafından lanetlenm işti. "Y ahuda olayında" diye yazar Augustinus,
"kendisi ne k adar da büyük bir iyilik yaptı." A m a Tanrı onu yine
de cezalandırdı, Yahuda’yı ihanetle eşanlam lı yaptı, ama, der A u­
gustinus, inananlar kafalarını böylesi çelişkilerle m eşgul etm em e­
liler, "K utsal K itap'ta saklı olan gizem leri, inanm anın basitliğiyle
yetinenler m erakla incelem ezler...inançsızlar itiraz eder."
İtiraz edelim .
Yahuda'yla ilgili söyleyecek iyi bir şey bulm ak zor, ama
öyküde üç ihanet olduğunu anım sam akta yarar var: İsa'nınki, Ya-
huda'nm ki ve karşıtına dönüşen öpüşm e fikrinin ta kendisi. Gelin
147
baştan başlayalım , yam yam lıkla ve onun kurban etm e biçim inde
kurallaşm asıyla.
İnsan etinin tadından hoşlanm a, intikam ve açlıktan ölm em ek
isteği yam yam lığın belgelenm iş güdüleridir. B ir insanı yiyenin o
insanın cesaret ve gücünü de sindireceğine dair büyüsel bir inanç
vardır. İsa'nın kurban edilm esinin asıl etkenlerini hayatta kalm a ve
büyü oluşturuyordu. H ıristiyanlık yaşayacak ve insanlık İsa’nın er­
dem lerini kazanıp kurtulacaktı. İsa'nın etini gerçekten yiyen ol­
m asa da sim gesel yam yam lık Hıristiyan ayinlerinde ve ef­
sanelerinde büyük önem taşır.
H induizm , M üslüm anlık, Y ahudilik ve H ıristiyanlık öğretile­
rinde büyük önemi olan kurban etm e kavram ı, tarihöncesi çağlarda
etin paylaşılm asından kaynaklanm ış olabilir. Avcılar, günün avını
paylaşırlardı. Daha sonraları, koyun sürülerine sahip olduklarında,
kan ve et tanrılarla paylaşılırdı. B üyük kahram anlar başarılarını
şölenlerde anlatırlar, şölene katılanlar bir insan ya da hayvanın
vücut ve kanını paylaşırlardı.
K aliforniya'da katılm ış olduğum bir öğrenci partisinde, tandırda
dom uz kızartıldı. D om uz pişince parçalanıp iştahla yendi, a-
ğızlarım ızdan sular akıyordu. Bizim ki daha çok saçm a bir kurban
kesm eydi, bir gençlik ayiniydi; am a geleneksel kurban kesm e pek
çok dinde kurallaşm ış, ayinsel bir işlem dir.
İsa'nm ki gibi öyküler m itolojide yaygındır - Osiris, A donis ve
Attis kültlerinde. Bu öykülerde çoğu zam an kurbanla kurban eden
arasında yakın bir bağ vardır. G ünüm üzde Paskalya olarak kut­
lanan günlerde, antik çağda her yıl bir hafta boyunca A ttis kut­
lamaları yapılırdı. Bir zafer alayı geçer ve tahtta oturan bir erkek
Atlis'i sim gelerdi. Tören bu erkeğin, yani tanrının ölüm üyle sona
ererdi. İsa'nın ölüm ünün ardından Paulus'un etkisiyle, Attis kutsal
bir tanrıdan gezgin bir Yahudi vaize dönüşm üştür.
İncil’deki en eski yazılar olan özgün M ektuplar'Az., Paulus Ya-
huda'mn ihanetini bilm ez görünür. Yahuda'nm ihaneti öyküye son­
radan eklenm iş, öpüşü İsa yam yam lığının ilk lokm ası olm uştur.
B ir aşçının dum anı tüten yem eği tatm ak için dudaklarını kaşığa
değdirm esi gibi, Yahuda da sim gesel olarak İsa'nın etini tadar.
148
Ö püşm e yem e taklididir - bir insan başka bir insana etini yi­
yebilecek kadar yaklaşm asına izin verdiği için öpüşm e güveni
gösterir am a yam yam lık karşıtı tabular (ve acı çeken arkadaşlar)
bunu önler. Ö püşm e, yutm adan yem edir.
Aşai R abbani'de, et çiğnem enin yasaklanm ış olm asının rastlantı
olm adığına inanıyorum . Ama ekm ek yenir. A slında, suçun o kadar
büyük olduğu hissedilir ki, ayine katılan, olayı yeniden temsil et­
meli ve İsa'nın öldürülm esinde suçsuz olduğu tekrar tekrar teslim
edilm elidir.
Zam an zam an fanatik dindarlar kanını içm ek için kuzu
öldürürler. Dokuz kişiyi öldürüp kanını içen John H aigh, İn­
giltere'de, Levves'te 1949 yılında ölüm cezasına çarptırıldı. On yedi
yaşındayken ilahiyat ödülü kazanan Haigh, İsa’nın çarm ıhta uzun
süre acı çektiği düşüncesiyle acı çekm işti. D okuz kurbanının hiçbir
şey anlam adan çabucak ölm esine dikkat etm işti, onları arkadan ta­
bancayla vurarak ya da başlarına sopayla vurarak öldürm üştü.
K uzunun kanını içerek kurtulm a fikrinden derinden etkilenen
H aigh, art arda kan içm e rüyaları görüyordu, ve bir gün bir o-
tom obil kazası geçirip yaralandığında kendi kanı ağzına gelince,
bunun "ilahi bir kılavuz" olduğuna karar verdi. H er cinayetten son­
ra, Haigh çakıyla kurbanın şahdam arını kesiyor, bir bardak kan
doldurup içiyordu.
Son Akşam Y em eği'nde İsa etini ve kanını sim gesel olarak sun­
muştu am a H ıristiyanlık yaşam ak için, daha dram atik olan gerçek
şeyin kurban edilm esine gereksinim duydu. İsa ölm edikçe kurtuluş
olm ayacaktı. Bu yüzden, kurtuluş peşindekiler İsa’nın ölüm ünü ar­
zuladılar. Kan tutkusuna teslim olm ak, nedeni ne olursa olsun, bü­
yük bir suç sayılırdı, sıradan insanlar arasında olduğu gibi. O za­
man, kodam anlardan başkaları suçlanm alıydı. Paulus'un yazdığı
m etinlerde sorum lu yoktur. Sonraları öykü İncillerde yeniden an­
latıldığında günah keçisi ortaya çıktı: bu ihaneti sonraki uyarlam a­
larda eklem iş olan Y ahuda'ydı. H ıristiyanlık'ın suçunu Yahuda ta­
şıyor.

149
İsa'nın ölüm ünden çok sonra yazılm ış olan dört İncil, bazı nok­
talarda birbirleriyle çelişir ama sonuçla aynı öyküyü anlatır. İsa,
Son Akşam Y em eği'nde ihaneti önceden görür ve Son Akşam Ye-
m eği'nden sonra on iki havarisiyle birlikte G etsem ani Bahçesi'ne
doğru yola çıkar. İsa ihanetin gerekli olduğuna inanır ve kim senin
bunu engellem em esini sağlar. M uhbir olarak İsa'nın düşm anlarının
hizm etine giren havari Y ahuda İskariyot, İsa'nın hangisi olduğunu
anlayınca onu tutuklayacak olan bir grup adam la gelir. İşaret, se­
lam öpüşmesidir. Yahuda gelince, "Rabbi, rabbi," der ve İsa'yı öper.
Bütün öpüşler gibi bu da özel olanı belirleyen bir öpüştü ama
bile bile öpüşm enin asıl hedefini tersine çevirm işti. Y ahuda İs-
kariyot’un öpüşü yalnızca İsa'ya ihanet değil jestin sim gelediği an­
lam lara da ihanetti; dostluk ya da sevgi göstergesi olduğuna i-
nandığım ız bir jestin kötüye kullanım ıydı. "Bir dostun açtığı
yaralar güvenilirdir" der Eski Ahit, "am a düşm anın öpüşleri al­
datıcıdır." (Süleym an'ın M eselleri, 27:6)
M etinlerdeki tek ölüm öpüşü Y ahuda'nınki değildir. Eski
A hit'te, bir selam öpüşünün ortasında, Yahuda'nın İsa'ya göndere­
ceği selam gibi, G eneral Joab rakibi A m asa'yı kılıcıyla öldürür:

Ve Joab dedi ki Amasa'ya, kardeşim sağlığın iyi mi?


Ve Joab öpmek için sağ eliyle Amasa'yı sakalından tuttu.
Ama Amasa Joab'ın elindeki kılıca hiç dikkat etmedi: o da Amasa'nın
beşinci kaburgasına kılıcı soktu ve barsaklarını yere döktü, ve bir daha
vurmadı; o ölmüştü.
( II Samuel 20: 9-10)

T ek ihanet öpüşü Y ahuda'nınki de değil. Y akup, erkek kar­


deşinin kılığına girerek bir öpüşle Esau'nun mirasını çalar:

Ve babası İshak ona dedi ki, Yaklaş şimdi ve öp beni oğlum. Ve o


yaklaşıp onu öptü: ve giysisini kokladı ve onu kutsadı. (Yaradılış 27:
26-7)

Joab olayında olduğu gibi Y ahuda'nın öpüşü cinayetle biter;


Yakup'un olayında kurnazlık kullanılır.

150
Yahuda ve İsa'nın öyküsü, Kutsal Kitap'ta ilk olm asa da MS
70'te M arkos tarafından yazılm ıştır. M arkos İncili İsa'nın ihanetin
gerçekleşeceğini bildiğini ancak bundan kurtulm ak için herhangi
bir adım atm adığını öne sürer. Son Akşam Y em eği'nin ortasında,
"O turm uş yem ek yerlerken İsa dedi ki, size doğrusunu söyleyeyim ,
sizden biri, benim le yem ek yiyen biri beni ele verecek." (M arkos
14: 18)
İsa ve Y ahuda'nın ihanette işbirliği yapm ış oldukları öne
sürülür. İsa’nın, Hıristiyanlık'm yaşam ası için Y ahuda'ya ihanet et­
mesini em retm iş olduğu bile söylenir. Y uhanna'nın yorum unda, İsa
"Biriniz bana ihanet edecek" açıklam asını yaptığında, ona kim ol­
duğunu sorarlar, o da, şaraba batırdığım ekm eği vereceğim kişi ya­
nıtını verir. "V e ekmeği şaraba batırıp, Sim on'un oğlu Y ahuda İs-
kariyot'a verir. Ve lokm adan sonra Şeytan onun içine girer. Ve
sonra İsa ona der ki: Yapacağını tez yap." (Y uhanna 13: 26-7)
İsa, G etsem ani Bahçesi’nde, kaderle olan randevusunu ger­
çekleştirebilm ek için uyuyan havarilerini uyandırır. "K alkın, gi­
delim , bak işte, işte beni ele veren geldi." (M arkos 14: 42) Sonunda
ihanet anı gelir. Yahuda, kılıç ve sopa taşıyan kalabalığın içinden
öne çıkar: "O na ihanet eden onlara işaret verdi, dedi ki, kimi
öpersem İsa odur, alın onu tutun ve güven altında götürün. Ve gelir
gelm ez, hem en yaklaşıp Rabbi, Rabbi diyerek onu öptü. O nlar da
üzerine el atarak onu tuttular." (M arkos 14: 43-6)
İsa'nın adam larından biri direnm eye kalkışıp saldırganlardan bi­
rinin kulağını kesince İsa, kılıçla yaşayan kılıçla ölür sözünü söyle­
yip yakalanm anın aslında kendi seçim i olduğunu açıklar: "Yoksa
Baha'm dan yardım İşleyem eyeceğimi mi sanıyorsun? İstesem he­
men şu an bana on iki tümenden fazla m elek gönderir. A m a o za­
man böyle olm ası gerektiğini bildiren Kutsal Y azılar nasıl yerine
gelecek?" (M atta 26: 53-4) Y uhanna İncil'inde de İsa bütün direnişi
durdurur ve kaderiyle yüzleşm eyi seçer: "K ılıcını kınına koy. Ba­
bamın bana verdiği kâseden içmeyeyim mi?" (Y uhanna 18:11)
Bazı bilginler İsa'nın neden teşhis edilm esi gerektiğini düşün­
m üşlerdir. İsa K udüs’te açıkça vaaz verirdi ve hakkındaki tu­
tuklam a emri yerine getirilebilecek kadar iyi tanınıyordu. Bu konu
151
b ir zam anlar Hıristiyan lan o kadar kaygılandırıyordu ki, Jacopus
de V oragine, on ikinci yüzyılda yazılan A ltın E fsa n ede, İsa'nın ona
çok benzeyen kardeşi Jam es'ten ayırt edilm esi için Yahuda'nın
öpücüğünün gerekli olduğunu ortaya atar. Bazılarıysa askerlerin
Rom a'dan yeni gelmiş olduğunu söylem iştir. Ne olursa olsun, as­
kerlere talim at verm esi, onları bahçenin girişine götürm esi ya da
yaklaşm ası gerekiyorsa yalnızca İsa'yı işaret etm esi Y ahuda için
daha kolay ve daha az tehlikeli olm az mıydı?
Ama uzaktan parm ağıyla işaret eden Yahuda öpücükle ihanet e-
den bir günah keçisi kadar dram atik olmazdı. Ö püş öyküde mu­
cizeler yaratıyor. İyi adam ile insan biçimindeki kötülük ve de,
kurban edilecek ile kuzuyu kurban edilm eye götüren arasındaki ya­
kınlığı gösteriyor. Luka İncili'nde, Yahuda yaklaşırken İsa der ki:
"Yahuda, İnsanoğlunu bir öpücükle mi ele veriyorsun?" Bir kara-
ayin gibi öpüş ihanet eder, çünkü iyinin tersine çevrim idir. Yahuda
el sıkarak ihanet etm iş olsaydı bu kadar güçlü bir sim gem iz ol­
mazdı.
Yahuda ve İsa'nın arasındaki öpüşm enin niteliğiyle ilgili bazı
sorular var. Belki de hiç gerçekleşm em iş olan bu öpüşm e pek çok
tartışm aya konu olm uştur. Altın Efsane'nin ortaçağ yazarı İsa'nın
yüzünden öpülm üş olduğuna em in olsa da Yahuda ululam a ya da
saygı gösterm ek için İsa'yı ayağından, elinden ya da giysisinin u-
cundan da öpmüş olabilirdi. Ya da A m asa’yla Joab'ın öpüşm esinde
olduğu gibi -k i M arkos'a İsa'nın öyküsüne bir öpüşm e kalm a fik­
rini verm iş o lab ilir- Yahuda İsa'yı bir eliyle sakalından tutup yü­
zünden öpmüş olabilirdi. Yunan İncili üzerine bir çözüm lem e ya­
pan K irk Hughes, öpüşün yüzden, hatta dudaktan olabileceğini,
çünkü ululamadan çok (ya da ululam a taklidi) bir yoğunlaşm a
öpüşü olduğunu öne sürer: "Yahuda İsa'yı 'öptüğü' anda (ka-
taphileo; M atta 26: 49; M arkos 14: 45) öpüşü (philcö) şiddetlenir
(kataphileö; Luka 7: 3 8 ,4 5 , 15: 20; eylem ler 20: 37) İncillerin hep­
si bunu söyler. En az iki dudak am a belki de dört. Y ahuda İsa’yı
dudaklarından öpmüş olabilir." Y oğunluğu hissetm iş olan, öpüşm e
yazarlarından çok İncil yazarı olmalı.

152
Yahuda gizli ajan m ıydı? B ir tür Scarlet Pim pertıel miydi? Y ir­
minci yüzyılın en bilgili yazarlarından Jorge Luis B orges -ku rtu lu ş
a ja n ı- Yahuda için şöyle der: "K urtarıcı'nın ayırt edilm esini
sağlayan adam, eylem lerini en iyi biçim de yorum lam am ızı hak e-
diyor." A m a bu yapılm adı. Bugün birine "Yahuda" dem ek ona hain
dem ektir. K oyun olsun, inek olsun, bir canlıyı kesim e götürenlere
Yahuda denir; kendi türünden hayvanlan tuzağa düşürm ek için
kullanılan hayvanlara da. Bıldırcınları Y ahudalar'a dpnüştümne
yöntem i mide bulandırı-cıdır. B ir bıldırcın yakalanır, kör edilip ka­
fese konur. Bıldırcın acı içinde ağlar ve bu acılı çağrılar kısa sürede
öbür bıldırcınları çeker ve onlar da öldürülürler. Cezaevlerinde gar­
diyanların m ahkûm ları gözetlediği kapı deliklerine m ahkûm lar Y a­
huda deliği adını takm ışlardır.
Edebiyatçı G eorge Buttrick, "Bir çocuğa ya da hatta bir köpeğe
bile Y ahuda adını verm eyiz," diyor. "O ysa güzel bir ad. Judah'tan
geliyor, övgüye değer dem ek." Artık değil.
Ö lüm öpücüğü verm enin de m etaforik bir anlamı var: Başarı­
sızlık güvencesi veren onayın dile getirilm esi.
Y ahuda'nın ihanetinin, kayıtlardaki en alçakça suç olarak de­
ğerlendirilm esi sürüyor; am a dikkatle okunacak olursa suçlu İsa gi­
bi görünüyor. Y ahuda’nın bunu yapm asını o ayarladı ve yapılm a­
sını istedi, böylece Kutsal Kitap'ın dediği olacaktı. İsa, Tanrı'nın i-
haneti gerçekleştiren aracının günah keçisi olacağını biliyordu.
Böylece, İsa, Yahuda ya ihanet etti.
Y ahuda'nın kaderi İncil'den İn c ile farklılık gösterir. Çoğu yo­
rum cular Y ahuda'nın bunu para için yaptığına inanır, buna göre
Luka İncili'nde bir tarla satın aldığını okuyoruz. Am a Yahuda'nın
huzurlu bir tarım yaşam ı olam adı: Y ahuda'nın kötülüğü bedenini o
kadar doldurdu ki sonunda patlayıp açıldı ve iç organları dışarı
fırladı. Altın Efsane kan ve barsaklar bölüm ünü abarttı am a o-
lağanüstü hassas bir duyguyla İsa'yı öpm üş olan ağıza korkunç bir
şey olm asına razı olam adı. Y ahuda, "orta yerde patlayıp param ­
parça oldu ve bütün barsakları döküldü". Ama, "Barsaklarını
ağzından kusm adı çünkü o ağız kirletilem ezdi, İsa'nın muhteşem
yüzüne dokunm uştu çünkü."
153
Şeytan ilk kez sonraki iki İncil'de entrikaya girer, Luka ve Yu-
hanna İncilleri'nde. Arlık İsa'nın ölüm ünü isteyen Şeytan'dır, Tanrı
Baba değil; Y ahuda Ş eytanın ajanı olur. "Sonra Şeytan On
İkilerden biri olup İskariyot diye adlandırılan Yahuda'nın içine gir­
di," diye yazar Luka. "Y ahuda gitti, başkâhinler ve tapınak ko­
ruyucularının kom utanlarıyla İsa'yı nasıl ele verebileceğini ko­
nuştu.” (Luka 22:3-4)
Y ahuda’yı T an rın ın isteği için suçlam anın haksız ve akıl dışı
olduğunun fark edilm esi üzerine Şeytan entrikaya sokulm uş o-
labilir. Yuhanna'ya göre Incil'de yararlı olacağı düşünülen pek çok
hata ya da değişiklik yapılm ıştır. Y uhanna’da suçlu olan yalnızca
Y ahuda değil "Y ahudilerdir". K endini savunm a am acıyla, MS
250'de Talm ud'da öykü yeniden yorum lanm ıştır. Öykü M arkos ve
M aıta'nınkiyle, öpüş de dahil, temelde aynıdır am a burada İsa
büyücüdür, safları putperest olm aya kandırır ve Yahuda cesur bir
gizli ajandır. Ö ykünün sonunda Y ahuda, bahçesindeki bir lahana
sapından İsa'nın bedenini yaratarak diriliş inancının yayılm asını
engeller. Bu yorum asla kabul görm em iştir. İnançlı Y ahudiler a-
rasında bile pek bilinm ez. Ve yüzyıllar boyunca Yahuda ve a-
daşları olan Y ahudiler (İsa'nın çocukları olarak değil Yahuda'nın
çocukları olarak tanım lanırlar) H ıristiyanlık'ta istenmeyen adam ol­
muşlardır.
Tanrılarının aşk Tanrısı olm ası gereken H ıristiyanlar insan kur­
ban etm e suçlarının, dinlerinin yaşam asını sağlayan cinayetin yükü
altında ezilm işlerdir. Suçları o kadar büyüktü ki İsa'nın ölüm üne
yol açan olay lanetlenm iş ve Y ahuda'nın öpücüğü Y ahudilere baskı
yapm a nedeni olm uştur. Akadem isyen Hyam M accoby, Yahuda İs­
kariyot ve Yahudi Kötülük M iti kitabında bu gelişim i çözüm ler.
"En ateşli bir biçimde ölüm ü arzulayan insanlar, çünkü kendilerine
kurtuluşu getireceğine tamam en inanm ışlardır, ölüm gerçekleşince
keder ve dehşet içinde kalırlar...K ederleri derinleştikçe H ıristiyan
cem aatleri arzuladıkları ölüm den kendilerini o denli uzaklaştırırlar,
günah keçisi Y ahuda da o denli suçlanır." Yahuda, der M accoby,
onların adına İsa'yı öldürm ek için "yetkilendirilm işti". "Her Pas-
kalya'da Pilatus gibi ellerini yıkayarak ve İsa'nın ölüm üne ağlaya­
154
rak onun ölüm ündeki suç ortaklıklarından kurtulm aya çabalarlar.
Yahuda ve Yahudileri ne kadar kötülerler, onlara ne kadar nefret
kusarlarsa kendilerini sorum luluktan o kadar uzaklaştırırlar."
Yani, iyi insanlar artık tam insan sayılm ayan ve cezasız kalmış
Yahudilere kötü davranabilir. İnsanbilim cilerin, burada yararlı o-
labilecek ve pseudotüryaratm a olarak adlandırdıkları bir kavramları
var. "Pseudo" sahte dem ek, "tür yaratm a" da genetik olarak benzer­
siz, zam an içinde evrim sonucu gerçekleşen yeni türlerin oluşm ası
dem ek. Pseudotüryaratm ada, değişim ler genetik değildir. Bir top­
luluk içinde kuşaktan kuşağa aktarılan farklı gelenek ve düşünceler
o topluluğa gerçekle kendilerinin ayrı bir tür olduğu yönünde yan­
lış bir izlenim verir. İnsanlarda pseudotüryaratm a, bir topluluğun
kendini öbür topluluktan çok farklı saym asının yanı sıra, o top­
luluğun öbür toplulukla olan ilişkilerinde farklı ölçütler uygulam ası
anlam ına gelir. İç-lopluluk üyelerine yiyecek ve barınak sağlanır­
ken dış-topluluk üyeleri, örneğin soyulur. En uç durum larda, pse­
udotüryaratm a başka toplulukların insan sayılm am asıyla sonuçla­
nır. D ış-topluluk yalnızca insan sayılm am akla kalm az, çekinm eden
yaralanır ya d a öldürülür. Bunu şem panzeler de yapar: Bebeklerin
çoğu yetişkinler tarafından korunur am a başka sürüden gelen yavru
"şem panze sayılm az” ve bir av hayvanı gibi öldürülür.
İnsanlarda bu durum savaş dönem lerinde kısa süreli ya da ön­
yargılar var olduğunda uzun süreli olarak yaşanır. H epim iz ya­
bancılara öfkem izi gösterm em iz gerektiğinde daha az çekinge-
nizdir, ve belli sınırlar içinde, en hoşgörülü ve en terbiyeli insanlar
bile yolda öteki sürücüleri insan saym ayabilir. Londra'da, kısa bir
süre önce, aracına bindiğim bir kadın arkadaşım , önünü kesm eye
kalkışan saldırgan bir sürücüye küfretm eye başladı am a birden o-
nun tanıdık biri olduğunu fark etti. Öfkesi derhal geçti ve ar­
kadaşım sürücüye gülümsedi ve öpücük gönderdi.
Zam an içinde İsa'nın yakalanm a öyküsü yenilendi, Yahudiler
lanetlenebilsin, insan sayılm asın, pseudotür yaratılsın diye. Böy-
lesi, güçlü Rom alılara saldırm aktan daha güvenliydi.
G iotto'nun (1276-1377) Yahuda'm n Ö pücüğü freski iki adamı
yüz yüze, Y ahuda'm n kolu İsa'nın om uzlarına dolanm ış ve pelerini
155
İsa’yı sarm ış olarak betimler. Kalın yüz hatları olan bir Y ahuda -
Neandertal mi? Cüzam lı m ı? - öpm ek üzere öne doğru eğilm iştir
İsa dik durm aktadır. Ya da belki G iolto öpüşten hemen sonraki anı
betim lem iştir, Yahuda'nın gözlerinin içine sertçe bakan İsa her i-
kisinin de kaderinin m ühürlendiğini fark etmiştir.
Caravaggio 300 yıl sonra yaptığı İsa'nın AUmşı'nâ&, benzer bir
görüntü sunar. Yahuda İsa’yı kolundan sıkıca kavram ıştır, sanki sa­
rılacaklarm ış ya da sarılm ış da birbirlerinden yeni ayrılm ış gi­
bidirler. Yahuda'nın yüzü koyu, çizgileri kabadır. İsa ve Yahuda
birbirlerine dikkatle bakm aktadırlar. İkisi de dudaklarını büzm üş-
tür. Dudaklar çok belirgindir. İhanet öpücüğü havada salınmakladır.

İsa'nın çarm ıha gerilm esini canlandıran oyunlarda, Yahuda'nın


saçları şeytan gibi kızıldır, ortaçağın ihanet sim gesi olan sarı bir
giysi giyer. Nazilerin Y ahudiler için sarı işaret seçm esi bir tesadüf
olmayabilir.
Brian M oore'un 1995'te basılan The Statem ent adlı romanı
çağdaş Fransa'da geçer. Y etm iş yaşlarındaki bir Fransız Nazi savaş
suçlusu birden, kendisini yarım yüzyıldır koruyan kiliselerin ve
manastırların düşman saflarına katıldığından kuşkulanır:
"Derken başrahip dedi ki, 'Pierre, bunu söylem ek çok zor ge­
liyor am a...sana yatak verem eyeceğim , bu gecelik bile. Am a sana
para yardımı yaparsam m utlu olacağım .1"
Savaş suçlusu parayı reddeder. "Benim için dua et," der.

Başrahip, geçmişte pek çok kez yaptığı gibi ağır ön kapıyı açar, onu
hafifçe kucaklayarak uğurlar. "İyi yolculuklar, Pierre."
"Yahuda'nın öpücüğü..."
Şimdi yürüyüp giderken, beni izlediğini, ihanetini nasıl de­
ğerlendirdiğimi görmek için beklediğini biliyorum. Bir asker gibi
yürü. Sol, sağ, sol, sağ.

Hain başrahip gibi m afya patronlarının da ölüm öpücüğü gelene­


ğini sürdürdükleri söylenir. Baba II [Godfather //]'de, M ichael
Corleone Fredo'yu dudaklarından öpüp ölüm e gönderir. M afya pat-

156
ronlarına, kim liklerinin belirlenm em esi için halk arasında
öpüşm em elerinin söylendiği gerçekse, bu film lürü yeni bir kar­
deşlik sim gesinin yanı sıra birlikte bizi aynı ölçüde korkutacak bir
sim ge bulm ak zorunda. İhanet tokalaşm ası etkisiz olur. Ve, bir i-
hanet aracı olarak kullanılacak öpüşm eden başka hiçbir sim ge bizi
bu kadar korkutam az.
Y ahuda’nın öpücüğü ağızda acı bir tat bırakıyor. G örünüşte m a­
sum toplum sal öpüşm eler de aynı ölçüde hilekâr olabilir. Şem ­
panze kuzenlerim iz herhalde bunu içgüdüsel olarak yapıyorlar.
V e bir gün anladım ki, insanlar da böyle yapıyor.

157
V * \ 'V V x / V V / V V '^ V y '/ V V / V V ^ \ - V V \ - \ - V y 'V V v V V V \ -

Yalvaran ayinler

VVVV/V/'/'/VV’/VV'/'/7’/'/VVVV'/V’/ ’/ ’/V'/V'/VVV y
e
orm an M ailer, onunla söyleşi yapm aya gittiğim de beni öptü.
A m erikan edebiyatının yaşlı güm üş-sırtlı gorili beni oteldeki
süitinin önünde görünce "Seni anım sıyorum ” dedi ve yanağım a bir
öpücük kondurdu. Kendim i hiç kandırm adım . Ö pm esinin amacı
The Tim es'da ona karşı kibar olm am ı sağlam aktı. B ir yıl kadar önce
onunla bir dergi için söyleşi yapm ıştım ve yazım saldırgan ol­
m uştu. Bu kez beni silahsızlandırm ak istiyordu. Ö perek sa­
kinleştirm ek, pek çok türün de bildiği gibi, gerilim i azaltır, güçlüyü
tatlılaştırır, o an için yatıştırır ve statükoyu kabul ettirir.
M aym unlar bunu yapar, balıklar bunu yapar, rahipler bile bunu
yapar ve elbette Fransızlar yapar. Parisliler her iki yanaktan
öpüşerek birbirlerini selam larlar ve daha sıcak olan Provence'da en
F IIÖ N /Ö p ilşm e 161
az üç kez öpüşülür. Doğu A vrupa liderleri (araları iyiyse) tombul
yanaklarını birbirine bastırırlar. Sovyetler Birliği başkan [arından
Brejnev Doğu A lm anya başkanlarından Honecker'i m ükem m el bir
biçim de dudaklarından öperek onu resmen kendisine eşil konum a
yükseltm işti am a H onecker elbette onun eşiti değildi. Öpüş geçici
bir törensel eşitlik oluşturm uştu.
Ö perek törensel bir eşitsizlik gösterm ek de aynı Ölçüde güven
oluşturucu olabilir çünkü statükonun karşılıklı olarak kabul edil­
diğini ilan eder. Ö rneğin, P apa’nın yüzüğünü Öpmenin görünürdeki
amacı ona T anrının elçisi olarak saygı gösterm ek olabilir am a aynı
zam anda onun dünyevi yetkesine gönüllü bir boyun eğiş gös­
terisidir. Bir kez kabullenilince güç gösterisi yapm ak gerekm ez.
G üçlü, sivri dişli erkek şem panze yakında patlayacak olan öfkesini
gösterdiğinde yakınlardaki daha ufak bir dişi ona sokulup bir
öpücük kondurur. Daha güçsüz erkekler aynı şeyi yapar. Baskın di­
şilere de aynı şekilde davranılır. Ö pm e, en yakın akrabalarım ız a-
rasm da standart bir "boyun eğm e m odelidir". Sakinleştirm e
öpücüğü, selam laşm a öpüşm esi gibi iyi b ir koruyucu ilaçtır.
G am bia'daki A buko doğal parkında Julia adlı bir gorilin bana
gösterdiği gibi, m aym unlar bunu içgüdüsel olarak anlıyor gibiler.
Julia, doğaya salıverilm ek üzere eğitiliyordu. Tehlikeli olm aya
başlayacak kadar büyüm üştü. Eğiticisi her ihtim ale karşı yanında
keskin bir pala taşıyordu. Ağaçların tepelerinde kızıl colobus m ay­
m unları yavrularının tüylerindeki çalı çırpıyı yalayıp öperek te­
mizlerken ben de öksüz gorille pislik temizlem e oyunu oy­
nuyordum.
Tıpkı iki yaşında bir insanla oynam ak gibiydi. Julia kollarım a-
çık da, kapalı da olsa onu istediğim e inanarak bana doğru koştu a-
ma o kadar güçlüydü ki bana çarptığında yere düşürdü. B ir ke­
resinde elimi yakaladı ve birlikte koştuk; o kadar hızlıydı ki
düştüm am a o koşm aya devam etti ve ben parm aklarım ı kur­
taram adım. Kısa bir süre beni yerde sürükledi. İsteseydi, goril bana
ciddi biçim de zarar verebilirdi. O ysa, ben yerde yatarken Julia beni
öptü, açık dudaklarını yanağım a sürttü, sahibinin yüzünü yalayan
bir köpek gibiydi. O zaman Julia'nın öpücüğünün keyiflen ya da
162
sevgiden kaynaklandığını düşündüm . Ben Julia'dan daha uzun boy­
lu am a daha hafiftim ve güçlü olan oydu. Belki de palayı benim
fark ettiğim den daha fazla tanıyordu. Belki de oyunun sürm esini is­
tediği için beni yatıştırıyordu.
Psikiyatr D. W. W innicott, güya içgüdüsel olan bir insan ya­
tıştırm a davranışını anlattı. Dört yaşındaki hastası Gabriel kız kar­
deşinden daha az dost canlısı ve insan ilişkilerinde daha az ba­
şarılıydı: "Y abancılar, uzun, soruşturan bakışlarıyla G abriel'den
çok, kıvırcık saçlı, dışa dönük ve şım arık Susan'dan hoşlanıyorlar,"
diye yazm ıştı G abriel'in ailesi psikiyatra. "Gabriel Susan'a çok ya­
kın, ona çok dikkatli davranıyor. Çoğu zam an doğrudan ham le ye­
rine S usan’ın dikkatini dağıtarak ya da bir num arayla istediğini elde
etm esi bizi şaşırtıyor. G eçenlerde şiddetli bir kavganın ortasında
Gabriel birden Susan'ı öptü ve 'A m a ben seni seviyorum ’ dedi."
Bu bir yatıştırm adır ve de apaçıktır. Bütün yatıştırıcı davranışlar
gibi, yalnızca daha güçlü düşmanı sakinleştirip onu coğrafi ya da
duygusal bölgeyi işgal etm ekten vazgeçirm ek için değil, yatıştıranı
da rahatlatm ak için tasarlanmıştır. G abriel, "Haydi, öpüşüp ba­
rışalım ” diyor konuşm aksızın.
Belki de Norm an M ailer beni m aksatlı değil, içgüdüsel olarak
öptü. Belki de bu huyu bir içgüdü olarak başladı ve bunu birkaç ga­
zeteciye yaptıktan sonra yararlı bir araç haline gelirdi. Bir kategori
olarak selam lam a öpüşm esi bu şekilde ortaya çıkm ış olabilir: işle­
rin dostça yürütülm e arzusu toplum sal bir kurala dönüşm üştür.
Hem eğitilm iş goril, hem vahşi goril yanağım a öpücük kondurdu.
Fransız olsaydık iki yanaktan öpüşecektik. Y üzyıllar önce olsaydı
ve ben üstün m aym un Rom a İm paratoru olsaydım elim i mi öper­
lerdi?

Öpücüğüm üzü nereye konduracağım ızı uzun zam an selâm laş­


tığım ız insanın toplum sal konum uyla bizim toplum sal konum um uz
belirledi. Am a eşitliği de eşit olm ayan toplum sal konumu da
gösterse selam laşm a öpüşm esi statükonun kabulü anlam ına gelir ve
böylelikle bir güven tazelem e ayinidir. K ültürel kodlar yanlış an­
163
laşılır ya da iletişim kurm ak için bir kültürün ya da altkültürün
kodlan kullanılırsa elbette bazı güçlükler yaşanabilir. Kraliçe Eli­
zabeth geldiğinde, W ashington D .C.'nin varoşlarından bir adam o-
nu coşkuyla kucaklayıp öptü - W ashington dünyasında arkadaşlık;
kraliçeninkindeyse protokolün çiğnenm esi. Kraliçeyi kim se öpe-
mez. İnsan, onun karşısında eğilir ya da reverans yapar, simgesel
olarak (ve gerçekten) toplum sal konum unun daha düşük olduğunu
gösterir kendini alçaltarak. Pek az insanın kişiliği kutsal kalır.
Tarihsel olarak, konum unuz ne kadar düşükse öpücüğünüz de o
kadar yüzden uzak olm alıdır. Eşitler birbirlerini yanaktan ya da du­
daktan öpebilir am a sizin üstünüzdekileri elinden, sizden daha
güçlüleri dizlerinden ve en üstün olanı da ayaklarından öpersiniz.
İnsan, bu kadar eğilerek kendini alçaltır. Birinin ayağını öpm ek gi­
bi yeri öpm ek de insanı savunm asız kılar. Papa’nın pek çok kez
toprakla yüz yüze gelm esi bunun ışığında anlaşılabilir. Papa u-
çaktan inip yeri öptüğünde, savunm asız biçim de sırtını Tanrı'ya
dönüp yaratıldığı için şükranlarını sunuyor. Ayağını toprağa bas­
mış olduğuna da sevinm iş olabilir ayrıca.
Selam laşm a öpüşleri bir bakım a yaşam ak için yalvaran a-
yinlerdir, selam laşanlarm dost olduğu ve güvenli bir alanı pay­
laştıkları anlam ına da gelir. Y akınlık insanı bedensel olarak sa­
vunm asız hale getirir; buna izin verm ek güveni gösterir. Şem ­
panze karşısındakinin gücüne teslim olm asına karşın ısırılma-
yacağını bilir. İnsan, Eski Ahil'teki Kral Davud'un generali A m asa
gibi, Öpüşmenin ortasında ne karnından ne de sırtından bıçaklan­
m ayacağına inanır. İhanet öpücüklerini aklımızın alm am asının ne­
denlerinden biri de bu güvendir.
H erodotos (M .Ö. 484-425) Perslerin birbirlerini öperek se­
lâm laştıklarından söz eder. E şitler dudaktan öpüşürken öbürleri ya­
naktan öpüşür. Eski A hit, selam laşm a öpüşm esinin lam niteliğiyle
ilgili ayrıntı vermez; "Ve Tanrı A aron'a dedi ki, M usa'yı bulm ak i-
çin kırlara git. Ve o gitti, M usa’yla Tanrı D ağı’nda karşılaştı ve onu
Öptü." Kutsal K itap, eşit konum daki Y ahudilerin birbirlerini sa­
kallarından tuttuktan sonra öpüştüklerinden söz eder. "Ve Joab
Amasa'nın sakalm ı sağ eliyle tutup onu öptü." Sakal da öpülebilir.
164
Öteki saygı göstergeleri, saygı duyularının giysisinin ucunu öpm ek
ya da M ecdelli M eryem 'in İsa'ya yaptığı gibi ayağını öpm ekti.
Eski Y unan'da, toplum sal konum u yüksek olanların eli, dizi ya
da göğsü öpülürdü. Vazolardaki çizim ler Y unanlıların, ara sıra
kendi parm aklarının uçlarını dudaklarına değdirdiklerini göste­
riyor. G ünüm üzde îspanyotlar, İtalyanlar ve Y unanlılar hayranlık­
larını gösterm ek için parm ak uçlarını öperler. G övdenin devinim ­
lerini inceleyen tarihçiler parm ak ucu öpm enin Eski Yunan'dan
kaynaklandığını öne sürüyorlar.
Eski R om a'da üç ana öpüşm e kategorisi vardı. Osculum yüzden
ya da dudaktan yapılan arkadaşlık öpüşm esi, basium dudaktan sev­
gi öpüşm esi, suavium sevgililerin öpüşm esiydi. İnsanlar tanrıların
suretlerini kendi ellerini öperek ya da ikonlara öpücük göndererek
selam larlardı. Saygı öpüşlerinde tabii bir şey olabilir mi yoksa Az-
teklerin de aynı biçim de törensel öpüşleri olm ası bir rastlantı mı?
M eksika R om a kültürünün etkisi altında kalm am ıştı am a Az-
teklerin tanrı saydığı kâşif Cortez gelip M ontezum a'nın önünde e-
ğildiğinde M ontezum a elini yere vurup sonra da dudaklarına
götürerek karşılık verm işti. Aztek kralı sim gesel olarak toprağı
•öpmüştü.
B ir R om a kralıysa öpülm esi için elini kibarca uzatırdı. Çılgın
C aligula öpülm esi için yalnızca orta parm ağını uzatır, kasıtlı olarak
insanları aşağılardı. Bu, o zaman da bugünkü gibi kaba bir dav­
ranıştı. Baskın bir şem panze de düşük konum daki şem panzeye e-
lini uzatır, o d a uzanan eli ağzına değdirir.
Şem panzeler, avlarını öldürdüklerinde de öpüşürler. Bize canice
bir haz gibi görünse de bu m uhtem elen şiddetin ardından birbirinin
güvenini tazelem e, yeniden ilişki kurm a yoludur. O öldü, der, ama
sen iyisin dostum . Sen de bizden birisin. Ye.
Erken H ıristiyanların vecizelerinden biri, "Bütün kardeşlerini
kutsal öpücükle selam la," idi. Haçlıların savaştan önce haçı öpm e­
leri bir selam lam a değil, güven tazelem e töreniydi.
O rtaçağ şövalyelerinin kafalarını işgal eden ejderha öpm e dü­
şüncesi artık pek rağbet görmüyor. B ir öpücüğün birini ca­
navarlıktan kurtarm ası fikri ortaçağ kitlelerini büyülemişti. Bu bi­
165
zim için de geçerlidir. C anavarları -y a n i tehlikeli tanıdıkları- daha
uysal arkadaşlara dönüştürm ek sıradan günlük selam laşm a öpüş­
mesinin gizli gündem lerinden biridir. Çoğu zam an, bir dostu ya da
bir iş arkadaşını öptüğüm üz zam an ejderhanın ateşli ağzını ve ap­
tallığı da öpüp ehlileştirm iyor muyuz?

Geçtiğim iz yıllarda, yanak yanağa öpüşm enin Fransa'dan bütün


Avrupa'ya ihraç edilmesi A vrupa Birliği'nin sayısı pek az olan, sor-
gulanam az başarılarından biri. Bazı tarihçilerin Fransız taşrasının
bir alışkanlığı olarak ortaya çıktığını söylediği şey Fransız kent­
lerine ve oradan da bütün A vrupa'ya yayıldı. G erçekte, Fransız
köylüleri birbirlerini om uzlarından kavrayıp yanaklarından
gürültüyle öperlerdi - sevgi, desibel düzeyiyle ölçülebilirdi. Oysa,
kent kültüründe, kom şunun m üzik setinin kısıkken daha kabul e-
dilir olm ası gibidir beden sesleri. Sosyal öpüşm e artık sessiz.
Aynı zam anda daha az bedensel. Bu. hareketlerin incelıil-
m esinin bir örneği gibi. Uzun zam andan beri, jestlerin çoğunun da­
ha az hareketli olm asının daha kibar olduğu düşünülüyor. Fran­
sa'da, başka yerlerde de olduğu gibi selam laşm a öpüşm elerinde du­
daklar asla yanağa dokunm az. Çoğu zam an yanaklar da tam olarak
birbirine dokunm az. İnsanın yakından tanım adığı birinin öpüşm e
sırasında yanaklarına yanaklarını dokundurm ası bir flört yoludur.
G üney A vrupa'da, kadınlar ve erkekler yakın arkadaş olsalar da
olm asalar da yanaktan öpüşerek selâm laşırlar. Kuzeyde, bu hareket
genellikle birbirini çok iyi tanıyan insanlarla sınırlıdır am a buna
karşın öpüşm e kesinlikle yaygınlaşıyor. H ollandalIlar hâlâ se­
lam laşm a ayininde öpülecek yanakların sayısı konusunda ka­
rışıklıklar yaşıyorlar am a Britanyalılar, öteki Kuzey A vrupalılar ve
Am erikalılar bu konuda kendilerinden em inler ve yanak sayısını
birle sınırlıyorlar. K adınlar herkesin yanaklarının yakınındaki ha­
vayı öper; erkekler karşı cinslen, yalnızca arkadaşlarını ya da iş ar­
kadaşlarını öper. Ama bir A m erikalı, Avrupalı ya da Yanomami
babanın kız ya da erkek çocuğunu yüzüne dokunm adan öptüğünü
görm ek çok sıradan bir görüntü. Yüze tam dokunm adan coşkuyla
166
havayı öpm eler, bebeğe duygusal yakınlığın lanılılm ası,
öpüşm enin sürekliliğine bir kanıt daha oluşturuyor.
Fransrzlar her zam an öpüşme hiyerarşisinin en tepesinde de­
ğildiler. A slında, bir dönem İngilizler olayın hâkim i olm uş olabilir.
1466’da İngiltere'yi ziyaret eden Leo von Rozm ital adlı Bohemyalı
bir soylu, bir İngiliz hanına gelen konukların ev sahibesi ve ailesi
tarafından karşılandığını öne sürer. "Aile dışarı çıkar, konukları
karşılayıp içeri alır; konuklar onlan öper. Bu İngilizler için başka
halkların el sıkışm asıyla aynıdır." Otuz yıl sonra usta ve saygın bil­
gin Erasm us arkadaşı Fausto A ndrelini'ye bir m ektup yazıp ka­
dınlar çok hoş ve öpülesi olduğu için İngiltere'ye gelm esini ister.
"Burada ne kadar övsen de az olacak bir alışkanlık var. Ne zaman
gelsen herkes seni öperek karşılıyor; gitm eye kalktığın zam an yine
öpücüklerle uğurlanıyorsun; senden ayrılırlarken onları her y e­
rinden öpüyorsun. Bir yerde karşılaşıldığında öpücükler bol, pek
güzel, nereye gidersen git, her yerde öpüşülüyor." Yarım yüzyıl
sonra öpüşm e durm am ıştı. 1545'te İngiltere'ye giden Yunanlı gez­
gin N icander Nucius, birbirini hiç tanım ayan kadınlarla erkeklerin
bile dudaklarından öpüşerek selâm laştığını fark etm işti. “Kadınlara
karşı büyük bir sam im iyetle ve kıskançlıktan uzak davranıyorlar.
Y alnızca aynı aileden ve evden olanları selam layarak ve kucakla­
yarak dudaktan öpm ekle kalm ıyorlar, daha önce hiç görm em iş ol­
duklarını da dudaklarından öpüyorlar." O dönem de giysilerin de­
koltesi hayli açıktı ve bir erkek "öptüğü akrabasına”, elini m e­
m esine koyarak daha da fazla yakınlık gösterebilirdi. Yüzyıl bitti,
öpüşm e de öyle.
Erasm us ve Çek soylusu kibar toplum la serbest kadınlan bir­
birine karıştırm ış olabilir miydi? H er ne idiyse, bir yüzyıl sonra
işler tam am en değişti. İtalya'yı ziyaret eden İngiliz Thom as Cor-
yate, "olağanüstü bir alışkanlık" gözlem işti, "iki tanıdık kar­
şılaştığında birbirlerini karşılıklı öpüyorlar, ayrılırken de bunu yi­
neliyorlardı.” 1611 'de yayım lanan E depsizlikler adlı kitabında ise
kibarlaşan İtalyanlara veryansın ediyordu.
İngiltere'de, on yedinci yüzyılın sonlarında, selam laşm a öpüş­
mesi çoğunlukla sevgililerle anne babalar ve çocukları arasında
167
gerçekleşiyordu. Restorasyon Dönem i, İngilizlere, öpüşm ekten çok
eğilm eyi yeğleyen Fransızların "zarif soğukkanlı tavrıyla" kur yap­
mayı getirdi. "Koca hantal kardeşlerin karşılaştıklarında bir­
birlerini salya sümük öptükleri ülkede olduğunu mu sanıyorsun,
çavuşların bağrışm aları gibi," der Congreve'in D ü n ya n ın Yolu
(1700) kitabındaki karakterlerinden biri. "Bu, burada âdet değil."
Congreve'in bir başka oyunu A şk İçin A şk, ünlü "öp ve söyle" de­
yişini içerir: "Oh, Ayıp, Bayan öpüp söylem e."
Her ulusa, sınırın ötesindeki kom şusunun tavuğu kaz görünüyor
gibi. On altıncı yüzyılda Polonya'daki çoğu m alikânede bir hiz­
m etçi, konukların gelişini haber verebilm ek için bir ağaç tepesinde
nöbet tutardı, böylece aile toplanıp onları kapıda karşılayabilirdi.
Bu karşılam a töreni, kapıların önünde eğilip kucaklaşm ayla
başlardı. Konuk, bir köşeye konulm ası için kılıcını verir, hizm etçi
tepside şişeler ve bardaklarla gelir, bardaklardaki içkiler ku­
caklaşıp öpüşm eler arasında bitirilirdi.
On yedinci yüzyıldaysa PolonyalIlar geriye gitm işlerdi. "Aynı
toplum sal konumdan iki kişi kucaklaşıp birbirlerini om uzlarından
öperler, alt konum dakilcrin ise üstlerin dizlerini, baldırlarını ya da
ayaklarını öpm esi beklenir," diye yazm ıştı yüzyılın ikinci yarısında
Polonya'ya giden bir Fransız. Güçlü bir efendinin göğsü ve karnı
d a öpülebilirdi, eli de.

Vals gibi el öpme de son birkaç yüzyılda, çok stilize, resm i, kadın-
erkek etkileşmesi haline gelm işti ve yüzden olsa bile öteki selam ­
laşma öpüşm elerinden çok daha açık cinsel çağrışım lar içeriyordu.
Bu geçiş, Edith W arton'un, 1870'lerin aşırı resmi New
Y ork’unda geçen M asum iyet Çağı [The A g e o f Innocence] film inde
apaçıktır. Daniel Day Lew is tarafından canlandırılan ve gelenekler
yüzünden daha ileri gidem eyen kahram an, M ichele Pfeiffer'ın e l­
divenli eline uzun uzun dudaklarım bastırır, öpücüğü yoğun bir ar­
zuyla doldurur.
On dokuzuncu yüzyıl Ingiliz şairi Elizabeth Barret Browning,
"Beni ilk öptüğünde," diye anım sar Portekiz'den Soneler'ût.
168
Sadece parmaklarımı öptü.
Şu elimin yazan parmaklarım.
Ve o andan beri daha da paklaşıyor ve aklaşıyor parmaklarım.

Doğu A vrupa'da el öpm e hâlâ uygulanıyor am a kim i zam an bir tür


ironiyle. A vusturya'da bazen şu selam laşm a duyulabiliyor: "Elinizi
öpüyorum , tatlı hanım efendi."
El, tamı tam ına dizler hafifçe kırılarak öpülür, erkek, uzanan ele
ulaşm ak için öne doğru eğilir. Fransız devlet adam ı G iscard d'Es-
taing bir uzm andı. Ç ok uzun yıllar önce, İran K raliçesi Farah'ın e-
lini öperken çekilm iş fotoğraflar, usulünce öne eğilm iş bir başı
gösterir. Ama, Bükreş'teki resm i bir resepsiyonda, Am erikalı o-
yuncu ve elçi Shirley Tem ple Black, R om anyalı bir diplom atın
kızıl sakalı yüzüğüne takılınca ne yapacağını şaşırmıştı.
On yıl önce, şirketlerdeki bir eğilim i keşfeden W all Street J o ­
urnal, 46 inçlik sütununu iş öpüşm esine ayırm ıştı, 1988'de M a­
dison A venue'da öpüşüp öpüşm em ek can sıkıcı bir sorundu. Al-
çaltıcı bir biçim de cinsiyetçi mi diye düşünüyordu yöneticiler,
yoksa küstahça zorlayıcı mı ya da sıcak, incelikli ve Avrupalı mı?
Londra'da The Times., A m erikalılarla dalga geçerek 20 inçlik
sütunla karşılık verdi. Londra Ticaret O kulu'ndan Peter Gorb, "İşle
özel ilişkilerin birbirine karıştırılm asının içtensizliğini iki yüzlü
öpüşm eden başka hiçbir şey bu kadar ortaya koyam az," dedi
üzerine basarak. "Kişisel yakınlık taslam ayı sevm iyorum ."
H avayı öpm enin artık kabul edilebilir, hatta zorunlu olm asına
karşın, çoğu kurum sal alanda öpüşm e hâlâ can sıkıcı bir soru. G e­
çenlerde Londra'da, işi gereği sık sık A vrupa'ya gelen kentli bir
A m erikalı’yla yem eğe çıktım . Hoş bir akşam dı, yem eğin sonunda
beni götürecek taksi önüm üzde durduğunda, yanaklarını çevrele­
yen havayı öpm ek için parm ak uçlarım da yükseldim o da aynı anda
sıkm ak için elim i yakaladı. Toplum sal törenler bağlam ındaki bu u-
yum suzluk ikim izi de utanç içinde bıraktı, kendim i Henry Jam es
rom anlarındaki m asum A m erikalı'yı baştan çıkaran kötü yabancı
kadınlar gibi hissettim .

169
Atlantik'in iki yakasında öpüşen iki kişiyle karşılaşıldığında
başka tarafa bakm ak hâlâ toplum sal bir gelenek. Film ler hariç.
Film ler bize nasıl öpüşeceğim izi öğretiyor, arzunun ve aşkın ör­
neklerini sunuyor ve bir başka yerde röntgencilik sayılacak şeylere
izin veriyor.

170
F a llik boğazlar ve zorlayan kollar
e
A lk film yapım cılarını öpüşm enin olanaklarını kullanm aya i-
0/ ten, bilinçli bir estetik değil, içgüdü ya da kinizm di. Sarılm a
sahneleri çok kısa bir süre içinde zorunlu hale geldi. Şarkının de­
diği gibi:

Film ler, film ler, o m üthiş karışım ı


K ahkahanın, m aceranın, sonunda da öpü şm enin...

Film ler gerçekten de öpüşm eyle başladı - Ö püşm e [The K iss]. Otuz
saniye uzunluğundaki ilk beyazperde öpüşm esi, tam am en yakın
plan öpüşen bir erkekle kadının görüntüsünden oluşuyordu. 1896
ilkbaharında Edison şirketi tarafından çekilm iş ve hemen gösterim e

173
girm işti. Tam adı M ay Irwin - John C. R ice Ö püşmesi [The M ay
Irwin-John C. Rice K iss-1896] idi. Profesyonel tiyatrocu olan baş
oyuncular bunu aslında B roadw ay'de, başarılı bir kom edinin, Dul
Joncs'un kısa bir sahnesi olarak oynam ışlardı. Dali tarzı,
yağlanm ış bir posbıyığı olan Rice, Irwin'in çizgileri belirsiz
yüzünü ellerinin arasına alıp aralanm am ış dudaklarını onunkilere
bastırır ve bir dizi bebek öpüşü yaratır. Irwin pek bir şey yapm az a-
m a hoşlanm ış gibidir. İzleyiciler filme bayıldı. Film Amerika'yı
gezerken eleştiriler iyi, hasılat büyüktü.
İlk sorun film haziranda Şikago'da gösterim e girdiğinde y a­
şandı. Çök rahatsız olan eleştirm en H erbert S. Stone, "İki oyuncu
da fiziksel olarak çekici değil ve birbirlerinin dudaklarını uzun u-
zun otlam aları bir de gerçek boyutlarıyla olunca dayanılır gibi d e­
ğil, "Dev oranlarda büyütülüp üç kez tekrarlanm asıysa iğrenç," di­
ye ateş püskürdü. “Bu tür şeyleri hoş görürsek o zaman Am erikan
püritanizm indcn, İngiliz ve Fransız sahne gösterilerinden ithal e-
dilen pisliklerden söz etm enin ne yararı var?" Filmlerin sansür e-
dilmesi için yapılan bu ilk çağrıya pek aldırış edilmedi. Öpüşme,
film parçalanana kadar oynam aya devam etti.
Aynı yıl Londra'nın L eicester M eydanı'ndaki Alham bra T i­
yatrosunun dam ında, bir başka sahne komedisi uyarlam ası olan
A skerin F lörtünde [The Soldier’s Courtship] iki oyuncu öpüşürken
filme çekilm işti. Y ıldızlar Fred Storey ve Julie Seale idi. Perdede
çok fazla cinsellik var ve çarpıcı öpüşm e sahneleri hızla geçiyordu.
O yılın kasım ayında cinselliğin kullanıldığı filmlerin öncü ya­
pım cılarından Eugène Piroıı Gelin Yatağa G idiyor / Le Coucher de
la mariée filmini C afé de Paris'in bodrum unda oynatmıştı. Yeni
evlilerin yatağa girm ek için ne kadar özenle soyunduklarının an­
latıldığı, üç dakikalık filmin bir Sinderella sahnesinde, koca ka­
rısının saten terliğini çıkarıp öpüyordu.
Bütün başarılı sanatçılar ve becerikli işadamları gibi, ilk sinem a
patronları da cinselliğin para ettiğini çabucak fark ettiler. Yaşam
Ö ykücüsünün Anlattığı Ö ykü d e [The S tory the Biograph Told-
1903], bir büro personeli bir kocanın sekreterini öperken fo­
toğrafını çeker; kanıtları gören eş, sadakatsizliğin, ahlâkın - y a da
174
daha çok g elen eğ in - galip gelm esini seyirci biz heyecana doy­
duktan sonra sona erdirir.
G enç A ş k ’ta [Young R om ance-1915] olduğu gibi - aşırı bir tat­
lılık ve yapaylıkla oluşturulm uş ahlâki ışık - bol bol gözyaşı vardı.
Filmde, büyük bir m ağazada çalışan (erkek nalburiye, kadın tu­
hafiye bölüm ünde) ama birbirlerini tanım ayan iki tezgâhtar bir tatil
m erkezinde üst sınıflardan sevgili bulm a um uduyla kendilerine
zengin süsü verirler. Ama sonuç olarak birbirlerine âşık olurlar ve
film, pek çok film de olduğu gibi, sıradan hayata bir övgüye
dönüşür. Dönemin önde gelen yazarlarından O. H enry'nin bir
öyküsünden uyarlanan film öpüşm eyle sona erer. Bu konu -o ğ lan
komşu evdeki kızı keşfeder ve sonsuza kadar mutlu ve hallerinden
memnun y a şa rla r- yüzyılın son çeyreğine kadar fim lerin ana te­
ması olacaktı.
A m a sansür yoktu ve sessiz film lerde çoğunlukla her şey kabul
ediliyordu. Sinem anın, sıkı resmi sansür başlam adan önceki kırk
yılında, kürtaj, fahişelik ve zina gibi sorunlara değinen cesur film ­
ler vardı ve bu konular sonradan m akaslanacak ya da ya­
saklanacaktı. 19 12'de, çıplak bir erkeği ilk kez önden gösteren film
çekildi ve ilk pornografik film ler m astürbasyon, anal seks ve fel-
latio içeriyordu. Rudolph V alentino, bakireleri m ahvediyor, Theda
Bara ve Garbo'nun vam pları ahlâki ölüm ün günahkâr öpücüklerini
veriyorlardı. 1922'de, Cecil B. D eM ille’in C inayet [Manslaughter]
filminin grup seks sahnesinde, aynı cinsten olanların şehvetli
öpüşm esi görülüyordu. 1930‘da, Fas'la [Morocco], M arlene Di-
etrich, bir başka kadını öpen ilk başrol oyuncusu kadın oluyordu.
Yabancı L ejyoner G ary Cooper'a delice âşık olan ve onun peşinden
yüksek topuklu pabuçlarıyla yaya olarak çöle giden gece kulübü
şarkıcısını oynayan Djetrich, filmin ortasında silindir şapka ve frak
giyip kışkırtıcı bir biçim de, çekici bir kadını dudaklarından öper.
Ünlü Alm an Filmi Üniformalı K ızlar [M adchen in Uniform], lez-
biyen kız öğrencileriyle, ancak bir yıl sonra gösterim e girdi.
1933’te C oşkuda, Hedy Lam arr beyazperdede orgazm ı canlandırdı.
Çek film i B oston'da bile oynadı.
B ir yıl sonra, Hays Yasaları devreye girdi, "aşırı ve şehvetli
175
öpüşm eyi, tutkulu sarılm a, m üstehcen durum ve hareketleri" ve
bunların yanı sıra daha pek çok şeyi yasakladı. H ollyw ood bugün
de olduğu gibi -ah lâk i ölçütlerin sık laştırılm ası için feryat eden
nam usçu. tutucu azınlığıyla- daha da sıkı düzenlem eler uy­
gulanm ası için gönüllü olarak sansürü kurum sallaştırdı.
Y aklaşık on iki yıl boyunca, sansür Hays'ın "Y apm a"larının ve
"Dikkatli oi"larımn bir taklidi oldu. Sonraysa çok sahiciydi. Y a­
sa lara göre, bir Am erikan film inde öpüşm e yatay olam ıyordu:
İnsan ayakta ya da oturuyor olacaktı, yatıp uzanam azdı; film lerde
bütün evli çiftler ayrı yataklarda yatıyordu. Y asalar, "Yatak odası
çekim leri kibar ve güzel uygulanm alı" diyordu. En az on iki yıl bo­
yunca yatakta öpüşm ek suç oldu. Y atakta iki ayrı cinsten insanın
olm ası da. Birinin bir ayağı yerde olmalıydı.

Y ıldızlar ve yönetm enler beyazperde öpüşm esi için bir yön-


tembilim geliştirecek resmi kuralları beklem ediler. Bu sanat de­
ğilse de zanaattı. Garbo'nun iki öpüşm e biçim i vardı. Birincisinde,
başını coşku içinde geriye atıyor, vücudu 45 derece açı yapacak bi­
çim de eğiliyor, yüzünü ve açık dudaklarını sunuyordu; bu edil-
ginlikte bile enerji vardı. İkincisinde, saldıran oydu, öpücükleriyle
baş erkek oyuncuyu yiyip yutuyordu. Öpüşürken üstte olabiliyor
ya da öpüşm eyi başlatm ak için öne eğiliyordu.
Çoğu kez film lerde en seksi olan, öpüşm eden önceki anlardır,
dudakların kameradan gizli olduğu an gibi. H ollyw ood dışında yal­
nızca (öyle um alım ) çocukların yaptığı klasik kapalı dudaklı" öpüş­
m e yerine gerçek öpüşm eyi hayal ederiz. B eyazperdede m asum iyet
o kadar kutsaldı ki dünyanın en iyi öpüşen karakterleri bile buna
beceriksiz olm a ölçüsünde dikkat ediyordu. "Onu seviyorum ," der
Barbara Stanw yck G ary C ooper için A teş Topu [B all o f F/reJ'nda,
"çünkü öpüşmeyi b ilm iy o r-a y ı!"
Ö püşm enin yoğunluğu abartılı beden diliyle ifade ediliyordu,
çünkü resmi bir gram er yoktu. Fallik Boğaz baş kadın oyuncu ta­
rafından kullanılıyordu, Zorlayan Kol da baş erkek oyuncu ta­
rafından. G rand Hotel'de, Barrym ore’un karşısında G arbo'nun u ­
176
zun, dik boynu, D evlerin Aş&ı'nda Elizabeth Taylor'ın Jam es
Dean'e uzanm ası gibi görsel fallik sim ge olm uştu. Zorlayan K ol, e-
fendi görünüm lü "düzgün adam ” Jam es Stew art tarafından bile kul­
lanılmıştı. Z iegfıeld G irt de (1941), Stew art, zengin bir sosyete
çapkınına kaptırm a korkusuyla Lana T um er'dan şov işini bırak­
masını istediğinde, T urner karşı çıkar: "H er ne olacaksa görm em
lazım." Ceketinin yakalarını kavrayıp ona yalvaran bakışlarla ba­
kar. "Eğer görm ezsem torunlarım ıza ne anlatacağım ." Beden dili
öpüşm ek istem ektedir. A m a Stew art, öpüşm e sahnesinin ortasında,
sırtını dönüp gider. Film in kendisi gibi bu sahnenin de bir başı, or­
tası ve sonu vardır. Bir dizi B - filmi nüktesinden sonra, Stewart
Turner'a döner ve onu kendine çeker; kendisinin öpen, Tum er'ınsa
öpülen olduğunu açıkça ortaya koyar. Lana Turner'm ensesi du­
dakları gizler. H eyecan, kuvvetli, Zorlayan K ol'la ifade edilir.
Yasal koca, koca adayı ya da H ollyw ood'un aşk haleti ru-
hiyesindeki herhangi bir kötü adam ın güçlü, uzun kolu beyazperde
öpüşm elerinin çoğunun gerçek eylem iydi; görünm eyen öpücüğü,
gördüğüm üz çocukça kapanm ış dudakların öpüşm esinden çok daha
heyecanlı kılıyordu. Tutkuyu ifade eden öpüşm e değildi; öpüşm e­
nin zırhıydı.
G able bir ustaydı, baş kadın oyuncuya öyle bir sarılırdı ki ka­
dının ya da onun başı dudakları saklardı, öpüşm eyi göstermeden
bir tutku yanılsam ası yaratırdı. H old Your M an de (1933), en gözde
baş kadın oyuncusu Jean H arlow 'u öperken yöntem i çok belirgindi.
"Galiba seni öpeceğim ," der ve öper. Ö püşm enin ortasında onun
bedenini kendi bedenine sertçe yapıştırır. Seyirci dudakların değil,
kolun şiddetinden güçlü bir birleşm e duygusu hisseder. Erkek
öpen, kadınsa öpülendir.
K adınlar öpen, erkekler öpülen olduğunda, iki olasılık var. Ya
bir yoldan çıkm a söz konusudur -e rk e k vam pın eline düşm üştür-
ya da bir kom edi anıdır. Ninotcfıka'da, G arbo, öpüşm eyi seksi ol­
duğu kadar kom ikleştirir. G arbo, Paris'i ziyaret eden ciddi, püriten
bir R us m em urdur ve erkek, (M elvyn D ouglas), orta yaşlı, çapkın
bir konttur; ikisi otel odasında, iki koltuğun arasında, yerde o-
tururlar. "A m a N inotchka", der D ouglas yalvarırcasına, "M utlaka
FI2Ö N /O pli$m e 177
az da olsa ilahi lutkunun belirtilerini hissediyorsundur. dudakların
yanm ası susuzluktan değil, susuzluktan bin kat daha ulaşılm az ve
heyecan verici bir şeyden?"
"Çok gevezesin," diye yanıtlar Garbo.
Douglas onu öpm ek için uzanır, başı dudakları gizler.
"Bu geveze miydi?" diye sorar.
"Hayır, rahatlatıcıydı. Bir daha."
Douglas ona uyar. Sonra G arbo onu sertçe koltuğa doğru iter ve
daha şiddetli öper. Sahne boyunca, başları öpüşm eleri gizler.
Garbo'nun, Douglas'ın öpüşm e anındaki sırtından daha belirgin o-
lan sırt açısı, şiddetin giderek arttığının göstergesidir. Sırtı. Zor­
layan Kol'un işlevini görür. Kol gibi, sırlın eğimi de bir tutku a-
çısıdır. Garbo'nun öpüşünün daha şiddetli olduğunu biliyoruz,
çünkü D ouglas dudakları aralık, kendinden geçm iş, umutla "Bir
daha" der. İzleyici hem heyecanlanm ış, hem de roller tersine
döndüğü için eğlenm iştir.

Hays Yasaları, beyazperde öpüşm elerinin süresine sıkı sınırla­


m alar gelirm iş, A lfred H itchcock gibi usta sinem acıların ya­
ratıcılığına ket vurm uştu. Hitchcock'un 1946'da çektiği Aşktan da
Üstiin [Notorius] film inde, öpüşm enin kesilm esi yeni ve ters bir
anlam yüklendi. Ingrid Bergm an ve Cary G rant arasında balkonda
başlayan öpüşm e önce telefon çalınca kesilir. Telefonu açm ak için
odaya giderlerken arada oynaşırlar. Telefon konuşm asının arasına
kısa öpüşm eler serpiştirilir, öpüşm eler çabucak yoğunlaşır ama u-
zun değildir; kısa süre sonra telefon konuşm ası öpüşm elerin a-
rasında gerçekleşir. Sahne hem kom ik hem de seksidir. San­
sürcüleri atlatm aya kararlı olan H itchcock oyunculara "Konuş,
öpüş, konuş, öpüş" talim atı verm iştir.
Bergman şöyle anım sıyor: "H itchcock uzun bir öpüşm e is­
tiyordu am a bu yasaktı; tepem izde bir saatle duruyorlar ve belli bir
süre öpüşm em ize izin veriyorlar -b irk aç sa n iy e- ve kes di­
yorlardı." Oysa bu aralarla öpüşm e sürüyor gibi görünüyordu am a
birkaç saniyeden uzun olm uyordu. Sansürcü kesem iyordu. H ilc-
178
hcock'un hedefi, Hays Y asalarının zam an sınırlam alarından kur­
tulm aktı. B una ulaştı; sinem anın en seksi, aynı zam anda da en ko­
mik öpüşm elerinden birini yarattı, belki de en özgününü. Am a, tek
bir film deki öpüşm e rekorunu, yirmi yıl önce John Barrym ore ve
M ary A stor'un 127 kez öpüştükleri D on Juan koruyor.
A ndy W arhol'un sanat filmi Öpüşme [K7ss-1963]'nin en uzun
öpüşm e rekorunu kim se kıram ayacak gibi görünüyor. Uzun film ta­
m amen N aom i Levine'in Rufus Collins, G erlad M alanga ve Ed Sa­
unders ile öpüşm esinden oluşuyor. Filmin sıkıcılığı, daha çok daha
azdır, deyim ini kanıtlıyor. Asıl anım sam aya değer olan 1988’de
çekilen C inem a Paradiso'nun, bölge rahibinin sansür edilm esini is­
lediği son bölüm leriydi. Bu bölüm lerde sinem anın en m üthiş
öpüşm e sahneleri vardı.
1960'lara ve etoburluk çağının başlam asına kadar dudaklar
araştırm ayacak, diller uzanm ayacak ve orbicularis oris kasları yo­
ğun kasılm a durum larına girmeyecekti.
H ollyw ood'da dudaklar, ütünün ipeğe değdiği gibi dokunurdu,
ürkek, dikkatli, kum aşı yakm am a kaygısıyla. Eski bir başrol oyun­
cusu olan, A m erika başkanlarından Ronald Reagan bu öpüşm eyen
öpüşm enin kasıtlı olduğunu söylem işti. "Bunu yapan iki kişi bazen
neredeyse hiç birbirine dokunm uyordu, kadının yüzünün şeklini
bozm am ak için. Bunu, öpüşm enin kafalarındaki öpüşm e olduğunu
düşünen izleyiciler için yapıyordunuz." "Ö püşm e...eski günlerde
daha güzeldi," dem işti Reagan NBC televizyonuna. "Şimdi in­
sanların birbirini yem eye başladığını görüyorsunuz."
1960’lar, çıplaklığı geri getirm e savaşıyla geçti ve uzun be­
yazperde öpüşm eleri o yıllarda geldi. 1961 'de sansürcülerin di­
retm esiyle, G ençlik B i t e r k e n ' [Splendor in the Grass], Nathalie
W ood'un çıplak olduğu bölüm kesim odasında kaldı am a film Holl-
yw ood'un ilk Fransız öpüşm esini içeren yapım olarak tarihe geçti.
Adam ım ız, yeni kuşağın vamp erkeği W arren Beatty idi. Hays Ya-
saları'nın gevşem esi ve sonunda 1968'de yürürlükten kaldırılm a­
sıyla öpüşm elerin süresi uzadı ve işlevi değişti. Ö püşm e artık or­
gazm yerine geçm ek zorunda değildi. Beyazperde orgazm tak­
litleriyle doldu. Ö püşm eler artık öpüşm e oldu: doym ak bilm ez, yu­
179
m uşak, ıslak ya da nazik. Ve yeniden içtenliği tem sil etm eye baş­
ladı.
Ö zel B ir K adın [Pretty lVoman-1990]'da, erkek m ilyoner i-
şadam ı, kadın fahişedir. Çok bağım sız bir fahişe. Bedenini satmak
yerine altı gün için anlaşm a karşılığı verir; önce koşullarda anlaşır:
"Dudaktan öpüşm em ."
"Ben de," der adam .
Neden öpüşm esin ki? H âlâ öpüşm enin ruhlan birleştirdiğine i-
nandığım ız için mi? Ö püşm e sahnesi gerçekleştiğinde bunun aşk
olduğunu anlarız. K üçük öpüşm eler de vardır bu sahnede, yu­
m uşak, kibar. Kadının arkadaşı, bir başka fahişe, dudaktan öpüştün
mü diye sorar. Yanıt evet olunca, fahişe bunun aşk olduğunu anlar.

180
с
BS-TV 'nin kahvaltı şovunda, oyuncu Kevin Klinc Fransız
C Ö püşm esi [Frendi Af/jjr-1995] film ini şöyle anlatm ıştı: "Eski
moda bir rom antik komedi gibi, oğlan kızla tanışır, kız oğlandan
nefret eder - sonra da zıtlar birbirini çeker." G erçekle yaşanan ise
kızın geleceğe yönelik gündem ini değiştirm esidir; erkekse ken-
dininkini tam am lar. H er şey olabilecek en tatlı biçim de gerçekleşir.
Fransız Ö püşm esi -iç in d e hiç Fransız öpüşm esi yoktur aslında-
beğendiğiniz için kendinizden nefret edeceğiniz aşırı duygusal
film lerden biriydi.
K abullenm e öpüşm esi, M eg Ryan'ın uyurken kendisini terk e-
den C harlie'yi rüyasında öperken görüp Kline'ın oynadığı Fransız
dolandırıcı Luc'u öpüverm esiyle gerçekleşir. A çıkgöz Luc, bir-
183
denbire bu pırıl pırıl, tertem iz A m erikalıya âşık olduğunu fark e-
der. Kız çok geçm eden Provence'a âşık olur, şarap ve çocuk ya­
parak orada sonsuza kadar mutlu yaşam aya karar verirler. Seks
değil, evlilik üzerine olan film kadın kahram an kadar da pırıl pırıl
ve tertem izdir. Film lerdeki en seksi öpüşm eler için başka yerlere
bakm am ız gerekiyor.
G allup bir kam uoyu araştırm ası yapm ış. En seksi öpüşm eler
G ençlik Bilerken sonrası etobur çağından değil H ays Y asaları'nın
stüdyolara ahlâki kelepçe vurduğu m asum iyet çağından çıkıyor.
1992 araştırm asına göre, en seksi öpüşm eler R üzgâr G ibi Geçti'de
[Gone With the W7/7<4-1939] Vivien Leigh ile Clark G able arasında
gerçekleşiyor. Daha sonra, İnsanlar Yaşadıkça'da. [From H ere to
E ternity-\953] Burt Lancaster ve D eborah K err geliyor, benim o-
yum da buna. Üçüncüsü K azablanka’da [Casablanka-1942] Bogart
ve Bergman.
Oylam anın en açık yorum u, son 40-50 yılda daha açık öpüşm e
sahnesi bulunan çok fazla film yapıldıysa da araştırm aya katılan
insanların çok azının bunları görm üş olması. Büyük üçlüyü, unu­
tulm az öpüşm elerin film leri yapan başka nedenler de var.

R üzgâr Gibi Geçti film inde, Rhetl B utler savaşa giderken Scarlett
O 'H ara’ya der ki, "Seni sevm ek isteyen G üneyli bir asker var, Scar­
lett, senin kollarını bedeninde hissetm ek isteyen, savaşa senin
öpüşlerinin anısını götürm ek isteyen. Beni sevm esen de olur. Scar­
lett, öp beni, öp beni."
Ölüm ün korkunç yüzleriyle pek çok kez burun buruna gel­
mişlerdi - yangın, patlam a, atı çalm aya kalkıp onları arabadan
dışarı çıkaran adamlar. Scarlett'in sevdiği adam ın karısına doğum
bile yaptırm ışlardı ve şim di, birdenbire Federasyon ordusunun
çekilm esiyle yasa ve düzenin son kırıntıları yok olurken, Rhetl, yi­
tirilmiş savaşa katılacağını açıklar Scarlett'e. Onu çaresiz annenin
ve bebeğin sorum luluğuyla tehlike ve kaosun ve de Tanrı bilir da­
ha ne vahşi ayaklanm aların ortasında bırakarak.
Rhett Scarlett'i arabadan çekip aşağı indirir -yağm acıların
184
yaptığı g ib i- onu sevdiğini söyler ve arkasından şu ünlü, rom antik
sözler gelir: "Scarlett, öp beni, öp beni." Scarlett öpm eyince Rhett
zorla öper. Scarlett onu bir centilm en olm adığı için azarlar. Rhett'i
böyle karşılıksız bırakm asıyla bizim de onun kendisinden başka
kim seyi düşünm ediğini, duygusal sığlığını görm em iz gerekir.
Neden, bunu R hett için hissetm em iz gerekm ez? Yalnızca m üthiş
duygusuz olduğu için değil, Scarlett'e yaptığı her açıklam ayı ki­
birle ve üstün bir tavırla yaptığı için. Çekildikten altm ış yıl sonra
film in hâlâ bu kadar gözde olm ası alev alev yanan G üney'in, son­
suz kırlıkların, çok fazla bastırılm am ış cinselliğin ve şiddetin
görkem li sahnelerine bağlanabilir; R hett ve Scarlett arasındaki o-
rantısız, alçaltıcı ve sadom azoşist ilişkiye değil, umarım.
Savaş bittiğinde, taze dul Scarlett, çık an için evlendiği kocası o-
nun onurunu korurken öldürüldüğü için suçluluk duyarken, Rhett -
zam anlam ası her zam anki gibi m ükem m eldir- ona evlenm e teklif
eder ve yine onu zorla öper. Bu kez Scarlett brendi içm ektedir ve
onun öpüşlerine karşılık verir. "Bayılasın istiyorum," der Rhett.
"Y ıllardan beri bunu hak etm iştin. T anıdığın enayilerden hiçbiri se­
ni böyle öpm em işti, değil mi?"*
Scarlett'in öyle öpülm ediğini rom andan biliyoruz: "Şimdi onu
öpm eye başlam ıştı. Bıyıkları ağzını gıdıklıyordu. Ilık dudaklarıyla
genç kadını yavaş yavaş, acele etm eksizin öpüyordu. Bütün gece
onlarındı sanki." Kocası Charles hiçbir zam an onu böyle öpm e­
mişti. "N e Tarleton'ların, ne C alvert'lerin öpüşleri onu böyle ürpert-
mişti. Rhett onu arkaya doğru eğdi, dudakları boynundan göğsüne
indi."
Scarlett kendinden geçm iyor; öpücüğe karşılık veriyor. Açısı
dikkatle verilm iş olan kare, Fallik Boğaz'ı ve Zorlayan Kol’un dişi
versiyonunun karışım ını gösteriyor, Scarlett'in Rhett'in boynuna
dolanan kolu eylem in zorlayıcı yanını sim geliyor. Çok seksi. Ama
Rhett ona evlenm e teklif ettiğinde, evliliğe inanmadığını ama ger­
çek bir erkeğe ihtiyacı olduğunu söylüyor. R hett onu yine zorla
öpüyor, Scarlett bağırıyor, ikna oluyor, evlenm e teklifini kabul e ­
* R üzgâr Gibi Geçti, Margaret Mitchell, Çev: Samih Tiryakioğlu, Altın Kitaplar
Yayınevi, 5. Basım 1988. (ç.n.)

185
diyor. Rhctt giderken, iyi geceler öpücüğü verip verm eyeceğini so­
ruyor.
"B ir akşam lık bu kadar yetm ez mi?" diyor Bay Her Şeyi Bilen.
R üzgâr Gibi Geçti, güzel ve çıkarcı Scarlett'in îç Savaş’ta ha­
yatta kalm a ve aile çiftliği Tara'yı eski görkem ine kavuşturm a
mücadelesinin öyküsünü ve onun iki erkeğe, Ashley ve Rhett'e o-
lan aşkım anlatır. Clark G able ve Vivien Leigh'in Rüzgâr Gibi
G eçti'si M argareı M ilchell'in rom antik tarihi rom anının yavan bir
uyarlaması olm akla kalm am ış, Scarletl'i daha dar görüşlü yapmak
ve hak ettiği cezayı basitleştirm ek için çarpıtılmıştır. Scarleıt.
Hollyvvood'un uzun vam p kuyruğundakilerden biri oldu ve Holly-
vvood'da kötü kadınlar neyi hak ediyorsa onu aldı. Margaret M ilc­
hell'in Scarlett'i daha karm aşık b ir karakterdi, güdülerinde grinin
pek çok tonu vardı. Oysa, Technicolor’da bile film ler ahlâki açıdan
siyah beyaz olm a eğilim indeydi. Hays'ın giderek güçlenen toplum
standartlarını ıslah etm e doktrininin dizginlediği filmler, tartışm alı
konuların işlenm esinde tiyatro ve rom anın gerisinde kalıyordu, yal­
nızca uyarlanm aları için gereken zamandan ötürü değil.
Film den üç yıl önce, 1936'da yayım lanan M argaret M ilchell'in
romanı benzeri görülm em iş bir çoksalar oldu, m ilyonlarca kitap sa­
tıldı. C üretkâr ve geleneksel ahlâki değerleri karıştırm ası, romanın
ticari başarısını sağladı. Bu H oilyw ood yapım cılarına da çekici
geldi am a Y asaların uygulayıcılarına değil. Beklendiği gibi stüdyo
ve sansürcüler arasında iç savaş çıktı, senaryonun her aşam asında
kavgalar koptu, film çekilirken bile çatışm alar yaşandı.
Rom anda, Rhctt Butler bir gece eve sarhoş gelir ve karısı Scar-
lelt'c tecavüz eder:

"Karısını kucağına alıp merdivenleri çıkmaya başladı. Rhett canını


yakmaktaydı. Korktu, bağırmaya başladı. Rhctt merdiven başına
çıkınca durdu. Scarlett'i kucağından indirdi. Sonra da eğilerek onu
öyle ateşli bir tarzda, öyle derin bir sahiplik içgüdüsüyle öptü ki. genç
kadın çevresini saran derin karanlıktan, kendininkilcre yapışmış du­
daklardan başka bir şey duyamaz oldu. Rhetl zangır zangır titriyordu.
Dudaktan Scarlett'in ağzını bırakmış, röbdoşambrın kaydığı yerlerdeki
çıplak teninin üzerinde dolaşıyordu. Rhett bir şeyler mırıldanıyordu a­

186
ma Scarleıt onun ne dediğini anlayamamaktaydı. Dudakları onda
şimdiye kadar hiç hissetmediği duygular uyandırmaktaydı. Rheıt de
kendisi de karanlıktan ibarettiler. Scarlett'in teni üzerinde de ka­
ranlıklan ve Rhett'in dudaklarından başka bir şey yoktu sanki. Ko­
nuşmak isledi ama Rhett'in öpüşleri yüzünden ağzını açamadı. Bir­
denbire bütün vücudunda vahşi, hoyrat bir ürperiş dolaştı. O zamana
dek böyle bir şey hissetmemişti. İçi bütün benliği ile titredi, sarsıldı.
Kendini bu güçlü kollara, bu obur dudaklara, varlığım hızla sürükleyip
götüren kadere bıraktı. Hayatında ilk kez kendinden daha güçlü bi­
risine rastlamıştı, Bu birisi onun oyuncağı olmamış, tersine onu dize
getirmişti. O da kollarını Rhett'in boynuna doladı. Dudakları onun du­
daklarının altında ürperdi. Bir kez daha karanlığa doğru yük­
seliyorlardı. bir girdap gibi dönüp, onları kuşatan o tatlı karanlığa.
Sabah uyandığında Rhett gitmişti; muhteşem geceyi hatırladı. Rhett'in
onu kollarına alıp yukarıya çıkardığı, hor gördüğü, incittiği, kendisini
vahşice kullandığı o çılgın ama yine de gurur duyduğu geceyi.”

Scarlett hayır dem işti ama aslında evet dem ek istemişti.


K itabın satışlarının da gösterdiği gibi, Hollyvvood san­
sürcüsünün "koca tecavüzü" dediği şey o günlerin okurlarının pek
azını dehşete düşürm üştü. Olay Scarlell'i Rhett'e yakınlaştırm ıştı.
Ama sansürcü kaygılıydı. "Beklenm edik bir yum uşaklık" da aynı
şeyi yapam az mıydı diye sordu.
Stüdyo olağanüstü şiddetli savaştı, diğer yasak sahnelerden - g e ­
nelev ve d o ğ u m - ödün vererek m anevra alanı kazanm aya çalıştı.
Y asa'nın yöneticisi, Rhett Butler, "Scarlett'ı kollarına alsın, onu
öpsün ve nazikçe onu yatak odasına götürsün. Bizim düşüncem ize
göre, onu yatağa fırlatacak kadar ileri gitm esin" tavsiyesinde bu­
lundu. R hett B uttler “karısını daha çok düşünm eliydi.” Sansürcü
yine de denetim uygulayacaktı am a stüdyo kazandı.
T ecavüz sahnesi için Hays ofisinden sete gelen adam, Scar­
lett'in kucaklanıp götürülm eye karşı koym am ası gerektiğini vur­
guladı. Bunun nedeni, kim senin tecavüz olduğunu fark etmemesi
umudu muydu yoksa şiddetin daha uyarıcı olduğu düşüncesi miy­
di? Y asa'nın önerisi, "Scarlett çığlık alm am alı" idi. Çığlık yoktu a-
ma Scarlett'in m erdivenlerden yukarı taşınm ak istemediği or­
tadaydı. Pek de uzun sürm eyen bir kararm anın ardından birdenbire

187
sabah oldu. O dönem izleyicisi için kararm a cinsel ilişki işaretiydi.
M erdiven sahnesinin kesilm esinden daha seksi bir sondu. Doğal
olarak sansürcüler kesm e istem işlerdi. A m a bu raundu kaybettiler.
Kısa kararm adan ve sonraki sabah sahnesinden Rhett ve Scarlett'in
seks yaptığını anlıyoruz. "Tecavüz" hoşlaştırılm ıştı ve biz "Rhett'in
Scarlett'i hor gördüğünü, incittiğini..." am a genç kadının bundan
"gurur duyduğunu" bilm iyoruz. H er birim iz o sahneye kendi cinsel
fantezim izi koyduk. K aybolanlar arasında kitabın tutkulu
öpüşm eleri de vardı. Ö püşm e aşağıda, tecavüz, görünm eden yu­
karıda gerçekle-şiyordu. Film de ise bu tecavüz değil, ısrarlı bir
baştan çıkarm aydı. Cinsel açıdan m uradına cm ıiş Scarlett, sa­
bahleyin tatmin olm uş bir biçim de yatakla tek başına bunun tadını
çıkarıyordu.

Riizgâr G ibi Geçti, belki de Hollyw ood'un kadın hayır derse evet
dem iştir inancının en ünlü örneğidir. Bu sahnelerin en açıkça for­
müle edilm iş biçimi TN T gibi G aiety G eo rg e da görülür. B ir.işa-
dam ı olan kahraman sorar: "B enim le evlenecek misin ev­
lenm eyecek misin. Yanıt ver, kadm."
Kadın yanıtlar: "Hayır, hayır, hayır." Kadm, erkeğin kollarına
atar kendini. Öpüşürler. B ir sonraki sahne düğün çanlarıdır.
Biliyoruz ki iyi kızların canı seks istemez. O nlara egem en ol­
mak ya da hatta güç kullanm ak, bu ikilem den kurtulm anın yolu o-
larak görülüyordu. Bu tutum kim seyi kızdırm adığı için gerçek ya­
şam da yaratacağı sorunlara karşın film lerde işe yarıyordu. Fred
A staire, Silindir Şapka'daki öpüşm e sahnesinde şarkı ve dansı bir
öyküye dönüştürm üştü. "Şuradaki hantal bulut oradaki tüysü
küçük bulutla karşılaşınca" der G inger Roberts'a, "ona doğru u-
çuverir. Küçük bulut telaşla kaçarken rüzgârın önüne düşüp hızla
ona koşar. Küçük bulut birazcık çığlıklar atar ve işte yağm ur
başlar. Hantal bulut onu rahatlatır. Kıvılcım saçarlar. İşte bu
şim şektir. Öpüşürler. G ökgürültüsü!"
Riizgâr Gibi Geçti"den yirmi yıl sonra, Yolculuk'ta Yul Brynner
aynı şeyi Deborah Kerr'e kanıtladı (1959). Brynner, işgal altındaki
188
M acaristan'da, atını seven ve Deborah Kerr'e âşık bir Rus subayını
oynuyordu. O na göre, Kerr'in çekiciliği soyundan geliyordu. O
bem beyaz tenin, o saçların ve o m anikürlü ellerin olgunlaşm ası için
yüzyıllar geçm esi gerektiğini söylüyordu. Ö püşm e ise kadının önce
zorlandığı ve sonra hoşlandığı o korkunç öpüşm elerden biriydi.
Flört tecavüzü ve evlilik içi tecavüz ideolojisinin bir tür pe-
kiştirilm esiydi bu. İronik bir biçim de seksi olan Brynner'di. bu
filmde K err yalnızca sınıfı geçiyordu.
Ne yazık ki, gelecekte de, sessiz film dönem inden bu yana
gördüğüm üz zorla öpm e sahnelerini pek çok kez yeniden göre­
cektik. R udolph V alentino, olağanüstü başarılı Şeyh [The Sheik-
1921] ve Şeyh'in O ğlu [Son o f the S h eick-1925] film lerinde, çölden
gelip kadınları kaçırıyor am a sonunda kadınlar buna m em nun o-
luyorlardı; yani kim se zarar görm üyordu. Vam pın tersine yağmacı
erkek çok beğeniliyordu. E rkek vampa hayran olm alıydık. O ka­
dınları heyecan verici, olm adık yollarla ayartabilir, onları zor kul­
lanarak kollarına ya da yatağına "alabilirdi” ve kadınlar orada m ut­
lu olurlar, hatta sonsuza dek mutlu yaşarlardı.
1973'te çekilen western filmi High P lains D rifter da, öfkeli kah­
ram an C lint Eastw ood, iki kadına tecavüz eder ve kadınlar bundan
hoşlanır. K entin fahişesi, cinsel ilişki gerçekleşene kadar onunla
savaşır am a sonunda çekiciliğine teslim olur. Köyün saygın ha­
nım efendisi ise -a y n ı zam anda, ona bir zam anlar ihanet etm iş olan
köyün tek vicdanlı insan ıd ır- Eastw ood elindeki bıçağı alıp, onu
yatağa atarak uzun uzun öpünce hemen karşılık verir. Ertesi sabah
onu hâlâ bitkin bir halde yatakta ve erkeğe karşı hoş duygularla do­
lu görürüz. Aynı Scarlett gibi.

H em ingw ay'in rom anının film uyarlam ası Ç anlar Kimin İçin Ç a­
lıyor da [For W hom the Bell 7o//s-1943J Ingrid Bergman Gary Co-
opcr'dan bilgi ister: "Öpüşmeyi bilm iyorum , bilsem seni öperdim.
Burunlarım ızı ne yapacağız?" A m a en azından öpüşmeyi
başlatabileceğini düşünür.
B ir yıl sonra To Have and H ave N ot film inde - ilk filminin ilk
189
ö p ü şm esi- Lauren Bacall davet edilm eden H um phrey Bogart'm
kucağına oturur, ona sataşıp azarlar ve eğilip öper.
"Bunu neden yaptın?" diye sorar Bogie.
"Hoşlanıp hoşlanm ayacağım ı anlam ak için." Sonra onu yine
öper.
Bacall odadan çıkarken B ogart’ın yüzünde o şaşkın, öpülm üş i-
fade vardır. Ö püşm e izleyiciyi etkilem ez; etkileyici olan Bacall'ın
cüreti, B ogart’ın tepkisidir. Rollerin tersine dönm esi kahram an sert
bir erkek olduğu için olasıdır ancak stüdyoyu kaygılandırır. Sahne­
yi öpüşm eyle bitirm ek yerine kapıdan çıkarken Bacall o ünlü söz­
leri de içeren kısa bir konuşma yapar: "Beni istersen ıslık çal yeter."
Bu sözler Bogart'm çabucak içine düştüğü sersem likten kur­
tulmasını sağlar. B acall yalnızca gücünü verm ekle kalm am ış ona
yeni bir güç kazandırm ıştır. Kapı kapandığında Bogart ıslık çalar.
Ses elbette iki heceli zam para ıslığıdır.
G able’ın Leigh'i ya da başka bir kadını öpm esiyle Bacall'ın
Bogie'yi zorla öpm esi arasında bir fark daha var. Bogie öpüşm eyi
başlatm ıyor am a asla karşı koym uyor. O zaten uyarılm ış durum da.
M asal diyarının uyuyan güzellerinin kadınlar olduğunu unutmayın.
Kazablanka'da, Rick'in Café A m ericain’i'nde piyanist parçayı
çalm aya başlar, "Bunu H atırlam alısın". Kendisine Ilsa'yla yaşadığı
aşkı anım sattığı için bu şarkının çalınm asını yasaklam ış olan Rick
(Hum phrey Bogart) azarlam ak için piyaniste doğru koşarken onu
(Bergm an) görür. Elektrik yüklü bir an. Çok geçm eden Berg-
man'ın, "Öp beni. Son defaki gibi öp beni," dediğini duyarız.
Bogart öpmez. O nlar öpüşürler. İki eşit gibi öpüşürler, Berg­
man öne doğru eğilip onu öper, Bogart da eğilip onu öper.
Öpüşm e sırasında Bergm an yanlışlıkla Bogart'm elindeki bar­
dağa vurup düşürür ve bardak kırılır, simgesel olarak bu bize Berg-
man'ın hayatında bir şeylerin parçalandığını söyler. Rick ile sa­
vaşın yakıp yıktığı Paris'te sevgiliyken Ilsa Direniş liderlerinden
biri olan kocasının öldüğünü sanır. Şim di onun sağ olduğunu bil­
mektedir. Ö püşm e Ilsa'nın şerefini tehlikeye atar. Rick'in şerefi
чек de lekelenm cm iştir. Bir çifte standart örneği olarak, Rick'in,
tür başka erkeğin karısıyla yatm ası özellikle yanlış değildir;
140
Iİsa'nın ahlâkıysa param parça olm uştur. A ralarındaki eşitlik or­
tadan kalkm ıştır. Bu filmin içine yedirilm iş özgürlükçü ideoloji i-
çin bu çok fazladır.
Sonunda llsa'nın evet dediği am a aslında hayır dem ek istedi­
ğinin söylendiği sahne gelir. A lm anlar yaklaşırken Rick yeraltı i-
lişkilerini kullanarak Kazablanka'dan ayrılacak son uçak için iki bi­
let alır, görünüşte kendisi ve Bergm an için. H avaalanında son da­
kikada, daha yararlı bir şey yapm ış olm ak için ona kocasıyla
gitm esi için baskı yapar. D ünyanın ona gereksinim i vardır ve bu
nedenle Ilsa kendi um utlarını feda etm elidir. Ünlü öpüşm em e sah­
nesi budur işte.
Çoğu zam an Rick'in iyilik duygusunun arzularına karşı ka­
zandığı zafer, yurtseverliğinin ve şerefinin "şehvetine" üstün gel­
mesi olarak görülen şey bana hep dayanılm az gelm iştir. llsa'nın ye­
rine karar verm eye nasıl cüret eder? Filmi öğrenciyken ilk gördü­
ğüm de, küçük kadın için yaptığı seçim e ve en azından savaşın so­
nuna kadar sürecek m utsuz bir eviiliği sırtına yüklem esine çok
kızm ıştım . G eçenlerde, yirmi yıl sonra hem de bir uçakla, berbat
bir biçim de renklendirilm iş haliyle bir daha gördüğüm de yine kız­
dım. A m a o sahte, dayatılm ış fedakârlık anına kadar -B o g art'ın er­
keksi olgunluğu, Bergman'ın çocu k su lu ğ u - Kazcıblanka'nın kar­
şılıklı olarak dizginlenen tutkuyu dürüstçe kullanm ası sarsıcıydı.
R obert Coover, Kazablanka nın güldürü tarzı edebi uyarlaması
Bunu H atırlam alısın'da öyküyü çağdaş bir anlayışla yeniden an-
lalır, yansıtılm am ış ama ima edilm iş heyecanlı anları da ekleyerek.
Filmin ilk gösterim inden neredeyse yarım yüzyıl sonra yayım lanan
Coover'in oldukça kaba öyküsü dudak hareketleriyle anlatılır.
Ilsa'yı evinde bulan Rick, ("sana bu sabah geleceğini söyle­
m iştim "), "cezalandırılm ak için can attığım gösterm ek için du­
daklarını kıvırırken" görülür. Sonra Ilsa'ya transit belgeleri için
gelip gelm ediğini sorar, "üst dudağı öfke ve acıdan şişm iştir". "Bu
belgeler elim de olduğu sürece asla yalnız kalm ayacağım ." Alaycı
bir gülüş "dudaklarında dans eder".
Ilsa, "dudaklarını sıkarak", bir zam anlar birbirim izi uçurm uş­
tuk" dem eye hazırlanır. "Alt dudağı berelenm iş gibi öne fırla-
191
m ışlır"; ona gerçeği anlatır.
"Bana ne söylersen söyle sana inanm am ," der Rick.
"Dudakları geri çekilir," gücenerek. Rick ona belgeleri istiyorsa
kendisini vurm asını söyleyince Ilsa şaşırır, "dudakları şiş ve ara­
lıktır".
Am a beklediğim iz öpüşm e yerine Rick Freudcu bir denklem
kurup dosdoğru onun göğüslerine atılır hevesle, "öpm eye ya da ye­
meye: kurt gibi aç görünüyordur." Yere düşerler, birbirlerini
mıncıklayıp yoğururlar ve R ick penisini kaldırır. "Ah Tanrım ," di­
ye bağırır Usa, geriye doğru kıvrılarak, ağzı "La M arseillaise"
söyleyecekm iş gibi açık.
Rick, "İsa aşkına, bunu lanet olasıca bir buçuk yıldır sak­
lıyorum ..." dem eden önce çok, çok daha fazlası vardır.
"Bu yeşediğim en gözel silişti," Ilsa Rick'in kulağını öper.
Kırılan brendi bardağı yerine, Ilsa bidede otururken Grand Mar-
nier içer, kalanı Rick'in penisine döker ve işe başlar, "dudaklarını
büzüp ucunu öperek".
Bu feliatio sırasında Rick Paris'teki serüvenlerini anım sar - II-
sa'nın öbür fellatiolannı: biri bir sinem ada N azilerin o ay A v­
rupa'da işgal ettiği yerlerle ilgili haber film ini izlerken, öteki de, o-
tom obilde, Bois de Bologne'da kılpayı kaza yapm aktan kurtulduğu
sırada. Sonra, Ilsa'nın sırası gelir, Rick öpm eye başlarken Ilsa'nın
gerçekten ne istediğini bilir ve yine Paris'i anım sar - Ilsa'nın ken­
disini yalam asını ilk kez istediği o büyülü anı. "Öp beni, Richard,
buradan. Ö bür ağzım da seni uçurm ak istiyor."
Rick kendisinin ne istediğinden em in değildir. "Daha önce o
şeylerin hiç tadına bakm am ıştı. Başka kadınlar onu em m işti el­
bette...am a karşdık verm ek, onları em m ek - bu ona hep biraz tuhaf
gelm işti." A m a Paris'te kendini zorlam ış ve değişmişti. Ve, "Su­
ratını Ilsa'nın leziz m uhallebisine gömdü."
Film de duygusallığın yerini gerçeğin kom ik yüzü alıyor. Filmin
başlangıcındaki sim gesel öpüşm e ve sonunda Rick'in soylu bir bi­
çim de Ilsa'yı kocasına gönderdiği sahnedeki ünlü öpüşm em e cinsel
ilişkinin ve oral seksin "öpüşm elerinin" gürültü patırtısına dönü­
şüyor. Paris'teki m aceralarının büyüsü yok oluyor; büyü, sonsuz
192
aşkta, ruhların birleşm esinde değil de şim di burada, vücutların
m ııcıklanm asm da ve düzülm elerindc, belden aşağı bölgelerin
öpülm esinde ve seksin bedenselliğinde.
Pek çok film gibi -a slın d a her film g ib i- Kazablanka da buna
değinm ez.

İnsanlar Yaşadıkça'da Deborah Kerr ile Burt Lancaster'in Hawaii


dalgaları içinde öpüşm eleri G allup panteonunun üçüncü en seksi
öpüşm esiydi. Hawaii dalgalarının içinde uzanıp uzun süre çılgınca
öpüşürler. A radan uzun yıllar geçm eden bu kadar etkileyici bir
başka öpüşm e sahnesinin gerçekleşebileceğini düşünm ek çok zor.
Ö püşm e dalgalar içinde başlar. B oğulm aktan korkarlar am a bu
korkulan tutkularındandır; kum salın kenarına koşup öpüşm eye de­
vam ederler. Sahnenin doruk anında bile birbirlerinin yalnızca bel­
den yukarı bölüm lerine dokunsalar ve m ayo giyseler de, iki sırtlı
bir hayvanın varlığı hissedilir ister istem ez. K ıyıya vuran dal­
gaların köpükleri içindeki bu öpüşm e yalnızca tutkulu bir cinselliği
ve cinsel hazzı değil orgazm ı da sim geler.
Bu sahnenin fiziksel yönü olağanüstüdür, okyanusun gücü kar­
şılıklı arzuların şiddetini vurgular ve diyalogla bunun altı çizilir.

Karen : Böyle olacağını asla bilemezdim. Hiç kimse bcııi senin


öptüğün gibi öpmedi.
Warden : Hiç kimse mi?
Karen : Hiç kimse.
Warden : Seni öpen onca erkek arasında hiçbiri mi?
Karen : Şimdi, bunu hesaplamak lazım. Sence kaç tane olmuştur?
Warden : Nereden bileyim. Bana kabaca bir sayı veremez misin?
Karen : Hesap makinesiz olmaz.

Kitapta, konuşm a bir otel odasında yatakta, sevişm eden sonra ger­
çekleşir ve rahim alınm ası operasyonunun seksi ne kadar anlam sız
kıldığı (çocuk sahibi olam azsınız) üzerine üç sayfalık bir tar­
tışm aya yol açar. Tıbbi bölüm ler o kadar ayrıntılıdır ki yazarın
bunları bir tıp ansiklopedisinden kopya çektiği kolayca anlaşılıyor.

F I3Ö N /Ö pu> m c 193


Tesadüfen otel odasının okyanus m anzaralı olduğunu öğreniyoruz
- am a okyanusa bakan yok.
Kitaptaki iki plaj sahnesi o kadar önemli değildir. Yazar, seks
için yatağı tercih eder. Çıplak yüzerler ama işler iyi gitm ez ve
öpüşm e yoktur. Senaristin bu bölüm lerin cümlelerini dalgalardaki
seks sahnesine yerleştirdiğini görebiliyoruz.
Ö nce B low hole yakınlarındaki gizli, küçük kumsalı öğreni­
yoruz. W arden geçerken, "bir erkeğin bir kadını getirebileceği ha­
rika bir yer" diye düşünür. Kum sal, hayallerini gerçekleştirecek gi­
bi görünm ektedir: "H er şey harikaydı, dolunay, bem beyaz yu­
m uşak dalgalar, kayalıkların arasında ay ışığında Luhaf bir biçimde
parlayan solgun renkli kum lar, yolun kenarındaki palm iye ağaç­
larının hışırtısını taşıyan rüzgâr. Ve W arden bir term os dolusu kah­
ve getirm işti, K aren'da sandviçler, battaniye bile vardı. H er şey
mükemm eldi ve çok güzeldi."
Karen kayalıklardan inerken düşüp kolunu sıyırınca ve en iyi
giysisini yırtınca, gerçek ses verir: Cesurca. "Suya girdiler, çırıl­
çıplaktılar, kendilerini sulara bıraktılar, el eleydiler. W arden a-
m m sıyordu. sanki yokuş yukarı koşm uş gibi nefes nefese, diz­
lerinin çevresindeki suyla ve ay ışığıyla muhteşem bir m anzara o-
luşturm uşlardı. Karen üşüm üştü ve sudan çıkıp battaniyeye
sarınm ışiı. W arden o zam an her şeyden vaçgeçm iş, yaptığının ap­
talca olduğunu, kendi hatası olduğunu düşünm üştü."
K itapla öpüşm enin olduğu bir kum sal sahnesi daha vardır am a
bu soluk kesen öpüşm elerden değildir. Ve hoş, ılık bir yatak hayali
uzaktan uzağa belirir: "V erandada kim seler yoktu, W arden onu
öpm üştü, kum salda hareketsiz duruyorlardı, çok uzun zaman
geçm işti, bunun olm asını ne kadar istemişti, sonra o güzel odaya,
ikinci kattaki o hoş odaya çıktılar."
Yüzbaşının karısı ve Ç avuş W arden arasındaki zina ilişkisi, zi­
naya herhangi bir biçim de göz yum ulm asını yasaklayan Hays Ya-
saları'nın bütün kurallarını çiğniyordu. İnsanlar Yaşadıkça nm Ya-
salar'ın onayım alm a savaşı allı ay sürdü. Jam es Jones'un duygusal
rom anında o kadar sansürlenecek şey vardı ki sinem acıların çoğu
filmin asla oynayam ayacağından em indiler. Ama güç dengesi de­
194
ğişm işti. Artık, zinanın, kötüler bir şekilde acı çektiği sürece
gösterilebileceği ve yapılabileceği sessizce öğrenilm işti.
Y asalar'ın yöneticisi, "ahlâk dışı ilişkiyi kınayacak güçlü bir ah­
lâk sesi" isliyordu. Senaryo yeniden yazılarak, karısının dav­
ranışının gerekçesinin Yüzbaşı'nın sadakatsizliği ve zalim liği ol­
duğu vurgulandı. Jones'un rom anı hiç uzlaşm acı değildi; film,
geleneklere göz kırparken çok fazla boyun eğm edi. Ayrılık sah­
nesine Y üzbaşı'nın karısının evlilik dışı ilişkisinden pişm an ol­
duğunu söylediği bölüm eklendi. Boş laf.

Bazı öpüşm eler tabu olarak kaldı. Erkek baş oyuncuyu asla
öpm eyen H ollyw ood'un kadın baş oyuncuları M ae W est ve Anna
May W ong'du. B ir kuram a göre, M ae W est öylesine cinsellik sa­
çıyordu ki gerçek tem as çok fazla olabilirdi. Çinli-A m erikalı Anna
May W ong'un öpülm em esinin nedeni kesinlikle ırkçılıktı. İngiliz
filmi The R oad to Diskonoııt'âa. (1929) bir öpüşm e sahnesi
çekilm iş ancak bu trklararası aşk izleyiciyi rahatsız edebilir ge­
rekçesiyle kesilm işti.
A m erikan film lerindeki ilk ırklararası öpüşm e, Edison’ın T ü­
nelde N e O ldu? [What H appened in the Типпс1?-\90Ъ] filmindeki
kom iklik olsun diye çekilen öpüşm e olm alı. Film de iki kadın - b e ­
yaz bir hanım efendi ve siyah hizm etçisi- trende giderler. Tünelin
karanlığında bir beyaz adam beyaz kadından bir öpücük çalm ak is­
ter am a yanlışlıkla siyah kadını öper. Film, erkek yüzünü m en­
diliyle silerken, kadınlar da ona gülerken biter. Adam aptaldır ama
yalnızca izleyici filmdeki ırkçı duyguları paylaştığı için. G uess
W ho's Com ing to D inner da (1967), bir an için siyah bir erkekle be­
yaz bir kadının öpüşm esini doğrudan çekim yerine aynadan
görürüz; buna karşın film ilk oynadığında tartışm a yaratmıştı.
Sinem a endüstrisinde, Am erikan toplum unda olduğu gibi si­
yahlar bir sorun olarak ele alınırlar. Bu yüzden, sıradan aşk beyaz
yönetm enin aklına çoğu zaman gelen şey değildir; siyah yönet­
menin gündem i acil olabilir; öpüşm eyi atlar ve karakterleri yatağa
atar. Elbette istisnalar vardır ama genel olarak H ollyw ood hâlâ bir
195
W hen H arry M et Sally'ye hevesli değil.
Sunday Bloody Sunday'in (1971) sarsıcılığı sapkınlığa kay­
m am asından da kaynaklanır. Öykü, biri doktor (Peter Finch) di­
ğeri yönetici (G lenda Jackson) iki sevgilisiyle birlikle olan ve M ur­
ray H ead'in canlandırdığı biseksüel erkek tasarımcıyı anlatır.
Penelope G illiatt'ın rom anında seks sahnesi yoktur am a filmin
yönetm eni John Schlesinger iki erkeğin öpüşm esinde ısrar eder.
Head Finch'in evine gelir ve m erhaba öpücüğü verir. İki erkek
yıldızın arasındaki öpüşm e, her gün olan bir şeym işçesine can­
landırılır. Schlesinger şöyle dem işti: "İki sevgili gibi tutkuyla sa­
rılıp öpüşm elerini am a çok da abartm am alarını istedim. Yaptıkları
her karşılaştıklarında olan bir şeym iş gibi yapılm alıydı. K orkunç
iştahlarını bir yolunu bulup pis dudaklarıyla doyuran karanlık in­
sanlar olm am alıydılar. H er şey m erhaba canım , öğlen yem eğinde
ne var, ya da akşam yem eğinde ne var, gibiydi." O tuz yıl sonra, yi­
ne bir üçlüyü anlatan F ren d i Tw ist iG azon M audif'm sonunda lez-
biyen ilişki artık doğal bir görüntüydü.
Benim Güzel Ç am aşırhanem [M y Beautiful L aundrette-1985]
Filminde, beyaz bir erkekle siyah bir erkek bir sokak lam basının al­
tında ve çam aşırhanede öpüşür. Biri ağzından öbürünün ağzına
şam panya akıtır. Irklararası ve eşcinsel öpüşm eleri iki tabuyu
çiğner. Dağıtımı geniş de olsa, film bağım sız bir şirket tarafından
yapılm ıştı. M asrafını karşılayacak küçük bir bütçeyle yapılabilm iş
olsaydı yaklaşık on yıl sonra P hiladelphia'nın yakaladığı şanstan
daha fazlasını elde edebilirdi. AIDS bariyerini aşan film bir­
birlerine sarılan ve dans eden erkekleri gösteriyordu, eşcinsel i-
lişkiler konusunda cesurdu am a Tom Hanks'ın dudaklarının A n­
tonio Banderas’ın dudaklarıyla buluşacağı an bir baş araya girip
sahneyi kapatmıştı. İzleyici için bu yasak bölgeydi.
Daha m asum ve bizim kinden daha az cinsel korkuların ya­
şandığı bir çağda, M asum iyet Çağı [The A ge o f Innocence] M artin
Scorsese gibi bir yönetm enin ilgisini asla çekm ezdi. Y irm inci
yüzyılın kent cangıhnın kötü sokaklarını ve A IDS ikilemini
bırakan Scorsese, bizi Edith W arton'un 1870'lerin N ew York'unu
anlattığı şatafatlı dünyaya götürür. Şaşırtıcı bir biçim de, bu kibar
196
ve sıkıcı çevrede Scorsese porselen dükkânındaki azgın boğa de­
ğildir. Y önetim i altındaki Daniel D ay Lew is ve M ichelle Pfe-
iffer’m, m afya kuralları kadar acım asız olabilen üst sınıf toplumsal
kurallarının ayrı düşürdüğü bu sevgililerin ço k az fırsatları vardı a-
m a bunu en iyi biçim de değerlendirdiler. Film in en önem li sah­
nesinde, Day Lew is Pfeiffer'in eldivenli elini öper.
G eleneklerin baskısıyla daha ileri gidem eyerek, sosyal ba­
kımdan güvenli olan aşklarını yoğunluk ve arzuyla doldururlar.
Öpme, aynı zam anda güvenli bir seks m elaforu olur.
AIDS canavarı, dikkatten doğan yeni bir rom antik bilinç yarattı.
Artık insanlar yatağa atlam adan önce birbirini tanıyor. İşleri a-
ğırdan alıyorlar. G ünüm üz Filmlerinde giderek sıklaşan bastırılm ış
cinsellik tem ası ve kadınlar için aşırıya kaçm ayan erotik filmlerin
çekilm esi, Slow H and gibi derlem elerde olduğu gibi, cinsel i-
deolojiim izdeki bu değişim in yansım alarıdır. B askılarıyla öne
çıkan dönem leri ele alan H oward's E nd ve M asum iyet Çağı gibi
film ler, sınırlanm ış hatta dizginlenm iş cinsellikleri anlatıyor.
D ört Nikâh B ir Cenaze'de [Four W eddings and a Funeral],
çekingen İngiliz erkek kahram anla cüretkâr A m erikalı kadın kah­
raman bir düğünde tanışır. İlk fırsatta kadın erkeği oteldeki odasına
davet eder am a erkek ilk öpüşmeyi erteleyecek laflar bulur. İşleri i-
İcrletmek için sonunda erkek (Hugh G rant) kızın (Andie M cD o­
well) peşinden odaya gittiğinde, kız yatağın kenarına oturur fallik
karyola direğini kavrayıp öpüşm eden söz eder. "Gelinle damadın
kilisede öpüşm ediğini fark ettim , bu pek tuhaf. Benim geldiğim
yerde öpüşm e büyük bir şeydir."
İngiltere'de de büyük bir şeydir. Y alnızca biraz yavaş ilerler. İn­
sanlar birbirlerini kızdırdıktan sonra öpüşürler. Sinirli, m eramını
anlatam ayan takılm aları, neredeyse tam yüzyıl önce Cyrano de
Bergerac'daki öpüşm e üzerine tum turaklı tartışm ayı akıllara ge­
tiriyor:

Nedir ki buse? Biraz daha yan yana.


Yapılan bir vaattir...Yemindir kanmayana.

197
Bir itirafın candan bir delil bulmasıdır,
Sevişmek mastarının gül pembe noktasıdır*

C yrano da aşırı terbiyeli b ir dünyada yaşıyordu, insan yakınlıktan


ve seksten korkuyor ve bu yüzden erteliyordu.
Yönetm en A nthony M inghella sinem ada öpüşm eyi çekm enin
güç olduğunu, öpüşm enin izleyiciyi dışarıda bıraktığını ve film ­
lerde çok fazla öpüşm e olduğu için anlamlı bir öpüşm e yaratm anın
çok zor olduğunu söylüyor. "Eğer herhangi bir bedensel eylem var­
sa," diyor, "anlam larını pekiştirm ek için bunları bir şekilde tu­
haflaştırıyorsunuz."
M inghella'nın yazıp yönettiği ve 1990'lann en rom antik film ­
lerinden sayılan Truly M adly D eeply'âe, Juliet Stevenson ölen sev­
gilisi Alan Rickm an'ın ardından o kadar acı çeker ki sevgili geri
döner. Ö püşm eleri uzun bir öpüşm edir ve duyulabilir bir şapırtıyla
şu sözlerle biler: "D udakların biraz soğuk."
Bu, büyülü ölüsevicilik kadar büyülü bir gerçekçilik olm asa da
sağlıklı bir şey olarak görm eliyiz. K ocalarım özleyen ölüsevicileri
sevm ek, görünüşle, loplum ca tam am en onaylanan bir şey.

* Cyrano de Bergerac, Edmond Rostand, Çev: Prof. Sabri Esat Siyavuşgil,


Remzi Kitabevi, 7. Basım 1995. (ç.n.)

198
e
i 950 yılının 1 Nisan G ünü, L ife dergisinin foto m uhabiri so-
I kakta öpüşen iki sevgilinin resm ini çekm işti. Sonraları, bu
deklanşör çıtırtısı bir tür kültürel donuk kare, aşkm popüler i-
konografisinin belirleyici bir anı olarak kabul edilecekti. G ö­
rünüşte, Paris'in koşturm acasm a aldırış etm eden, çevrelerinde ne o-
lursa olsun, sevgililer yalnızca birbirlerini hissediyor gibidir.
Erkek, kadının ona dönük yüzüne eğilirken, tutkudan gerilm iş boy­
nunu gevşek bir atkı örter. Kadının bedenindeki bütün kaslar er­
keğe doğru fırlam ış gibidir.
Pek az kişi adıyla bilir am a m ilyonlarca insan bu fotoğrafın
kopyasını bir yerlerde görm üştür. Son on yılda birkaç m ilyon kişi
kartpostal ya da poster boyundaki kopyasını duvarına asmıştır. City
H all'de Ö püşm e / Le B asier à l'H ôtel de Ville, Robert Doisne-
201
au'nun bu en ünlü fotoğrafı, Paris'in rom antizm ini sim geler. Çok
sık basıldığı için fotoğrafın bir klişe haline gelm iş olm asının pek
önemi yoktur. Rodin'in yaygın ününün bir nedeni de Öpüşme adlı
heykelinin pek çok kopyasının yapılm ış olm asıdır; hepsi de bir
reklam işlevi görüyor. D oisneau'nun fotoğrafı, erotik öpüşm enin
en ünlü simgesi olarak Rodin heykelinin yerini alm ıştır muhtemelen.
D oisneau'nun, küçük kadına doğru eğilen baskın erkek fo­
toğrafını bütün dünyada üniversite öğrencilerinin duvarlarına as­
m ası, aşkla ilgili kavram larım ızın posterin duvara çakılm ası gibi
geçm işe çakılı olduğunu gösteriyor. Rodin'in heykelinde de ka­
dının boynu yukarı doğrudur. Bu yalnızca anatom inin kadere
dönüşm esi örneği mi yoksa daha ufak olan kadının yukarı doğru u-
zanm ası mı? Ya da erkeğin kadına öpücüğü ihsan etmesi ve ka­
dının öpülm esiyle ilgili bir şey mi, erkek heykeltıraşa, erkek fo­
toğrafçıya ve yığınlara çekici gelen?

H er nasılsa, Jean-Louis ve D enişe Lavergne’nin fotoğrafla kar­


şılaşm ası için otuz şekiz yıl geçti am a onu 1988'de Fransız haftalık
televizyon dergisi Teleram a'm n kapağında gördüklerinde ken­
dilerini tanıdıklarını düşündüler. 1 Nisan 1950'de fotoğraf çekil­
diğinde Rivoli C addesi'ndeydiler ve bunu kanıtlayacak bir günce­
leri vardı. O gün giydiği ceket ve etek hâlâ M adam Laverne'deydi
ve M ösyö o gün taktığı atkıyı tanıdı, bu kız kardeşinin Noel'de ar­
m ağan ettiği atkıydı. D oisneau'yu arayıp fotoğraftaki çift ol­
duklarını bildirdiler. Doisneau'nun çok tatlı olduğunu ve onlara
"Artık benim adem densiniz" dediğini söylediler. D oisneau her yıl
beş rakam lı bir gelir elde ediyordu; onlara hiçbir şey önerm edi.
O nlar da bir şey istemediler. İlk başta.
Aşkın tarihinin bir parçası olm ak onları mutlu etm işti. D o­
isneau'nun işiyle ilgili bir televizyon belgeselinde yer aldılar am a
oynadıkları bölüm ler kurgu odasında yerlere düştüğünde, ya­
şam larının en rom antik anının ayaklarının altında kalm asından
büyük üzüntü duyduklarını söylediler. Efsanedeki çift olduklarını
kanıtlayıp çalıntı öpüşm eyi geri istem ek üzere m ahkem eye git­
202
meye karar verdiler. Fransa'da 1985’te kabul edilen özel yaşam ya­
sası uyarınca, görüntülerinin fotoğrafçı tarafından çalındığını iddia
ederek tazm inat olarak pek çok frank istediler.
Bunun üzerine Françoise Bom et adlı bir oyuncu zam anın ne­
gatiflerinden fırlayarak fotoğraftakilerin kendisi ve o zam anki sev­
gilisi olduğunu söyledi. Poz verm eleri için biraz para almışlardı.
Şimdi hem daha fazlasını, hem de gelecekteki basım lardan yüzde
isteyerek dava açıyordu. B irlikte poz verdiği erkek işe karışmadı.
Olayda pek çok şey tehlikedeydi: Lavergnes'lerin rom antik mi­
rası; fotoğrafın gerçek bir anı yakalam ış olduğuna inanan m il­
yonlarca insanın inancı; her fotoğraf çekişlerinde, ister bir bom ­
bardım anın ortasında, ister bir barda, imzalı bir izin kâğıdı alması
gerekecek fotoğrafçıların geçinmesi.
D oisneau'nun fotoğraflarından sorum lu ajans, onların söyledi­
ğinin özgün fotoğrafın kontaklları olduğunu öne sürdü. Bir kafede
ya da bir sokakta çekilen fotoğrafların birkaç versiyonu da g ö s­
terildi. Ünlü Am erikan savaş fotoğrafı Iw o Jim a'da yükselen bay­
rak gibi bu aşk belgesi de önceden ayarlanm ıştı. Paris mah­
kem esinin verdiği karar, L avergnes’lerin fotoğraftaki çift olmadığı
yönündeydi. Ö püşm e onlardan çalınm am ıştı; paralan ödenm iş mo­
dellerden satın alınmıştı.
İkonun, yakalanm ış içten aşk olduğu inancının bir yanılsam a ol­
duğu kanıtlandı. G erçeğe benzeyiş, gerçeğin dış görüntüsü, sa­
natsal yanılsam aydı karşılık verdiğim iz ve karşılık vereceğim iz.
Ama davanın duyulm asıyla daha çok sayıda kişi fotoğraftan ha­
berdar oldu. Bu posterlerin sökülüp atılacağım düşündürecek hiçbir
neden yoktu.
Bütün sanatların içinde özellikle fotoğraf sanatı taklitler ve kop­
yalar kültürü içinde yaşadığım ız olgusunu ortaya koyuyor. Rodin
ve D oisneau'nun ikonlarında, sahicilik duygusu, hâlâ sanatta kural
olm ayan bir biçim de kaybolm uştur; heykel ve fotoğrafı, Fransız
yazar Baudrillard'ın hipergerçek dünya, taklidin hipergerçekliği de­
diği olgunun içine sokacak bir biçim de. Londra'da Tate'deki
Rodin'in büyük, m erm er Ö püşm e'si izleyiciye gerçek gibi gelir.
Peki, o zam an Paris'teki R odin M üzesi'ndeki ya da başka yerlerde
bulunan öbürlerine ne dem eli? H eykeli gerçekten görm üş olan in­

203
sanlardan çok daha fazlası için gerçek Rodin Öpüşme'si bilgisayar
ekranı ya da bir kitaptaki iki boyutlu resimdir. Yoksa gerçek Ö püş­
me, pek çok insanın dudağını değdirdiği; 1995 tarihli İngiliz posta
pulu mu? A m a pulda heykel kırpılm ıştı; belden aşağı olan bö­
lümde bir şey kalm am ıştı. Aşırı laubalilik saygısızlık doğurduğu i-
çin, çok sayıda kopyalanm ası Rodin'in Öpüşm e sini bazı insanların
gözünde kötü sanata, kiçe dönüştürdü. Rodin'in de heykeliyle ilgili
bazı kuşkuları vardı.

İşçiler büyük m erm er heykeli işlikten çıkarıp avludan geçirirken


Rodin heykeli gün ışığında inceliyor, gri-m avi gözleri, birbirine sa­
rılm ış, dudakları birleşm iş öpüşen iki çıplak figürün çizgileri
üzerinde dolaşıyordu. 1898'de Paris Salon Sergisi'nin açılışına yal­
nızca birkaç gün vardı, gerçek insan boyutlarından daha büyük
olan Öpüşme (Le Baiser) adlı heykeli, yedi bin sanat yapıtıyla bir­
likte orada sergilenecekti. Rodin beyaz m erm ere gözünü dikip bak­
tı ve hüküm verdi: "M erm erim in gücünden hoşnuttum. Ama yıllar
geçtikçe, nedense biraz yum uşak olduğu duygusuna kapıldım."
Öpüşm e'yle birlikte Rodin Balzac ı, yaptığı en iyi iş olduğuna i-
nandığı, o büyük adam ın m ütevazı portresini de sergiliyordu.
Ancak, Başkan Salon'a geldiğinde Rodin'i Öpüşme için kutladı ve
tartışm alı Balzac'ı görm eden geçip gitti. K ilise yasalarındaki yeri i-
çin çok savaşması gerekm işti am a Öpüşm e artık Cum huriyet'in
Başkanı'nın onayını alm ıştı.
Kısm en Balzac olm adığı, kısm en bir hüküm et siparişi için çok
açık saçık olduğu, kısm en de pek çok kişi aşkın yüce olduğunu
düşündüğü için, Rodin'in en erotik heykeli olm adığı gibi en iyisi
de olmayan Öpüşm e bir yirm inci yüzyıl kültür ikonu haline geldi.
Batı kültürünün en ünlü heykel öpüşm esi en yanlış anlaşılm ış o-
lanıdır da. Öpüşme çok sayıda insanı sarsm ış, şaşırtm ış ya da
hoşnut bırakm ıştır am a bunların çoğu heykelin am acını ve an­
lamını yanlış değerlendirm iştir ve R odin’in oym a işinin pek azını
kendisinin yaptığı da bilinm ez. Bu birbiriyle kaynaşm ış m erm er a-
ğızlar insanlığın bütün arzularını mı özetliyor? Rodin'inki öpüş­
204
melerin öpüşm esi mi?
Ressam B enjam in C onstant kesinlikle öyle düşünüyordu. "Nasıl
da bir başyapıt" dem işti L e Figaro'da Salon'da gördükten sonra.
"M erm er daha önce hiç bu denli canlı görünm em işti. H içbir Öpüş­
m e iki insanı bu kadar güzel birleştirm em iş ve hiçbir kucaklaşm a
da bu denli heykelce olm am ıştır. Bu bir sanatçının yüreğinin de­
rinliklerinin dışavurum u."
A caba öyle miydi? "Ö püşm e'deki sarılm anın yeterince iyi ol­
duğuna kuşku yok, am a benim için bir anlam ı yok,” diye itiraf et­
mişti R odin. "Tem a akadem ik gelenek içinde işlendi." Heykel
ekm ek parası için yapılm ıştı.
H ayranları yapıtı, idealize edilm iş bedenler ile gerçekçi sek-
siliğin dengelenm esi olarak görüyor. H eykelin en ilgi çeken ya­
pıtlardan biri olduğu T ate’dcki rehberlerden biri yapıtın "G ücü” di­
yor, "çiftin vücutlarının betim lenm esindeki yüksek oranlı ideali-
zasyon ile aynı orandaki erotizm arasındaki güzelce düşünülm üş
dengeden kaynaklanıyor."
Bu aslında daha çok, para ve şehvet arasındaki dengelem e ey­
lemiydi. "Etin şairi, şehvet düşkünlüğünün heykeltıraşı" kendisini
bu ilk siparişi kabul ettirm eye kilitlem işti. K opya siparişleri gel­
dikçe heykel bir para m usluğu olm aya başlam ıştı. Küçük büyük
heykellerin hiçbiri Rodin tarafından yapılm ıyordu. Özgün heykelin
kilden m odelini yapm ıştı. Rodin'in çok sayıda yardım cısı vardı.
Önce Ö püşm e'nin birbirine sarılm ış iki figürünü Cehennem K apıla­
rın ın [Gates o f Hell\ yarım kabartm ası olarak yarattı; Cehennem
Kapıları yıllarca üzerinde çalıştığı, onlarca heykelle süslü bir ka­
pıydı. 1882'de, Ö p ü şm eyi norm alin yarı boyutunda, kilden bir hey­
kel olarak bitirdi. Kil ıslak tutulm azsa çatladığı için Rodin'in bütün
heykellerinin daha kalıcı m alzem elere dönüştürülm esi gerekiyordu.
Böylece Ö püşm e'nin tunç döküm ü yapıldı. Rodin tunç ve alçıyı
m erm ere yeğliyordu çünkü kalıplar özgün kilin heykele yaşam ve­
ren kaba yüzeyini bünyesinde saklıyordu. Ama zengin ko­
leksiyoncuların çoğu cilalı beyaz m erm eri tunca yeğliyordu. Halkın
beğenisinin hakem leri de öyle. Onları m em nun etm ek için Rodin
uygulayıcılar tutup oym a işlerini yaptırdı ve kendisi her m erm er
205
heykelin son rötuşlarını yaptı, çoğu zaman im zasından birazcık
fazlasını oydu.
L887'de Fransız hüküm eti, İtalyan m ermeri verip Ö püşm enin
doğal boyutlardan büyüğünü sipariş edince Rodin heykeli oyması
için m erm er uzmanı Jean Turcan'ı işe aldı. Bu, 1898'de bitip
Salon'da sergilenen ve bugün Paris'te Rodin M üzesi'nde olan hey­
keldir.
Rodin, Ö püşm e'nin m aketi üzerinde çalıştığı yıllarda, arka ce­
binde Dante'ııin İlahi Komedya'sıyVd geziyor ve sürekli o iinlii sa­
tırları okuyordu: "Bir gün ikim iz, zevk için, Lancelot'un nasıl sev­
giye tutsak olduğunu okuyorduk. O güzel gülüm sem enin böylesi
bir sevgili tarafından nasıl öpüldüğünü okuyunca, titreyen ağzımı
öptü. O gün daha fazla okum adık." İşte o kararsız an Rodin'in be­
tim lediği an. H eykelde, şaşkın Paolo'nun hâlâ sol elinde tuttuğu ki­
tap görülebilir.
Rodin, Dante'nin kitabının, çıplak figürlerin erotik pozlarda
canlandırm ak için iyi bir klasik gerekçe sağladığı ilk sanatçı de­
ğildir; Dante'nin de, Paolo ve Francesca öyküsünü seçerek sözüm
ona saygıdeğer bir konuyu aynı am aç için kullanm adığını kim
söyleyebilir? Şairler inceliksiz bir tür. Öte yandan,, bilginler,
şairlerin her şeyine inanır; T a n n ’yı kadınlardan daha çok sev­
diklerine bile. En azından R odin, Hıristiyan Dante'nin anlam ını
bozdu. En kötüsü, Dante'nin yaptığının aynısını yaptı.
Dante'yi büyük bir nimet olarak gören Rodin. kendisine her za­
man yöneltilen ahlâksızlık suçlam alarını savuşturdu. Rodin'in
vücut saplantısı vardı. Figürleri Tanrı'm n yasalarına değil etin ya­
salarına uyuyordu. R odin'i çeken, D ante'nin Hıristiyan inancından
çok, kaba gerçekçiliğiydi. Rodin için, yapıtların isme gereksinim i
yoktu, kendi bedenlerini biçim lendiriyorlardı; ama katalog ve sa­
tışlar için isim gerekliydi. Edebi isim ler kullanm ası cinsel te­
malarına m eşruluk kazandırıyordu, tum turaklı kültürel adları ol­
masaydı bayağı ilan edileceklerdi; erotik olan, edep çizgisini aşıp
pornografiye kaym ış sayılacaktı.
Yüzyılın en büyük heykeltıraşının kendi burnunun doğrultu­
sunda gittiği söylenir am a Rodin bir özür göstermez. Ziyarete ge­
206
len İngiliz ressam W illiam R olhenstein'la bir akşam bahçede
yürürken Rodin Sen N ehri'ne ve uzaklardaki Paris m anzarasına ba­
kar ve der ki, "K adınları çok fazla düşündüğüm ü söylüyorlar."
"Â det olduğu üzere halden anlar yanıt verecektim ama ne kadar
anlam sızdı," diye anım sıyor Rothenstein, "Rodin bir an düşün­
dükten sonra, 'Ama, yine de onları düşünm ekten daha önemli ne
var ki?' diye ekledi."
Rodin bir keresinde arkadaşı Judith C ladei’e, "Sevgililer ken­
dinden geçm iş aptallardır, asla kendilerini tutam azlar," demişti.
Ö püşm e’nin betim lediği şeyin insanın kendini tutm a çabası olması
tuhaf. Genel olarak büyük tutku anının, gerçekte aklın m antığa ye­
nik düşm esinden önceki an olduğu düşünülür. Erkek figür dik o-
turur, kendini sıkar, kendini tutar. Bu kendini tutuş R odin’in
işlerinin temel özelliklerinden değildir. Paris’teki Rodin M üzesi'nin
eski m üdürlerinden M arie Laurent'in söylediği gibi. Öpüşme
Rodin'in en ünlü, am a en az tipik olan yapılıdır. Rodin M üzesi
hiçbir şeyi dizginlem eyen erotik heykellerle dolu.

1900 yılında, U niverselle Sergisi sırasında Rodin, cüretkârca kendi


dev sergisini düzenledi: en az 165 heykel, bir oda dolusu çizim ve
dev Cehem ıem 'in Kapıları. O zam anlar hâlâ bir heykeltıraşın kendi
retrospektifini düzenlem esi alışılm ış bir şey değildi ve çoğu zi­
yaretçi bunun resmi serginin bir parçası olduğunu sanıyordu:
Rodin'e ayrıcalık tanınm ıştı, oysa o kendi borusunu öttürüyordu.
Rodin Sergisi'ne giriş hafta içi bir frank, cum a günleri beş
franktı. G irişin ücretsiz olduğu pazar günleri izdiham yaşanıyordu.
Rodin çoğu zam an oradaydı ve O scar W ilde dahil pek çok kişiye
yapıtlarını gösteriyordu salonda. C ezaevinde yattıktan sonra pek
çok kişinin ilişkisini kestiği W ilde, Rodin'in "m erm er düşlerine"
hayran kalm ıştı. Deyiş, Baudelaire'in Ö püşm e nin kaidesine o-
yulm uş şiirinden geliyordu. G österiyi görm ek için ödenen m il­
yonlarca franka karşın Rodin serginin sonunda ağır borca girdi. Ve
Kopenhag'dan, DanimarkalI bira üreticisi ve koleksiyoncu Cari Ja-
cobsen'in siparişi ilaç gibi geldi; birkaç heykelle m erm er Öpiiş-
207
m e'nin kopyasını istiyordu.
Bir hafta sonra Am erikalı koleksiyoncu Edward Perry War-
ren'dan bir sipariş geldi. Eski bir Boston ailesinden gelen klasik e-
debiyatçı W arren eşcinseldi ve İngiltere'de yaşıyordu. A m erika’nın
kaybı Londra'nın kazancı olacaktı. Tatc'dc sürekli olarak sergi­
lenen W arren'in Ô piqm e'si Fransa'dakinden biraz büyüktür am a di­
ğer yönlerden tamam en aynıdır, penis dışında. Anlaşm ada, "er­
keğin cinsel organı bütünüyle gösterilecek" maddesi vardı. Paris
m erm erinde, kabarıklık olm ası gereken yerde hafif bir yassılık var­
dır. Gerekçesi edebe uygunluk olan bu hadım etme eylemi
Rodin'in atölye sinde büyük bir eğlence kaynağı olm uş olm alı. "Ya-
pabilseydim ," der Rodin, "erkeklik organını gösterirdim."
Paris m erm erinde bir hata var; arkadaki oyuk gözle görünüyor.
W arren, heykel için iyi m erm er satın alınm ası am acıyla normal fi­
yatın üç katı para ödem eye ikna edilm işti. A m a Turcan öldüğü için
W arren'm Ö püşm esi bir başka uygulayıcı olan Rigaud tarafından
oyuldu.
1914 yılında, W arren, Lew es kentinin belediye sarayında dört
tonluk Öpüşme nin sergilenm esini sağladı ve İngiliz kentinin
R odin'i sonsuza kadar orada tutacağını umdu. Am a Lewes'daki pek
çok kişi heykelin ahlâka aykırı olduğunu düşünüyordu. B e­
lediyedeki konserlere gelen askerleri baştan çıkaracağı kaygısıyla
konsey heykelin üstünü, siyah kum aşla örttü. H eykel 1917'de War-
ren'a geri döndü ve 1928'de ölene kadar evinde, gözlerden uzak
kaldı. W arren onu B oston'a verm eye çalıştı. M irasçıları Kansas
City'ye satm aya çabaladı. Sonra, Amerikalı sanat koleksiyoncusu
I-Iuntingion Hartford'un zam ansız önerisi W arren'm mirasçısının
kızı tarafından reddedildi. Kadın heykelin İngiltere'de kalmasını is­
tiyordu ve Hartford'u Savoy'da görm eye bile gitm edi: "Tam da sa­
vaş sonrasıydı ve giyecek uygun bir şeyim yoktu." En sonunda
Öpüşme Tate tarafından satın alındı. DanimarkalI Ö püşm e şimdi
Kopenhag'daki Carlsberg G lyptolek'te. Dördüncüsü de Rodin'in
ölüm ünden sonra Philadclphia'daki Rodin M üzesi için yapılm ıştı.
1898 salon sergisinden tam yüzyıl sonra, bir nisan günü,
Paris'teki Ö püşm e'ye bakarken Amerikalı bir aııne-kız geldi. Kız
208
cesurca, anneyse utanarak seyrediyordu. "G aliba çok namusçu-
yunı," dedi kadın. Bir film de bir aşk sahnesi gören bir insanın u-
lanabileceğini düşünm ek çok güç. Am a sonra fark ettim ki film ler
üç boyutlu değil ve dokunacak kadar yakın değilsiniz.
Ö püşm e'den hâlâ utananlara en iyi yanıt Rodin'in arkadaşı Bes-
nard'ınki. 1898'de koparılan yaygaraya şaşıran Besnard'dı. "Am a
elbette yalnızca poz veren iki model olduklarının farkındasm ızdır.
Bu iki sevgili hiç yatm adı ve böyle bir arzuları da hiç olm adı!" de­
mişti. Yarım yüzyıldan daha fazla bir süre sonra, heykelin erkek
modeli Libero N adonne gerçekten hiç um ursam adığını söyledi ama
kadın m odel C arm en’le Rodin ilişkiye girm işti.

Brancusi Rodin'inki gibi işlere alaycı bir biçim de "biftek" diyordu.


R odin, bir heykeli yarı yontulm uş bırakm asıyla biliniyordu am a
Brancusi (1867-1957) daha da ileri gitm işti. Onun Öpüşme'si hep­
sinin ötesinde, dikdörtgen b ir taş bloktu. Onun sevgilileri göz göze,
dudak dudağa, kolları birbirine dolanm ış ve heykelin içine oyul-
m uştu, dışına değil. Onlarınki m odem dünyanın kucaklaşm asıydı.
Brancusi Rom anya'dan Paris'e gerçekten de beş parasız geldi ve
Paris onun bir heykeltıraş olduğuna karar verene kadar bulaşıkçılık
yaptı. 1907'den başlayarak Ö püşm e'nin çok sayıda benzerini üretti.
Hiçbirinde insanoğlunun şehveti duyum sanm az. Onun heykelleri
düşüncenin sim geleridir, bir öpüşm enin duyguları değil. Karşılıklı
ilişki ve kaynaşm a im geleridir ama bir ölçüye kadar tutkudan yok­
sun görünürler. Brancusi erotik aşk ve huzuru birleştiren bir sim ge
olarak öpüşm enin gücüne gerçekten inanm ıştır; öpüşmenin sürek­
liliğini duyum sam ışım
Brancusi'nin ilk Öpüşme uyarlaması m utsuz bir aşk yüzünden
intihar eden T atiana Rashevvsky'nin M ontparnasse M ezarlığı'ndaki
kabrine konm uştu. Kadının heykeli sipariş eden ailesi yapıta hay­
ran kalm adı am a Brancusi onu değiştirm edi; bir aşk şehidi için çok
uygun olduğunu düşünüyordu. Sonraki uyarlam alar manevi aşka
ve dünya barışına adanm ıştı.
Rodin'inkinin tersine Brancusi’nin Ö püşm e'si ekm ek parası için
FI4ÛN/Öpûjme 209
değildi. Kasların çalışıp didinm esi Rodin'in taşına yüreğin büyük
canlılığını verm işti. Brancusi'nin yalınlaştırılm ış formları asli olan­
la ilişkisini yitirm işti. Bunlar Rodin'inkinden daha zevkli am a daha
az tutkuluydu. Brancusi'nin Ö püşm e'si erotik ikon olmadı.
Am a D oisneau'nun fotoğrafı ve Rodin'in heykeli oldu. H er iki
yapıt da Paris'le yaratılm ıştı, onlarla ve öpüşm enin niteliğiyle ilgili
karar orada verilm işti. Ama Paris'in ünlü kararının kentle hiçbir il­
gisi yok. Öykü İlyada'da geçiyor.

210
с
roya Kralı'mn yakışıklı oğlu Paris'ten üç tanrıçanın en
O güzelini seçm esi istenir. Paris de bunu kabul edecek kadar
aptaldır. R üşvet olarak A thena savaşta zafer, H era servet ve güç,
Aphrodite ise dünyanın en güzel ölüm lü kadınını önerir. Belki
rüşvet yüzünden belki de gerçek olduğu için, Paris en güzellerinin
Aphrodite olduğunu söyler ve öbür iki tanrıçanın düşm anlığını ka­
zanır.
A şk tanrıçasının koruması altında Y unanistan'a yelken açar, o-
rada Sparta K ralı M enelaus ve karısı nam lı güzel H elena'nın ko­
nuğu olur. Ç ok geçm eden Paris ev sahibesini kendisiyle birlikte
T roya’ya kaçm ası için kandırır.
Paris'in öldürüldüğü ve T roya'nın yanıp yıkıldığı on yıllık sa-
213
vaşın ardından H elena M enelaus'a döner. K ocasının teknesine bi­
nerken öteki Y unanlılar onun "binlerce gem iyi suya indiren"
güzelliği karşısında soluksuz kalırlar. B ir kadın için savaşm ak
çoğuna iyi bir fikir gibi gelm em iştir am a artık bunun nedenini an­
larlar. Y üzyıllar sonra, erkekler hâlâ onun güzelliği karşısında so­
luksuz kalır: "Tatlı H elena, beni bir öpücükle ölüm süz kıl!"
A m a H elena buna değeceğini düşünüyor m uydu? Sara Teasda-
le’in Troyah H elena'sı [Helen o f T ro y -1911] öyle düşünm üyordu.

Beni sevdiğini biliyorum ama.


Bu gece yüreğim hüzün dolu.
Öpüşleri o kadar da muhteşem değil,
Bütün rüyalarım gibi.

O ysa, çoğum uz için gerçeklik her hayalden daha hoş, daha tatlıdır.
Ö püşm e öpüşm e olarak, kendi içinde bir şey olarak gerçekten de
olağanüstüdür. Bedeni ürpertip cinsel organları alevlendirir. Şeh­
vetle birlikte aşk dediğim iz her ne ise onu da yaratır. Roger Scru-
ton C insel A rzu d a , uyarılm anın duyguya değil, düşünceye tepki ol­
duğunu ileri sürüyor. Başka insanın bedenselliğine değil, o insanla
ilgili düşüncenize karşılık veriyorsunuz, diyor. Bir nokta dışında
elbette hatalı: pek azım ız bir ya da iki kereden fazla bir bedenle ya­
tıyor - ya bizim insanım ız olur ya da bir başkasına gideriz.
A m a insanları mı öpüyoruz yoksa dudakları mı? Ya da ger­
çekten tam am en bir başka şeyi mi öpüyoruz? A ğzın dudakları va­
jinanın dudaklarının reklam ı mı? Ağzın nem li, tükürüklü iç böl­
gesine açılan dudaklar yalnızca vajina dudaklarının dublörü mü?
D udakların evrim sel billboard olduğu yönündeki tartışm alı sav­
lar böyle gidiyor. Dişinin seks isteyip istem ediğini öğrenm ek is­
teyen şem panzenin onun cinsel organına bakm ası yeter; dişi
kızışm ışsa, irileşm iş, kızarm ış ve belirginleşm iş cinsel organı i-
lişkiye hazır olduğu işaretini verir. Jane G oodall notlarında şöyle
yazm ış: "Flo, David G reybeard ve G oliath'la birlikte kam pa erken
döndü. K ızışm asının ikinci günüydü ve her iki erkek de tek bir
muz bile alm adan onunla çiftleşti." Flo'nun şişm iş cinsel organı o

214
kadar canlı bir pem beydi ki ağaçlardan ve geniş vadide bir ki­
lom etre uzaklıktan bile görülebiliyordu.
Billboard görüşünün yandaşlan, insanlar ayakta durm aya baş­
layıp gül rengi şişmiş vajina dudakları görünm ez hale gelince, do­
ğa bunun yerine taklit dudakları koym ak zorunda kaldı, diyorlar.
Hayvanbilim ci Desınond M orris, vajina dudaklarının insan dudak­
larının atası olduğu görüşünün yaratıcısı değil, am a savunucusu.
M orris, erkeklerin de dudakları olm asının konuyla ilgisi olmadığını
söylüyor. M orris’in m eslektaşlarının çoğu görüşün tam am ına karşı.
İnsan dudaklarının çiftleşm e değil, beslenm e işareti olarak ev­
rikliğini söylüyorlar.
Ama doğa bu eşitlem eyi yapm adıysa M adison Avenue ve
Holly-vvood kesinlikle yaptı. M arilyn M onroe'nun, daha sonraki
film lerinde de taklit ettiği, açıp büzdüğü dudakları en iyi por­
nografilerde görülüyor. En ünlü M arilyn fotoğrafı, Yaz Bekârı
[Seven Year Itc h -1955] film indeki, bir m etro m azgalının üzerinde
dururken aşağıdan gelen sıcak havanın eteklerini kasıklarına kadar
havalandırdığı sahnenin görüntüsüdür. Dudakları ve bacakları da­
vetkâr bir biçim de ayrıktır. Erkek seyirci üzerinde bıraktığı etkiden
tam am en habersiz gibi görünür. Film eleştirm eni John Russel T ay­
lor, resm in "Bütün yirm inci yüzyılın en evrensel olarak bilinen, a-
nında tanınan imgesi" olduğunu düşünüyor ve neden bu kadar et­
kili olduğunu da m erak ediyor. B acaklar aralanm ış, sıcağı
hissediyor. H azırlanm ış dudakların da çifte am acı var; Andy W ar-
hol'un ipek kum aş üzerinde M arilyn im gesinde de aynı amaç var.
Aynı anda öpülesi ve düzülesi.

Ağzın fellatio ya da cunnilingus (yalam a) için kullanım ı ko­


num uzun sınırında. Her iki etkinlikte de öpüşm ede kullanılan pek
çok aynı ağız hareketi var ve bunlar cinsel ilişkiye hazırlık olarak
da kullanılabilirler, bir amaç olarak da. Tıpkı öpüşm e gibi. Bir za­
m anlar "genital öpme" denen oral seks, A m erika'nın bazı e-
yaletlerinde evli çiftler tarafından da yapılsa yasadışıdır. İn­
giltere'de, 1640'ta şiire uygun bir konuydu. Şu dizeler şövalye şair
215
T hom as Carew'in A Raprure (Vecit) şiirinden:

Ve, güzel bölgenin iki samanyoluna


Ayrıldığı yerde, kayacak dudaklarım
O yumuşak geçitlerden aşağı, giderken
Taşıyacağım basılmış karda âşıkların risalesini;
Derken tırmanıp kabaran Apeninler’in tepesine
Geri çekileceğim senin yabangülleri koruna
Orada damıtacağım bütün o zorla alınmış şekerlerini.

Ü ç yüz yıl sonra, seksolog H avelock Ellis, Caroline Adaları'ıun


yerlileri arasında cunnilingusun çok yaygın olduğunu ayrıntılarıyla
rapor edip yerliler tarafından uygulanan sıradışı bir yöntem i an­
latır: "Burada erkeğin kadının vajina dudakları arasına bir balık
koyup, kadın cinsel heyecandan işeyene kadar dili ve dişleriyle u-
yarm ası bir alışkanlık: kadının işemesi cinsel ilişki için uygun anın
geldiğinin göstergesi sayılıyor. Bu uygulam a, estetik açıdan nasıl
görünürse görünsün fizyolojik olarak sağlam olgulara dayanıyor."
Cunnilingus üzerine yazan kadınlar bazı erkekler gibi çelişkili
düşünceler ifade etm iyorlar. Ve lezbiyen yazarlar özellikle ateş ve
bazdan söz ediyorlar. Sanat ve Yalanlar Aa, ieannette W interson.
"Bacaklarının arasında bulduğum gül bahçesi," der. Am erikalı şair
A drienne Rich, dilinin bulduğu yerin m asum luğunu ve aydınlığını
anlatır. Rich'in aşk şiirleri, yalnızca derinlere, ulaşan değil, derin
dokunan âşıkları anlatır. Susan G riffin, bir ilk aşkı anlattığı "Vi-
yela"da şöyle yazar: "O kadım istiyordum . İçine işlem ek istiyor­
dum, ve onun ellerinin, ağzının içim de olm ası için ölüyordum ."
Anais Nin'in Venüs D eltası'nda. genç bir adam da aynı ateşi his­
seder: "Kadın birden kim onosunu açlı, erkeğin başını ellerinin a-
rasm a aldı, ağzının hissetm esi için başını cinselliğinin üstüne bas­
tırdı. Tüylerinin uçları dudaklarına dokunuyor ve onu çıldırtı­
yordu."
Fransız feminist kuram cı Luce Irigaray, kadın cinselliğinin va­
jin a dudaklarının "kendisini öpm esi" üzerine kurulu olduğu savıyla
herkesi şaşırtıp çok dikkat çekti. "B ir kadın, kim senin yasakla­

216
yam ayacağı biçim de devam lı kendisine dokunur çünkü vulvası bir-
biriyle kucaklaşan iki dudaktan oluşur. Böylelikle, kendi içinde bir­
birini uyaran iki tanedir - ama ikiye bölünebilir değil. İngilizce
çevirilerin çoğunda "kadının vulvası" sözcüklerini kullandığım za­
man "kadının cinselliği" anlaşılır. Fransızca le sexe vulva dem ek.
Ç evirim de çifte anlam kayboluyor am a sanırım daha anlam lı o-
luyor. Sürekli kendini öperek uyarılm a durum unda olduğum uz
düşüncesi bana kuşkulu gelse de, Philip Rotlı'un m astürbasyonu
P o rtn o y's Com plaint'de* gözde - y a da en azından sözü edilebilir—
hale getirdiğinden bu yana Filizlenen, yirm inci yüzyıl sonu erkek e-
debiyalçı m asturbasyoncular okulu tarafından kesinlikle kabul edi­
lir. N icholson Baker'ın The F erm ata rom anının kahram anı,
dünyada m astürbasyondan başka ne olduğunu sorar. Sözel bir tat­
minle kendini yanıtlar: "H içbir şey." Baker'ın daha önceki romanı
Vo.v'ta da y er alan eylem , Atlantik'i aşıp Ian M cEwan. M anin
Amis. Julian Barnes ve Will Ş e lfi de kapsayan bir dizi Brilanyalı
rcm ancının kitaplarına da girdi. O nlar haklımda bir hüküm ver­
m iyorum . Sw ift'lcn alıntı yapıyorum : "Neden herkes sevdiği kadar;
dedi iyi kadın ineğini öperken."
Seksi yanlış anladığı görülen ve eski D anvinci "seks dişi ve
pençesi" görüşünün daha da tuhaf yanlarını tekrarlayan Cam ille
Paglia ise daha tehlikeli. Cinsel K işilik le rd i Paglia şunu öne
sürüyor: "Cinsel ilişki, öpüşm eden girm eye kadar zar zor de­
netlenen zulüm ve yok etm e hareketlerinden oluşur." G erçekle cin­
sellik, denetim siz şehvet ve haz hareketlerine götüren denetim li ha­
reketler dem ektir.
C am illa Paglia'yı okuduğunuz ya da dinlediğiniz zam an onun
sözcükleri bedenlerden daha seksi bulan bir kadın olduğundan
kuşkulanıyorsunuz. Ama m onografi ya da m onologla orgazm ol­
ması kim in umurunda; bu onun sorunu.
Saul Bellow 'un Yağm ur Kralı H enderson rom anında, günüm üz
burjuvazisinin, hatta küçük burjuvaların büyük bir bölüm ü gibi, o-
ral seks vardır. Sevgilisinin dudaklarına ulaşam ayan Henderson,

* Portnoy'un Feryadı, Philip Roth, çev.: Özden Arıkan, Ayrıntı Yayınları, 1999.

217
"Öpücüklerim i daha aşağılara göm düm ," der. Kung sevgililer bir­
birlerinin cinsel organlarına dokunurlar am a oral seks. Nisa'nm
Harvardlı insanbilimciye açıkladığı gibi tabudur: "K adınlar er­
keklerin cinsel organlarını ağızlarına almazlar." E rkekler de ka­
dınların cinsel organlarını öpm ezler, "Çünkü kadının cinsel organı
erkeğin ağzını yakabilir." Bu çok yaygın bir görüş değil.
Ama A ğız ve Oral Seks (1969) kitabında Paul Ableman'ın
hoşlanmayışı apaçık ortada: "İnsan, oral/genilal tem asla sevilen ki­
şinin hiçbir şeyinin çirkin olm adığını gösterir." Şöyle olabileceğini
ileri sürer: "Şövalyece bir meydan okum a, 'Bak seni ne kadar se­
viyorum - eğer bunu yapm aya hazırsam ' duygusunu ifade eden
şeyi kabulleniş. Tem izlik kurallarını ve edep kurallarını çiğneyerek
cinsel organlara ağzını sürm ek, sonuç olarak cinsel birleşm enin
kendisini aşan bir yakınlık."
G erm aine Greer, televizyon program ı Yiiz Yiize'de Britanyalı er­
keklerin ağza vermeye bayıldığını am a aynısını kadınlara yapm ak
istemediklerini söylerken A blem an gibi erkeklerden söz ediyordu
herhalde. Söyleşiyi yapan Jerem y Isaacs hiç de değil dedi: ikimiz
de adı açıklanmayan Britanyalı cunnilinguscu N ijinsky'yi bi­
liyoruz. 1994'te yapılan toplum bilim sel araştırm a A m erika'da Cin-
sellik'e göre, her iki cins de, oral seks yapm aktansa kendisine oral
seks uygulanm asını yeğliyor. Yirmi beş yıl sonra, Alex Com fort
Seksin K eyfi'nde, "erkeğin sonuna kadar gidip de boşalm asından
bazı kızların hoşlandığını bazılarının da hoşlanm adığını (eğer er­
keği çok seviyorlarsa bu her şeyi değiştirebilir ama her zam an de­
ğil)" düşünüyor. Andy W arhol'un A'clan B ’ye ve Tekrar Geri'de de­
diği gibi. "Tanıdığım herkesin aşkla ilgili farklı bir düşüncesi var.
Tanıdığım bir kız şöyle demişti: A ğzım a boşalm ayınca onun beni
sevdiğini anladım."
Yine de, fellatiodan zevk alan pek çok kadın var ve John Up-
dike onlar için şiirler yazmıştı. Şiirlerinden birinde, "tem iz sek­
reterle" dolu bir oda düşlem işti, her sekreter sevgilisinin "çeşm e­
sini" ağzına alıyordu. Kız tohum ları yutuyor ve "içi çiçekler açıp
bahçeye" dönüşüyordu. Hoş bir resim .

218
Fellalionun reddedilişinin de uzun bir tarihi var. Batı Cin-
selliği'nde, Phillip Aries ve Andre Bejin Y unanistan ve Roma'yı
şöyle anlatıyorlar: "K esinlikle ayıp sayılan bir cinsel davranış türü
vardı. Fellatio çok pis bir sözcüktü." A m a reddediş ahlaksal değil,
siyasaldı. Tarihçi Jam es Brundage, H ukuk, C insellik ve Hıristiyan
Toplum'da şöyle açıklıyor: "Fellaliodaki edilgin rol şiddetle red­
dediliyordu, çünkü özgür bir erkeğin bir köle ya da hizmetçi oğlana
biçilen rolü üstlenmesi uygunsuzdu."
Bu tür tarihsel hassaslıklar Britanyalı rom ancı Alan Hol-
linghursl'ü rahatsız etm iyor. 1993’te yazdığı F okling Stardaki şu
sahnede kimin tam olarak edilgin eş olduğunu anlam ak çok zor:
"Eğilip siyah parlak deniz şortunun aralığından taşaklarını koklayıp
öptüm ve dilim le kaldırıp bıraktım ...D udaklarım ve dilim le ve
özenli ısırıklarla taşaklarını özgürlüklerine kavuşturdum ...Şort en­
gelinden kurtardım onu." Erkek güneşlenm e yatağına uzanır. "Diz
çöküp taşaklarım yaladım , çekiştirdim ve em dim , o işaret par­
mağını piston gibi kullanırken. Sonra taşaklarını boğarcasına
ağzım a sokup em dirdi boşalırken."

K ur yapan albatroslar başlarını geriye atıp gagalarını takırdatır.


Kafa sallam a nöbetleri arasında gagalarını birbirlerine sürterler.
Flört eden babunlar ilgilerini dudaklarını şapırdatarak gösterir.
Am a türlerarası öpüşm e enderdir. B ir keresinde. Dian Fossey, Ru-
anda'daki kulübesinin penceresinden bakarken daha çok bir Walt
Disney film inde rastlanılabilecck bir selam laşm aya tanık oldu. Fos-
sey'in çok sayıda tavuğunun çoğu m erakla, yolunu şaşırıp kampa
giren bir antilopa yaklaşıyordu. Aynı ölçüde m eraklı antilop da on­
lara doğru geliyordu. "Derken her tavuk antilopla gaga-buruna te­
m asta bulundu, iki tür de birbirlerine karşı saklam adıkları m e­
raklarını tatmin etti." Sevginin doğuşu mu yoksa yalnızca tavuk­
ların selam laşm a öpm esi mi?
İnsan doğayla ilgili pek çok yorum yapabilir. Havelock Ellis
şöyle diyor: "Salyangozların ve çeşitli böceklerin çiftleşm e sırasın­
da antenlerini birbirine değdirm eleri öpüşm e niteliğindedir."
219
Bebekten sevgiliye giden çizgiden pek kuşku yok. Freud'un an­
nemizin meme uçlarının ve dudaklarının bizi sevgilim izin du­
daklarına hazırladığını kabul etm esinden çok önce Incil'deki Ne-
şidelerin N eşidesi şu denklem i kurmuştu: "Dudakların, benim
eşim , petekten akan bal gibi: bal ve süt dilinin altında." Orinoco
kıyılarında bebekler hâlâ öperek besleniyor. Ve her yerdeki sev­
gililer birbirlerinin ağzından yiyecek alıyor.
Lucy Taylor'un erotik kısa öyküsü 'Baubo'nun Ö püşü'nde, bir
Oxford öğrencisi, bir Yunan adasının büyüsüyle ilk süreklilik de­
neyimlerim izin izini sürer:

"Bir oğlan, yirmisine yeni varmış, kendinden geçmiş, tutkulu ba­


kışlarla onu seyrediyor, arzudan ıslanmış diliyle dudaklarının ke­
narlarını yalıyordu. Mira onun yanında dans ediyordu. Mira onu kalın,
siyah saçlarından yakaladı ve yüzünü memelerinin arasına bastırdı,
memelerinin her biri oğlanın kafası kadardı. Memelerini yalattı, meme
uçları salyayla gümüş rengi olmuştu, derken oğlanın başını aşağı itti,
eteklerini kaldırdı ve bacaklarını açtı. Oğlanın dili kendi dansını ya­
pıyordu. çabuk, hızlı parmaklarında bir sazın tellerindeki titreşimler,
hareketler ve derin, haz verici höpürdetmelerle Mira kıvrımlarını ona
açtı ve dilini içeri aldı, etli yuvasına yeniden girmek isteyen pembe bir
cenin gibi."

Öpüşm enin sürekliliğindeki yolculuk hepim izin hedefidir.


Londra'dan N ew Y ork'a doğrudan uçuş gibi değil, hiç de tek yönlü
bir yolculuk değil. Bir arzu Odiseası da değil. Lim anları arkadaşlık
ve sevgi; dinsel olsun, aile içinde olsun, Proustçu olsun olmasın.
Ö püşm e oyunları, bir gençlik ayini, sanal gerçeklik oyunları,
büyük olaya hazırlık am a ilk erotik öpüşm e her zam an a-
nım sanm aya değerdir. M uham m ed Ali bayılm ıştı.
Sevgililerin öpüşerek ruhlarını değiş tokuş ettiklerini ve ca­
dıların ruhlarının şeytan tarafından öpüşm eyle çalındığını a-
nımsayın; ruhlar hâlâ sinem a vam pirleri tarafından çalınıyor.
Bugün, ruh öpüşm esinin (dille öpüşm e) ruhlarla ilgisi yok, Fla-
ubert'in dediği şey dışında, "Ona, insanın bütün ruhunu vereceği
öpücüklerden birini verdi."

220
A nlam lı bir öpücük bedensiz de olabilir. The Scarlet Pim-
p ern el’da, erkek kahram an aşkını kadın kahram andan gizlem ek zo­
rundadır am a kadın dönüp giderken erkek, eteklerinin süründüğü
yerleri öper. "O, delice, gözü kararm ışçasına, tutkuyla âşık bir er­
kekti, ve kızın hafif ayak sesleri evin içinde duyulm az olduğunda
balkonun basam aklarında yere çöm elip aşkının çılgınlığıyla, onun
küçük ayaklarının çiğnediği her yeri teker teker öptü." Bu sanırım
R oger Scruton'un dem ek istediği şey. Y a da Judith K azantzis’in
"W ith Love, January"deki duygulu dizelerindeki:

Gölgeler gibi uzuyorlar,


son birkaç gecedir. Aşk, eteklerini
son mektubunda öptüğün,
Onları senin için kaldırıyorum.

A m a birlikte öpüşm e, her iki örneğin de fiziksel bir şeye götürm eyi
hedefleyen fantezisini ortadan kaldırıyor. K am a Suıra'da, insan se­
vilenin aynadaki, sudaki ya da duvardaki yansım asını öptüğünde
buna "niyeti gösteren öpücük" deniyor.
Sekse yalnızca çabuk orgazm olm a aracı olarak bakıyorsanız
öpüşm enin pek az önceliği vardır; bu durum da m astürbasyon en et­
kili ve kesin yöntemdir. Sekse çocuk yapm a aracı olarak da b a­
kıyorsanız öpüşm e önemsizleşir. Y üzyılların seçim i olan bu görüş
m astürbasyondan daha fazla zarar ve daha az zevk verm iştir. Ö püş­
me şehvetle birlikle önem kazanır. Ö püşm e evrim sel bir ilerleme
mi? Y oksa, en akıllı iki m aym unun -in sa n la r ve bonoboların-
öpüşm e şam piyonu olmaları bir rastlantı mı?

Aynı sözcüğün "öpüşme" ve "yeme" anlam ına geldiği eski


M ısır'da, K leopatra ve yurttaşları ilginç yanlış anlam alar yaşam ış
olm alı. Besinle öpüşm e arasındaki bağlantıyı, genel olarak besin ve
seksle olduğu gibi, Freud ve bazı etologlar kadar pek çok eski in­
san da kurm uştur.

221
İsa'dan 1500 yıl önce, K leopatra M arkus A ntonius’la ya­
ram azlık etm eden çok önce yazılm ış bir Babil ilahisi yüzyıllarca
sürecek öpüşm e ve beslenm e ilişkisiyle başlar. Şehvet düşkünü aşk
tanrıçası İştar'ın dudakları tatlılık ve yaşam kaynağıdır. "Dudakları
tatlı; ağzının içinde yaşam .” Bizim gibi Babilliler de kadınların iki
dudağı olduğunu bilir gibiler.
Oral seksin çoğu zam an olm adığı, birleşm enin hiç olm adığı
zaman öpüşm e iki taraflıdır. Ö püşm enin erotikliği içinde kar­
şılıklılık m uhtem elen içgüdüseldir; tamamen kendi iradesiyle oyun
haline gelir. En iyi koşullardaki öpüşm ede arzu bedensel ve duy­
gusal olarak karşılıklı olur. İki taraflı haz olm azsa olm azdır. Arzu
şafağının iki sevgilide aynı anda sökm esi gerekm ez, yeter ki ikisi
de güneş ışığını görsün. K aranlıkta bile.
Orgazm olm ak için de öpüşülür ya da öpüşülür de öpüşülür. B i­
yolojik olarak, öpüşm e eylem inde iki insan eşil olarak iletişim ku­
rar, ağız ağıza, dil dile. Öteki, ötekidir, am a aynıdır da. Y akın his­
settirir. En mahrem olarak ve en içeride. A natom ide, gerçekten
yakınlık olabilir.
Trolius ve Cressida'da, Cressida sorar, "Öpüşürken alıyor m u­
sun, veriyor musun?" Yanıt: H er ikisi de. Ö püşm e alm a ve verm e
arasındaki ayrımı belirsizleştirir. Ö püşürken insan hem ötekini,
hem kendisini besler. Çingene atasözü, "Öpüşm e iki kişi arasında
bölünm edikçe hiçbir şeye yaram az," der. Öpüşürken insan yiyip
bitirmeden yiyip bitirir. Bu galiba, öpüşm enin pastayı alıp yem ek
ama mucizevi bir biçim de arzuyu söndürm em ek olduğu anlam ına
geliyor.

222
N otlar

19 Y a ln ız c a 6 .4 k a lo r i: Ju n e M. R einisclı ile R u th B easley . Kinsev E nstitüsünün Sex


Ü zerine Yeni R aporu, s. 77. D iğerleri h e r a teşli seans başına. 15 dakikalık
y ü z m e y e d en k g e le n 150 kalori tah m in ediyor.
19 O rg a z m a n ın d a 150: O rg azm d an ö n cek i d u rg u n lu k a şam asın d a e rkeğin kalp a-
(ışlarının 100 - 75 old u ğ u g ö z le n m iştir. R ein isc h , aynı eser. s. S0. A yrıca bkz.
W illiam H . M asters v e V irg in ia Jo h n so n . İnsanın C in sel T ep kisi.

20 A n n a b e lle D yth a m : 1 6 - 1 7 H aziran !9 9 3 'te B ilim d e Y eni C ep h e le r üzerine


R o y al S o ciety S crg isi'n d e D ytham v e M cG ro u th er'in "B asil bir öpücük? - H a­
reketli insan du d ak ları ü zerin e an ato m ik çalışm a " adlı p ro jesi sergilendi. D ytham i-
le b irk aç ay so n ra sö y leşi yaptım .

20 G u s M c G r o u th c r : B kz. teşek k ü r b ö lü m ü . İlk sö y leşiy i 1993’te, İkincisini 1995


y ılın ın ara lık ay ın d a yaptım .
23 " K im s e y e s ö y le m e d im : M arjorie S h o stak , N isa: B ir K ııng K adınının Yafana ve
S özleri, s. 2.
23 S h e ila K itz in g e r: M em eyle B eslem e D eneyim i.

26 A çık iç g ü d ü le r: M ary M id g lcy . Hayvan ve İn sa n: İnsan D oğasının KöklerFnde


bunu ço k g ü z el açıklıy o r, s. 52.

27 " B a z e n A d r ic n n e " : C o lette. Annem in E v i ve Sido.


28 L ie b o w itz : M .R . L ieb o w itz. A fk ın Kim yası. H elen F isc h er’in A f kın A natom isi' ndc
alıntı lanm ışlır.

33 O r ta ç a ğ d a n k a lm a : B ibl-E ibesfcldt v e G o n z ale s-C ru ssi'n in E ro tik Şeylerin D o ­


ğası Ü zerine'A t alın tılan m ış v e ö n em v erilm iştir.
34 " Y a b a n c ıla r a d o k u n u lm a z " : Sıtnday Telegraph'ta T o n y P arson'un H aftası, II
T e m m u z 1993.

34 " J e s tle r d iy e a ç ık lıy o r " : Jan B rem m er v e H erm an R o o d en b u rg editö rlü ğ ü n d e.


Jestlerin K ü ltü re l T a rih i, s. 133.

223
34 T r o b r ia n d : B ro n islaw M alin o w sk i. Y e rlile rin C insel Yaşamı, s. 280.
37 T u n u s lu Ş e y h : U m a r İbn M u h am m ed eI-N cfzaw i. K itap 19. yüzy ıld a C ezay ir'd e
b ir F ran sız subayı tararın d an b u lu n d u . F ran sız y a za r G uy d e M aupassant kitabı
tav siy e etti. O ry an talist R ich ard B u rto n İn g ilizce'y e çev ird i.
37 " K a v r a d ıla r " : D ry d en 'in ünlii çev irisi.

39 Y ü z d e 87: W illia m Jan o v iak v e E d w ard F isch er’in H elen F ish e r ta ra fın d a n a-
lıntılanan çalışm ası. A nılan eser, s. 164. A ralık 1992’de, y ıllık A m e rik a n A nt­
ropoloji D em eğ i to p lan tısın d a, ilk k e z aşk ın an tro p o lo jisi üzerine d ü z en len e n o-
tu ru m d a sunulan rapor.
47 " E lle r im in b a s k ıs ı" : "B ay an L u cie R . O la y ı.” 1895'te b asılan H is le ri Ü zerine
Seçme Yazılar'd an b ir tan esi, b ib liy o g rafy ad a listelen en iki bask ısın ın d a İn­
g ilizcesi var. Bu çev iriy i Ju lia P a sca l'la b irlik te ben yaptım .

49 K a le M ille tti C insel P o litik a la r, s. 183.


49 " İ ş in d o ğ r u s u " : "Ç o cu k ların C in sel A y d ın lan m ası". Sig m und F reud. Penguin
Freu d L ib ra ry , s. 175.
50 " B ir b eb eğ i d o y d u k ta n s o n r a " : C insellik Ü zerine Üç M akale (1905), Sigm und
Freud. Penguin F reu d L ib ra ry , böl. 7 , s. 98.
50 " T e k y a n lı h a z ” : Ü ç M akale, ay n ı eser. s. 145.

51 " K a rş ılık lı b e sle n e n ç if t" : P sik iy atr D .W . W in n ico tt, terim i ünlü tezi "ilkel a-
nalık güd ü sü ' ndc k ullan d ı, 1956.
51 “ Yavaş yavaş": N ao m i M itc h iso n . M ıs ır K ra lı ve B a h a r K ra liçe si. 1931, M argaret
R eynolds'ın E ro tika ' sın d a a lın lıla n m ıştır, s. 270.

53 " N e y a z ık k i" : Ü ç M akale, ay n ı e se r, s. 98.


54 " D iz le rin e o t u r a n " : Jam es B o sw e ll, Samuel Johnson'la B irlik te H e b ridlere b ir
G ezinin G ünlüğü, L L .D .. s. 336. B o sw ell şö y le y azıy o r: “E vli han ım lard an b i­
ri...D r. John so n 'ın d izlerin e o tu rd u ve a rk a d aşla rın ın d a y ü re k le n d irm e siy le k o l­
larını b o ynuna d o ladı ve onıı öp tü . B ir k e z d a h a y ap (dedi Jo h n so n ) b ak alım han­
g im iz ö n ce y orulacak."
54 " Ç a p k ın ın k ö tü d u r u m u " : R o llo M ay, Aşk ve İstek, s. 56.

56 " T e k te se llim " : /i la recherce du temps perdu, böl. l . s . 13.

59 " A n n e ve g e lin :" Bu g e rç ek ten d ö n em in teo lo jisiy d i. K apsam lı ta rtışm a la r için


bkz. A rm stro n g y a d a W arner.
66 " Y a z a r la r F r e u d 'a " : S u çlam a. M alt R id le y 'n in K ız ıl K ra liç e : İnsan D oğasının
E v rim i ve C insellik y a p ıtın d a d a y in elen iy o r.
69 " O n la r a 7 m e tr e " : F arley M o w at, Sislerin İçin d e ki K adın, s. 286.

70 " Emme Varsayım ı": L iv erp o o l Ü n iv e rsite sin d e n L ouise B arrett b an a a çıkladı.
E rkek o rg azm ın ın zam an lam ası ç o k ö n em li; m ak sim u m sp erm tutm a, e rk e ğ in b o ­
şalm asından sonraki sıfır ila b ir d a k ik a a ra sın d a ulaşılan o rg azm larla ilişkili. B ar­
rett, benim d ah a ço k tu ttu ğ u m Pole A s v arsay ım ın ı çü rü tü y o r, org azm sonrası g e v ­
şeyip y atan kadın d a h a ço k sp erm tu tar çü n k ü h em en fırlayıp kalk m az; seks
sırasındaki o rgazm , tutulan sp erm say ısın ı artırm az.

224
70 " Y ü z y ü z e s e k s " : F ish er, a y n ı eser, s. 182.

70 K edilerd en sığ ırlara": Liverpool Ü n iv ersilesi'n d en L o u ise B arre n bana açıkladı.


K ediler iç in . 1953, Ford v e B each: sığ ırla r için , H artm an , 1957: k ö p ek ler için,
E v an s. 1933: A ile n ve L enor, 1981. F ish cr d ah a fazla alıntı yaptı, a n ılan eser, s.
340. O m u rg a k em iğ in in alt kısm ın ın ileri d o ğ ru ç ık ık lığ ı (lord osis) üzerine daha
fazla bilgi için b k z. S im o n L eV ay, C in se l B eyin .

73 " Ç iftle ş m e b a ş la tm a ö n c e liğ i" : Jan e G o o d all. G ö m b e Ş e m p a n ze le ri, s. 484.

74 M . K . T e m c rlin : G o o d a ll'u n aynı e se rin d e alıntılanm ışım .


76 " B i r s û r e s o n r a " : S h o stak . aynı eser.

77 B o ş a n m a la rın ç o ğ u : Bu h esap lam a H elen F ish e r'e ait. aynı eser.

82 L a b e : E le g ie s a n d S o n n ets.
85 " M S 4. y ü z y ıld a n b a ş la y a r a k " : M ary R. K efk o w itz, Y u n an M ito lo jisin d ek i K a ­
dınlar.

86 " P s y k h e k e n d in i" : Jane M ills'in B lo o m sb u ry E ro tik E d e b iy a t Kılavıtzu'n&â a lın ­


tılanm ışım .

87 W illia m A c to n 'ın : Jo h n E lso m 'u n E ro tik TV yarro'sunda alıntılanm ışım , s. 20.

93 O n ü ç ü n c ü : M u h tem elen o n ü çüncü y ü z y ılın sonu. F ran cis, B a ya n Yoksıılluk'u


ö p tü ğ ü n ü ö n e sürer.
94 " S e v in , a n n e " : G u stav e F lau b ert, O eu vers, L a le g e n d d e S a in t J u lia n H ospitalier,
b ö l. 2, s 648.

96 P a p a G r e g o riu s : L aw ren ce O sb o m e ’un T h e P o iso n e d E m b ra ce yap ıtın d a a-


lın tılan m ıştır. Bu dö n em e ilişk in ta rtışm a la r ilg in ç. A y rıca bkz. K aren A rm strong.
98 " A ş k ın ız ı v e d o s tlu ğ u n u z u d ü ş ü n ü y o r u m " : Jan e M ills'in aynı e se rin d e alın-
ulan m ıştır.

105 " S e v g i d o lu g ü lü ş " : R o g er S cru to n 'u n C in se l A r z u y a p ıtın d a ö p ü şm ey e ilişkin il­


g in ç b ir ta rtışm a v a r, s. 128. A n cak , k itab ın ö te k i b ö lü m le rin d e d e olduğu gibi.
Scru to n seksi seks o lm ak tan u zak laştırm ay a çalışıy o r.

110 "S e v g ili ç o c u k la r ım ö p e r " : lo n a v e P e te r O p ie , K la sik P e ri M asaltan'n& d çeşitli


u y arlam aları titizlik le irdeliyor.

111 " Y a b a n g ü lü 'n ü n y a ttığ ı y e r " : Jac o b ve W ilh elm G rim m , B ü tü n P e ri M asalları.
114 " i l e b e a p a r k e " : V en ü s ve A d o n is, 39. kıta.

115 " H a y v a n d a n iğ re n s e d e " : Ö y k ü m u h tem elen A p u leiu s'u ıı A ltın E şe k y a p ıtının en


iyi b ilin en öy k ü sü . Ç ev iri R o b ert G raves.

115 " C u p id o k a n a t la r ın ı a ç a r " : A p u leiu s, a n ılan eser.


116 " M ü k e m m e l p r e n s " : M arina W arner. H a y va n d a n S a rışın a .

118 " O n u e v le n m e y e b a b a s ı z o r la d ı" : P ren s C h arle s, te le v izy o n d a yay ın lan an ünlü


sö y leşid e, ö z g eç m işin i y azan D avid D im b lcb y 'y e b ö y le anlatm ıştı.
123 " K o c a s ın ın a y a k b a ş p a rm a ğ ın ı ö p e r e k " : Jan B re m m e r v e R o o denburg, H erm an
ed itö rlü ğ ü n d e . J e stle rin K ü ltü rel T a rih i, s. 139.

FISÖN/Opûrme 225
136 " H iç k o n u ş m a d a n " : B ram Stoker, B rum Stoker'm D ra k u la A n to lo jis i, s. 41.

137 " Ü ç ü n ü n d e " : S toker, ay n ı eser, s. 31.

137 "S e v g ili A r t h u r " : S toker, aynı eser, s. 175.

142 R e y n o ld s: Jay L e y d a v e C h arles M u sser e d itö rlü ğ ü n d ek i B efore H o llyw o o d : Turn


o f the C entury F ilm fro m A m erican A rchives' de n b ir m akale.
153 " K u r ta r ıc ıy ı a y ır t e tm e y i s a ğ la y a n a d a m " : Jo rg e B orges, F ictio n s' d an "Y a-
h u d a'n ın ü ç v ersiy o n u ", s. 140.

153 " Y a h u d a a d ın ı v e rm e y iz " : H u g h es a lın tıla m ışım aynı eser, s. 231.

162 " B o y u n e ğ m e m o d e li" : Jan c G o o d a ll, ay n ı e se r, s. 360. G o o d all şem p an zelerin


yön tem in i a n la tıy o r D udaklarını b ü zerek k arşısın d ak in e h afifçe d o k u n a ra k y a d a
ağzını k o cam an açıp b astırarak öp ü şü rler.
163 " Y a b a n c ıla r " : D . W . W in n ico t, The Piggte, s. 177.

167 E r a s m u s : Jan B rcm m er v e H erm an R o o d en b u rg h alın tıla m ışım Jestlerin K iiltiire l


T a rih i, s. 221.
168 " İ k i k iş i" : B rem m cr. aynı eser.

173 " F ilm le r , film le r " : H ollyw ood'da B ir G ün. U krayna'da B ir Gece m ü zik alin d ek i
"The M o v ies G et Y ou T h ro u g h " şark ısın ın sözleri. F rank L azarus v e D ick V os-
b u rg h , 1980.
187 " S c a r le tl'i k o lla r ın a a l s ı n " ' L eo n ard J. L e ff ve Jerold S im m o n s, K im on olu
Kadm.
191 " S a n a b u s a b a h ," : M aguel A lb erto , C ennetin K ap ıla rı.

196 S c h le sin g c r: B B C rad y o su n d a. H arry G ilb e rt tarafın d an su n u lan K a leidoscope


p ro g ram ın d ak i "S in em ad a Ö p ü şm e" ü zerine b ir sö y leşiy e katıldı. (1994)
205 " G ü c ü d e n g e d e n k a y n a k l a n ır :1' S im o n W ilso n , Tate G a lle ry : R esim li Rehber, s.
150.

207 " İ n s a n l a r k a d ın la r ı:" W illia m R o th e n ste in . E rke kler ve A n ıla r, böl. 1-2.
207 " S e v g ilile r k e n d in d e n g e ç m iş:" Ju d ith C lad cl. R odin. D aha a y n n u lı bilgi için
bkz. B u tler ve G ru n feld 'in ö zg eçm işleri.

2 1 4 " F lo e r k e n d ö n d ü :" G o o d all, aynı e se r. s. 4 4 3 .

215 " B ü tü n 20. y ü z y ılın :" T a y lo r, B üyük F ilm A n la n .

216 C a r o lin e Is la n d s : H av elo ck E llis. Seksin P s iko lo jis i Üzerine Ç alışm alar.
217 C a m illa P a g lia : C insel K iş ilik le r, s. 16.

220 " A n te n le r b ir b ir in e d e ğ e r " : E llis. ay n ı eser.

22 0 " B a u b o 'n u n Ö p ü ş ü " : M azim Jak u b o w k i. D ev E ro ıika K itabı, s. 506.

221 " W ith L o v e, J a n u a r y " : Ju d ith K aran tzis. Seçme Ş iirle r, 1977-1992, s. 187.

226
Kaynakça

A b lcm an . P au l. The M outh and O ra l Sex (L ondra: R u n n in g M an P ress. 1969).


A ckerm an . D iane. A N a tu ra l H isto ry o f Love (N ew Y o rk : V in tag e. 1995).
A m is. M artin. London F ields (L o n d ra: P en g u in . 1990).
A p uleiu s. çcv . R o b ert G ra v e s. The G olden Ass (L o n d ra: P en g u in . 1985).
A riés, P h ilip p e ve A n d ré B ejin, Western Sexuality (O x fo rd : B lack w ell), 1985).
A rm stro n g . K aren. A H is to ry o f G od ( Londra: H ein em an n . 1993).
A uster. P au l. Leviathan (L o n d ra: F ab er, 1992).
B aker. N ich o lso n . The F erm ata (L ondra: C h atto . 1994). Vox (L o n d ra: G ranta. 1991).
B ataille. G eo rg e, E roticism (L o n d ra: Jo h n C ald er. 1957).
B aud rillard . J.. Sim ulacres et S im ulation (P aris: G alilee. 1981).
B ctlclheim . B runo. The Uses o f Enchantm ent. (L o n d ra: P en g u in . 1978).
B o rg es, Jo rg e . "T h ree V ersio n s o f Ju d as". F ictions (L o n d ra: C a ld e r. 1962).
B osw ell. Jam e s. The J o u rn a l o f a T o u r to the H ebrides, w ith Sam uel Johnson, LL . D.
(L on d ra: O x fo rd U n iv ersity P ress. 1978).
B o w lby . Jo h n , Attachm ent an d Loss. b ö l. 1 . 2 ,3 (L o n d ra: H o g arth . 1969. 1973. 1980).
B rcm m cr, Jan and R o o d cn b u rg , H erm an, dcr. A C u ltu ra l H is to ry o f G esture (C a m b ­
ridge: P o lity P ress, 1991)
B ulfinch, T h o m as, M yths o f Greece a n ıl Rome (L o n d ra: P en g u in , 1 9 8 1).
B uss. D avid M .. The E volu tio n o f D esire. (N ew Y ork: B asic B o o k s. 1994).
B utler. R u th . R odin: The Shape o f Genius (N ew H aven: Y ale U n iv ersity P ress, 1993).
C am p b ell. Jo se p h . The H e ro w ith a Thousand Faces (L o n d ra: P alad in . 1988)
C am u s, A lb ert. The F irs t M atı (L ondra: H am ish H am ilto n , 1995).
C h a g non. N ap o leo n . Yanom anw (N ew Y ork: H olt, R in e H art an d W inston, 1977).
C h am p ig n eu lle. B ern ard , R odin (L o n d ra: T h am es an d H u d so n . 1967).
C lad ei. Ju d ith , R odin (L o n d ra: K eg an P au l, n.d.).
C la rk , R o n ald W .. F reu d (L ondra: C ap c/W eid cn fcld , 1980).
C o llette, M y M o th e r's House a n d S id o (N ew Y ork: F arrar. S trau ss and G ira u x . 1975).
C o llett, P eter, F o re ig n Bodies (L ondra: S im o n and S ch u ster, 1993).
C o m fo rt. A lex , The Joy o f Sex (L ondra: M itchell B cazley . 1986).
C o o p er, E m m an u e l, The Sexual Perspective (L o n d ra v e N ew Y ork: R outledge and
K egan P au l, 1986).
C o w ard . R o salin d , Female D esire (L ondra: P alladin. 1984).
D ante A lig h ieri, La D iv in ia comm edia (U lrico H ocpli, 1899).
d e W aal, F. B., Chim panzee P o litic s (N ew Y ork: H a rp e r an d R o w . 1982).
"B o no b o Sex and S o ciety ", S cientific Am erican, M art 1995.
D urd en -S m ith . Jo an d d e S im o n e. D iane. Sex and the B ra in (L o n d ra: Pan. 1983)

227
E ibl-E ib esfcld t. Ircn au s, L o v< a n d H a te (L o n d ra: M ethuen, 1971). H um an E thology
(N ew Y ork: A id in e, 1989).
E llis, H avelock, S tu d ie s in h e P sy ch o lo g y o f S e x , böl. 4 (P hiladelphia: F.A . D avis,
1914).
E lsom . Jo h n , E ro tic T h eatre („ondra: S e e k er a n d W arburg. 1973).
E vans, C h arles S.. S le e p in g le a u ty , resim lem e A rth u r R ack h am (L ondra: H einem ann.
1972).
F ish er. H elen. A n a to m y o f U r * (L o n d ra: S im o n and Schuster. 1992).
F itzgerald. F. Scott. T h e G rea iG a tsb y (L o n d ra: Penguin, 1976)
Flaubert, G ustave. O eu vres, la le ğ e n d e d e S a in t J u lia n H o sp ita lier, böl. 2. (P aris: L a
Pldiade-G allim ard).
Ford. C lelland v e F rank B e a d , P a ttern s o f S e x u a l B eh a vio u r (L o n d ra:M cth u en . 1965).
Fossey. D ian , G o rilla s in the K ist (L o n d ra: P en g u in , 1985).
F oucault. M ichel. T h e H isto ry o f S e xu a lity (L o n d ra: P elican. 1981) [C inselliğ in Tarihi.
(3 c ilt), çev.: H ü ly a T u fan , \ f a Y ay., 1988, 1993. 1994.]
Freud Sig m u n d . P en g u in F retd L ib ra ry, böl. 1-7 (H arm o n d sw o rth: Penguin B ooks). /
[D üşlerin y o ru m u , (2 cilt), tcv.: E m re K apkın. Payel Y ay.. 1991,1992.]
Ö nem li Ç a lışm a la r (C hicago: e n cy clo p ed ia B ritannica, 1952).
G o eth e, W erther, çev .: M ed ih aS ay ar. B atcş Y ay.. 1973.
G o n zales-C ru ssi. F., O n the N im re o f T h in g s E ro tic (L ondra: P icador, 1988).
G oodall, Jan e. C h im p a n zees oJG onihe (C a m b rid g e . M ass.: B elknap Press. 1986).
G rim m . Jaco b and W ilhelm . 7he C o m p lete F a i n T ales (L o n d ra: R o utlcdge and K cgan
Paul, 1975).
G rim m . J.L .C and W :C ., G rin in 's F a iry T a le s (H ertfo rd sh ire: W ordsw orth L td.. 1993).
G runfeld . Frederic. R odin (O x b rd : O x fo rd U n iv ersity P ress. 1989).
H arris. T h o m as. K uzuların S tssi.liğ i. çev .: M ehm et H arm ancı, A ltın K itaplar Y ay..
1992.
H artog. W .G ., The K iss in E n g ish , (L o n d ra: A .M . Philpot. 1923).
H aste, C ate, P ules o f D esire: Six in B rita in (L ondra: P im lico . 1994).
H enriques, Fernando, L o ve in / ctio n (L o n d ra: M cG ib b o n v e K ec, 1964).
H ervez, Jean, Le B a ise r (Paris B ib lio th èq u e des C u reiu x . 1923).
H ollin g h u rsl. A lan, The Foldin> S ta r (L o n d ra: V in tag e. 1995).
H ow lelt, Jan e vc R od M cnghan. e d itö rle r, The V iolent M use (M an ch ester, M anchester
U niversity Press. 1994).
H ughes, K irk, T „ "Fram ing Ju ias". S e m e ia . no. 5 4 (P hiladelphia: U niverstiy o f P e n n s­
ylvania, 1991).
Irigaray, L uce, C e S exe qu i n'ei est p a s un (P aris: L es E d itio n s d e M inuit. 1977).
Jaku b o w sk i, M axim , The M a m n o th B o o k o f E ro tic a (L ondra: B C A . 1994).
Jam es, H en ry , The P o rtra it o f c L a d y , N o rto n E leştiri Baskısı (N ew Y ork, N orton).
Jones. Jam es, From H e re to E tırnity (L o n d ra: C o llin s, 1952)
Jung. C .G ., F o u r A rc h etyp e s (L in d ra: R o u tlc d g e an d K cgan P au l, 1972).
K azantzis. Ju d ith , S e le cte d P /iens, 1977 -1 9 9 2 (L o n d ra: S in clair-S tevenson. 1995).
K endon, A dam , O rg a n iza tio n i f B e h a v io u r in F a ce-to -F a ce In tera ctio n (L ahcy: M o­
uton, \9 7 S ).Y ö n len d irilm iş Itk ile şim (C a m b rid g e ve N ew Y ork: C am b rid g e U n i­
versity P ress, 1990).
K hatchadourian. H erant B io lo g cal, A sp e c ts o f H u m a n S exu a lity, 3. baskı (N ew Y ork:
H olt, R inehart and W in sto n , 9 8 7 ).
K insey, A .C ., S e xu a l B e h a vio tr in th e H u m a n M a te (P hiladelphia: W .B . S aunders.
1948). D işi İnsanın C in se l D ty ra m şı (P h ilad elp h ia: W .B . Saunders, 1953).

228
K itzing er. S h e ila , The Experience o f Breastfeeding(Lon<lra: P e n g u in . 1987).
K undera. M ilan, Laughable Loves (L ondra: Jo h n M u rray , 1978).
Labe. L o u ise. E legies an d Sonnets (P aris: B au d o u in , tarihsiz).
L aplan ch e. J. ve J.B . Pontalis. The Language o f Psychoanalysis (Lonrffa: H ogarth P ress.
1983).
L aurent. M o n iq u e. R odin (L ondra: D avid an d Jen k in s. 1988).
L eff. L eo n ard J. v c Jero ld S im m o n s. The Dam e in the K im ono (L o n dra: W cidenfeld and
N ico lso n . 1990).
L efkow ilz, M ary R .. Women in G reek M yth (L o n d ra: D u e k w o rth , 1986).
Lcyda, Jay v c C h arles M u sser, e d itö rler. Before H o llyw o o d : Turn o f the C entury Film
fro m A m erican Archives (N ew Y ork: A m erican F e d e ra tio n o f A rts, 1986).
L eV ay, S im o n . The Sexual B ra in (C am b rid g e, M ass.. M IT P ress, 1993).
L ucic-S m ilh . E d w a rd . Sexuality in Western A rt (L o n d ra: T h a m e s and H udson. 1991 ).
M accoby, H yam , Judas Is ca rio t and the M yth o f Jewish E v il (N ew Y ork, Free Press,
1992).
M alino w sk i, B ro n islaw , The Sexual L ife o f Savages (L o n d ra: R o u tled g e, 1932). [V a h­
ş ile rin C insel Yaşamı. K abulcı Y ay ., 1992.|
M anguel. A lb e rto . The Gates o f Paradise (L ondra: F lam in g o , 1993).
M asters, W illia m H . ve V irg in ia Jo h n so n , Hum an Sexual Response (B oston: L ittle,
B row n, 1966).
M ay. R o llo . Love a n d W ill, (L o n d ra: S o u v e n ir P ress. 1969).
M cistcr, R o b ert, A L ite ra ry G uide to Seduction. (L o n d ra: E lek . 1963)
M ichael. R obert, T .. Sex in A m erica (B o sto n : L illie, B ro w n , 1994)
M idgley, M arv, Beast and M a n : The Roots o f H um an N ature (H assocks: H arv ester
Press, 1979)
M illet, K ale. Sexual P o litics (L ondra: A bacus. 1972).
M ills. Jan e , B loom sbury G uide to E ro tic L ite ra tu re (L o n d ra: B lo o m sbury, 1993)
M itchell. M arg aret, Gone W ith the W ind (L ondra: M acm illan , 1988)
M oir. A n n e ve D av id Jcsse l. B ra in Sex (L ondra: M an d arin , 1989).
M oore. B rian , The Statement (L ondra: B lo o m sb u ry , 1995)
M orris, D esm o n d . Babyw atching (L o n d ra: C ap e . 1991). Ç ıplak M aym un Üçlemesi
(L ond ra: C ap e. 1994)
M ow at, F arley , W oman in the M ists (L ondra: M acd o n ald . 1988).
N cfzaw i, S h ay k h , ç ev . R ichard B u rto n , The P erfum ed G arden (L o ndra: G ra fto n , 1990).
O pie, Io n a v c P e te r, The Classic F a iry Tales, (L o n d ra v e N ew Y ork: O x fo rd U niversity
Press. 1974).
O rczy, B aro n ess. The S carlet Pim pernel (L o n d ra: H o d d e r an d S to u g h to n . 1961 '.
O sb o rn e. L aw ren ce. The Poisoned Em brace (L o n d ra: B lo o m sb u ry . 1993).
Paglia. C am ille . Sexual Personae (L o n d ra: P en g u in , 1991).
P ainter, G e o rg e , M a rc e l Proust, 2 bölüm , (L ondra: C h atto , 1959 ve 1965).
P a rk er. D erek , A n A ntholog y o f E ro tic Verse (L o n d ra: B ook C lu b A ssociates 1980).
P ascall, Jerem y ve C ly d e Jea v o n s, Sex in the M ovies (L o n d ra: H am lyn. 1975).
P az, O ctav io . The D ouble Flam e (N ew Y ork: H arco u rt B race. 1995).
P erella, N icholas Jam e s. The K iss: Sacred and P rofane (B erk eley: U niversity o f C a ­
liforn ia P ress, 1969).
P h illips. A d am . O n K issing. T icklin g, an d Being B ored (L o n d ra: F aber. 1993).
Prost, A n to in e v e G érard V in cen t, A H istory o f P rivate L ife b ö l. v (C am bridge. M ass.:
B elk n ap P ress, 1991).
Proust, M arcel, À la recherche du temps perdu, böl. 1 (P aris: L a P léiade-G allim ard,

229
1968). | Gedmiş Zaman Peşinde (2 c ilt), çcv.: Y. K adri K a rao sm anoğlu. M E B Y ay..
I9 9 2 .|
R cinisch . June M. ve R u th B easley . The Kinsey Institute New Report on Sex (L ondra:
P en g u in , 1990).
R eyno ld s. M arg aret. E ro tica (L ondra: P an d o ra, 1990).
R ich. A drienne. The D ream o f a Com mon Language (N ew Y ork: W .W . N orto n , 1978).
R idley . M att, The Red Queen: Sex an d the E volution o f H um an N ature (L ondra: P e n ­
gu in . 1993).
R othen stein . W illiam . M en an d Mem ories, böl. 1-2 (L ondra: F ab er. 1931. 1932).
R ycro ft. C h arle s. A C ritic a l D ic tio n a ry o f Psychoanalysis (N ew Y ork: P e n g u in . 1983).
S arbsy . Jacq u elin e. R om antic Love an d Society (H arm o n d sd w o rth : P enguin. 1983).
S ch affer R u d o lp h . M o the rin g : F o n tan a, 1985).
Scruto n . R o g er. Sexual D esire (L o n d ra: P h o en ix . 1986).
S elby , Jr. H u b ert, la s t E x it to B rooklyn (L o n d ra: P aladin. 1987).
S eth. V ikram . A Suitable Boy (L o n d ra, P h o en ix . 1993).
S h ak esp eare. W illiam , e d itö r H u m p h re y Jen n in g s. Venus and A donis (L ondra: A lces
P ress, 1993).
S hostak . M arjorie. N isa: The L ife and W ords o f a ! Kung Woman (L ondra: A llen L ane,
1982).
Sox. D avid. Bachelors o f A rı (L o n d ra: F o u rth E state. 1991).
S tev en s. A n th o n y , Archetype (L o n d ra: R o u tled g c and K cgan Paul, 1982).
Stoker, B ram . Bram Stoker's D ra c u la O m nibus (L o n d ra: O rio n , 1992).
S unshin e. L in d a. Lovers (L o n d ra: V irg in , 1992).
S uttie. Ian D ., The O rig in s o f Love and lla te (L o n d ra: Free A sso ciation B ook. 1988).
S y m o n s. D onald. The E volu tio n o f H um an Sexuality (N ew Y ork: O xford U n iversity
P ress. 1979).
T a b o ri, Lena, Kisses (L ondra: V irg in , 1991).
T an n ah ill. R eay . Sex in H is to ry (L o n d ra: A b acu s. 1993).
T ay lo r. John R ussell, G reat M ovie Mom ents (L ondra: S h elto n , 1987).
T h o m so n , O liv er, A H is to ry o f Sin (E d in b u rg h : C an o n g ate, 1993).
V an d e V elde. T ., Id eal M a rria g e (L o n d ra: H ein em an n . 1962).
V atsvayana, çcv . R ichard B u rto n . The K am a Sutra (L ondra: G eo rg e A llen and U nw in.
1963). IKam ustra-Aşk Yapma Sanatı. Ju p ite r Y ay.. 1993.1
W agn er. Peter, Eros Revived (L o n d ra: P alad in G rafto n B o o k s. 1988).
W arner. M arina, Alone o f A ll H e r Sex (L o n d ra: W icd en feld and N ico lso n , 1976). H a y ­
vandan Sarışına (L ondra: C h atto and W in d u s. 1994).
W eldo n . Fay. The L ife an d Loves o f a S he-D evil (L ondra: H o d d er and S tou g h to n .
1983).
W ilson, Sim on, Tate G a lle ry : An Illu s tra te d Guide (L o n d ra: T ate G a lle ry . 1990).
W indybank. S usan. W ild Sex (L o n d ra: V irg in , 1992).
W innico tt, D .W .. The P ig gle (L o n d ra: P en g u in . 1977).
W oolf, V irginia. M rs. D a llo w a y (L o n d ra: H o g arth P ress. 1990).
Z eldin . T h eo d o re. A tı In tim ate H is to ry o f H um anity (L o n d ra: S in clair-S tev en so n ,
1994).

230
Dizin

1940'lar 38 A rzu n u n E v r im i 70
A s k e r in F lö rtü 174
A a sla n la r 68
-4 'dan B 'ye ve T e k ra r G e ri 218 A stairc, F red 188
A b elard , P e te r 9 9 A sto r, M ary 179
A b lem an . Paul 3 1 8 "A stro p h el ve S tella" 86
acı ç ek m ek 95 â şık la r 1 2 ,1 3 .2 9
A c to n . W illia m 87 A ş k İç in A ş k 168
 d em v e H av v a 2 5 ,8 8 ,8 9 A ş k S a n a tı t A r s a m a to ria 85
A dem 'le H av v a 25 A ş k ve B a n D ü n y a sı 101
A frik a 35 A ş k ve İra d e 54
A ğ ız ve O ra i S e k s 2 18 A ş k ve N e fre t 66
ağ ız 1 7 .2 9 ,5 4 ,2 1 8 a şk 4 1 , 4 3 ,5 7 , 7 1 ,7 5 , 7 6 .7 7 , 85. 88, 100.
A ID S 138. 196, 197 1 0 2 .1 1 9 . 1 4 4 ,1 8 0 .2 1 4
a k tarm a ö p ü c ü ğ ü 37 A şk ın A n a to m isi 70
a lb a tro sla r 2 1 9 A ş k ta n d a Ü stü n 178
A lcu in 98 aşk tan ö lm e k 105
A li. M u h am m ed 2 2 0 A te ş T o p u 176
A lm a n y a 6 7 ,1 6 6 A u g u stin u s 8 8 .9 6 , 147
A lı w E fsa n e 9 4 , 1 5 2 .1 5 3 A u ster, Paul 128
a m b ra ssa r (sa rılm a ) 100 a v kad ın 87
A m erik a 3 7 . 1 6 6 ,2 1 5 A v ru p a B irliği 166
A m e rika 'd a C in se llik 2 18 A v u stu ry a 169
a m fe ta m in P E A 28 a y artıcı k ad ın 87
a m ic ia e (a rk a d a şlık ) 98 a y in ö p ü cü ğ ü 97
A m is, M artin 126, 1 4 4 ,2 1 7 A z tek lcr 165
a m n r p u r u s 100
a nato m i k a d e rd ir 43 B
a nato m i y a k ın lık tır 43 B a b a l l 156
A nd relin i, F a u sto 167 b a b u n la r 2 1 9
a n ney le b e b ek 13, 2 7 .5 1 B acall. L au rcn 190
A p h ro d ite 85 b ağ lılık 2 6
A ra b istan 101 b a iza r (ö p ü şm e ) 100
A riés, P h illip 2 1 9 b ak a m a d o k u n m a 101
A risto 100 B ak er. N ich o lso n 1 3 8 ,1 3 9 ,2 1 7
A rm stro n g . K aren 88 b a lık la r 161
a rz u 2 2 2 B a lza c 2 0 4

231
B an d eras, A nto n io 1 % B ru n d ag c. Jam es 2 19
B ara, T h ed a 142, 175 B rynncr, Yul 188
B arn es, Ju lia n 217 B ulfİnch 130
B arry m o re, Jo h n 176, 179 Bunu H atırlam alısın 191
basium 165 B u m c-Jo n es, P hilip 141
b astırarak ö p ü şm e 36 burun 19
Boştan Ç ıka rta n ın G ünlüğü 126 B u ss, D avid 70
B ataillc. G e o rg e 6 0 B uttrick. G eorge 153
B atı A frika 14 büyü 123
B atı C in s e lliğ i 219 B yron 1 4 ,5 4 ,5 5 .8 4
B an Yakası'nın H ikâyesi 131
B au d elaire, C h arles 1 4 0 .2 0 7 c -ç
B aud rillard 203 ca d ıla r 8 8 ,9 5 ,9 6
B eatty. W arren 179 C alig u la 165
Bebek Bakım ı 23 C am u s, A lb ert 57
b ebek 2 2 ,2 3 ,2 4 , 2 6 ,5 0 c an av arları ö p m e 9 5 , 114
B ejin. A n d r6 2 1 9 C ap ellan u s, A n d reas 100,101
B ello w , Saul 217 C arav ag g io 156
B em -B em le r 39 C arew , T h o m as 216
Ben D e ğ il 20 C arlsb c rg G lyptotek 208
Benim G üzel Çam aşırhanem 196 C aro lin e A daları 216
B ergm an, Ingrid 178. 184, 189, 190. 191 C asan o v a 55
beslen m e 2 6 C atu llu s 1 4 .8 1 ,8 2 .8 5
B esn ar 209 Cehennem'in K a p ıla rı 207
B ettelh eim , B runo 112 cen in 22
bey azp erd e ö p ü şm eleri 178 C h arles ve D ian a 13
beyin 1 8 ,2 1 ,2 7 .2 8 c ilv e 7 6
B ilinm eyen Japonya'dan İzle n im le r 34 C inayet 175
bilm e 25 Cinem a Paradiso 179
B ir A p ta l V ardı 141 C insel Arzu 214
B ir D iş i Ş eytanin H ayatı ve A şkları 4 0 C insel Beyin 28
B lack. S h irley T em p le 169 C insel K iş ilik le r 217
B og art. H u m p h rey 184, 190. 191 cin se l b irleşm e 3 3 , 4 1 ,4 2 , 4 3
bo n o b o lar 7 1. 7 2 .7 3 . 7 4 ,7 5 , 2 2 1 c in se l e y lem o lm ak sızın k u c ak laşm a 100
B orges. Jo rg e L u is 153 c in se l içgüdü 5 0
B o m et, F ran ço ise 203 cin se l ilişki 8 7 .2 1 7
B osw ell 53 cinsel istek 4 8
Bo'.icelli 9 6 cinsel nesn e 5 0 ,5 1 .5 3
B ow , C la ra 2 1 c in sel u y a n m 27
B ow lb y 26 C inselliğ in T a rih i 43
boy u n eğ m e 162 C insellik Kuram ı Ü zerine Ü ç Deneme 48
B ran cu si 2 0 9 ,2 1 0 C in s e llik P s iko lo jis i Ç alışm ala rı 4 9
B rejnev 162 cin se llik 4 3 ,8 8 , 89, 174
B ritan y alilar 166 C ity H a ll'd e Öpüşm elLe B asie r a l'H â ıe l
B ro ad w ay 141, 174 d e V ille 201
B ro n zin o 59 C iad el, Ju d ilh 207
B roo klyn 'e Son Çıkış 29 C le lan d , John 55
B row lby, John 25 C lo se. G le n n 142
B ro w n in g , E lizab eth B arret 168 C o lette T l

232
C ollin s. R u fu s 179 d işi o rg a z m ı 70
C o m fo rt. A lex 218 d iş le r 17, 29
c onciib itu s sin e a c tu 100 D oğu A v ru p a 162, 169
C o n g re v e 168 D o isn eau , R o b ert 201. 2 0 3 ,2 1 0
C o n sta n t. B en jam in 205 d o k u n m a 2 4 .2 7 ,3 7
C o o p er. G a ry 175. 176. 189 D o n J u a n 5 4 .1 7 9
C op p o la 138 D o n n e, Jo h n 124
C o rte z 165 D ors. D ian a 22
C o ry a tc . T h o m a s 167 d o u b le en te n d re 101
C oçku 175 D o u g las. M elv y n 177
C o w ard , R o sa lin d 4 0 d ö n m e 136
C raik , B ay a n 111 D ö rt N ik â h B ir C en a ze 197
C ra w fo rd , Jo an 22 D ra k u la 132. 136, 138, 141
cu n n ilin g u s 1 4 ,2 1 5 ,2 1 6 d u d a k la r 12. 17-22. 3 6 . 4 2 .4 3 . 5 3 . 167,
C upid o v e P sv k h e 5 9 .6 0 .8 6 .1 1 4 . 115. 2 1 4 ,2 1 5 ,2 2 0
116, 118. 130 D u l J o n e s 174
cüzam lıy ı ö p m e 9 3 .9 5 d ü ğ ü n ö p ü şm esi 123
C yra n o d e B e rg e ra c 197 D ü ııya 'n ın y o lu 168
Ç a k a l’ın G ü n ii 138 D ü çlerin Y o n tm ıı 49
çalın tı ö p ü c ü k le r 8 6 d ü z ö p ü şm e 36
Ç a n la r K im in İç in Ç a lıy o r 189 D y th am . A n n ab clle 1 9 ,2 0
Ç ayk o v sk i 1 11
ç ev ire re k ö p ü şm e 3 6 E
ç ift o lu ştu rm a 77 E astw o o d . C lin t 189
Ç ifte A te ş 101 e b ev e y n ih tim am ı 6 6
ç iğ in ö p ü c ü ğ ü 126 ed ep 43
ç o cu k m a ra sm u su 24 E d e p sizlikle r 167
Ç o c u k la r ve E v iç le ri I K in d e r und E d iso n 195
H ö u s-m a rc h e 1 1 1 eğ im li ö p ü şm e 36
ç o cu k lu k d ö n em i 4 0 e ğ le n ce 85
Ç o ra k Ü lke 112 E ib l-E ib esfeld t, Irenaus 6 6 ,6 7 ,7 7
el 165, 167, 168, 169
D E lean o r. A q u itain eli 95
d 'A u ln o y , M ad am e 116 e le k tra k o m p lek si 56
d 'E stain g , G isca rd 169 E lio t.T . S. 112. 113
d ans 1 4 3 ,1 8 8 E llis, H av elo ck 4 9 ,2 1 6 ,2 1 9
D ante 105. 106. 1 2 5 .2 0 6 E lo isa ve A b e la r d 124
D a n te 'n in C eh e n n e m i 105 em m ek v e ısırm ak 12 , 2 4 . 2 6 , 5 0 . 5 3 , 5 4
D ean, Jam e s 177 en seksi ö p ü şm e 184
D eM illc, C ecil B. 175 e n d o m o rfın 28
deri 21 E p ig ra m tar 85
d erin dil ö p ü şm esi 38 E rasm u s 167
d e rn ie r e r i 2 2 E rkeğ in C in se lliğ i 37
D evlerin A çkı 177 e rk e k o rg azm ı 70
D ia n a. P ren se s 6 0 . 1 18 e ro tik ik o n 2 1 0
D ick in so n , E m ily 125 e ro tik ö p ü şm e 1 2 , 1 3 , 2 6 , 6 0 . 6 7 , 7 1.7 2 .
D ie tric h . M arlen e 175 7 7 ,9 6 . 1 2 4 ,2 0 2
d il 1 7 . 1 8 .2 1 . 4 2 ,4 3 E ro tizm 4 2 ,6 0
D isn ey . W ait 107, 109, 113 Eski A h it 8 8 , 164

233
Eski R om a 165 F ran sız öpü şm esi 3 7 ,3 8 .7 2 ,1 7 9
E ski Y unan 165 F ren ch Tw isU C azan M a u d it 196
eski M ısır 221 frengi 138. 140
e şcinsellik 9 8 , 136 F reud 1 2 .4 3 .4 7 - 5 4 .5 6 . 1 1 0 ,2 2 0 .2 2 1
e şitle r 164 fr is s o n a 48
e şitsizlik 162
E t ve Ş e yta n 142 G
E tiyo p y a 71 G able, C lark 1 7 7 .1 8 4 , 186
etoloji 2 5 ,6 7 G a ie ty G e o rg e 188
E vans, C. S. 112 G a m b ia 162
e v et d erken h ay ır 86 G a rb o . G re ta 2 1 .6 0 , 1 4 2 ,1 7 5 ,1 7 6 ,1 7 8
e vlilik 7 6 .7 7 .9 6 , 184 G arlan d . Judy 129
ev lilik ö n cesi cinsel ilişki 38 G e ç m iş Z a m a n P eşinde 56. 97
evrim 6 9 .7 0 .7 5 gelen ek selleşm iş öpüşm e 12
E x a m in e r 55 G e lin Y alağa G id iy o r 174
G e n ç A şk 175
F G e n çlik B iterk en 179, 184
F acto r. M ax 2 4 G ilb ert. Jo h n 142
fahişe 4 3 , 87. 102. 144. 175 G illia n . P en elo p e 196
Fallik B oğaz 185 G io ıto 155
fallik sim ge 177 G o eth e 125
F a n n y H ill y a d a B ir Z e v k K a d ın ın ın G o o d all. Jan e 7 3 ,7 4 .2 1 4
A n ıla rı 55 G o o d m an . T h e o d o sia 141
Farah 169 G o rb . P eter 169
F as 12 g o riller 6 8 ,6 9
F a s 175 G ra n d H o te l 176
F asco lo 125 G ran t. C ary 178
fellatio 3 8 ,1 9 2 ,2 1 5 .2 1 8 .2 1 9 G ran t. H ugh 197
fem inist 142 G ra y 's A n a to m y 20
fe m m e fa ta le 139. 141. 142 G reer. G erm ain e 218
F e n ik e lile r 38 G re g o riu s. P a p a X I. 96
film ler 173 G riffin , Susan 2 1 6
fin d e siee le 6 6 G rim m K a rd e şle r 106. 1 0 7 ,1 0 9 , 111.
Finch, P etcr 196 1 1 7 .1 1 8
Fisher. H elen 7 0 G u e ss W ho's C o m ing to D in n e r 195
F itzgerald. Scoıı 127 G ü lü n e si A şk la r 4 1
Flaubert, G ü slav e 37. 86. 94. 9 5 , 104 G ü n O rta sın d a K a ranlık 27
Oort 3 7 .3 8 . 166 giinah 8 5 ,8 8 ,9 7 . 130, 131. 144
F oldin g S ta r 219 g ü rü ltü y le öp m e 166
Fossey, D ian 6 8 ,6 9 .2 1 9 g ü v e n 1 6 3 .1 6 4
fo to ğ raf 203 G ü ze l ve C a n a va r 118
F oucault. M ichael 43 G ü ze! ve Ç irkin 115, 116
F ox. W illiam 141
F rancesca d a R im in i: ya d a İk i E rk ek H
K a rd eş 105 H a çlılar 101, 165
Francesca v e Paolo 105 H ail, R ad cliffe 136
F rancis. A ssisili A ziz 93 H am let 66
Fransa 1 6 6 .1 6 7 H anks. T o m 196
F ra n sız Ö p ü şm esi 183 h a re k etler 2 0 ,5 0

234
H arlo w , Jean 177 iffet 4 3 , 101
H arriet B ceclicr S io w e 86 iğ ren çlik 4 0 .8 7
H artfo rd , H u n tin g to n 208 ih an et ö p ü c ü k le ri 150, 156, 164
havay ı ö p m e 169 ihlal 6 0
ha y ır d e rse ev et 188 İla h i K o m ed y a 1 0 5 ,2 0 6
H a y s Y asaları 175, 178, 179, 184. 194 İlk A d a m 5 7
haz 222 İlk G ü n a h 8 8 , 127
H ead. M u rray 196 ilk ö p ü şm e 129
H earn , L a fc a d io 34 İncil 8 9 . 9 8 . 147. 148, 152, 153
H cbrid A d aları 54 İn g ilizle r 167
H elo isc 9 9 İn sa n E lo lo jisi 6 6
H em in g w ay 189 İn sa n la r Y a şa d ıkça 184, 193, 194
H en d erso n 217 İn sa n lığ ın M a h re m T a rih i 101
H enry . O . 175 intinıııs 42
H c ro d o to s 164 İsa 5 9 . 144. 147-156. 165
H errick . R o b ert 4 0 ,8 3 , 124 İsa y am y am lığ ı 148
heykel 2 0 3 .2 0 4 İsa 'n ın A lın ışı 156
H ıristiy an lık 8 2 . 8 4 . 8 5 .8 8 , 8 9 ,9 7 . 124. İslam 88
148. 149. 154 İsp an y o llar 165
H igh P la in s D rifte r 189 iş ö p ü şm esi 169
h ijyen ik 38 İtaly a 167
H isto ria e a la n iita tu m 99 İtaly an lar 165
H itch co ck . A lfred 178 iyi k a d ın la r 87
H o ld Y o u r M a n 177
H ollan d alIlar 166 J
H ollin g h u rsi. A la n 2 1 9 Jack so n . G le n d a 196
H o lly w o o d 129, 176. 179. 186. 187. 188. Jac o b ve W ilh e lm G rim m 1 1 1
1 9 5 .2 1 5 Jag g er. M ick 22
ho m o sa p ien s 75 Jam e s. H en ry 126. 129
H o n e ck e r 162 Jap o n y a 33
horm o n 18 J ea n -L o u is 202
H osp itato r, A z iz Ju lian 93 je stle r 3 4 . 166
H o w a rd 's E n d 197 Jim a. Iw o 203
H ugh es. K irk 152 Jo h n so n , S am u el 53
H u k u k. C in se llik ve H ıristiya n Toplum J o n es. J a m e s 194
219 J o n so n . B en 82. 83
H unt. L e ig h 86 Ju an ita. D o n n a 55
h u z u r ö p ü c ü ğ ü 97 Ju n g 5 6

I-İ K
In g én u es ö p ü şm eleri 37 K a d ın C in se l O rg a n la rın ın C e rra h isi 57
Ingres 105 K a d ın ın C in se lliğ i 38
Inno cen t, 8. P ap a 9 6 k a d ın ın v u lv a sı 2 1 7
Irigaray, L u c e 2 1 6 K a d ın lık A rzu la rı 4 0
ırklararası ö p ü şm e 195 K alah ari Ç ö lü 2 3 .7 6
Itırlı B a h ç e 3 7 .7 0 k alb i a n ıra n ö p ü şm e 37
içgüdü 2 5 . 2 6 .1 6 3 K a m a S u lra 3 5 ,3 6 .7 3 .2 2 1
içki 39 k a n d ırm a c a 41
İd e a l E v lilik 38 k arşılık lı b eslen en ç ift 51

235
k a sla r 2 1 ,5 0 L an caster. B u rl 184, 193
k av ram a ö p ü şm esi 36 Lancelot ve G u in ev ere 100. 103
K a zab la n ka 1 8 4 ,1 9 0 . 1 9 1 .1 9 3 L au ren t. M arie 207
K azanlzis, Ju d ith 221 L av erg n c, D en ise 202
K e ats 13 le s e x e vulva 217
k e d ile r 70 L c c h a lar 39
kcııdo 34 Lectcr. H annibal 53, 54. 55
K err. D eborah 184, 188, 193 Lefkow itz. M ary 85
K ib a r A şk S a n a ııiD e a rıe h onete a m a n d i L eigh, V ivien 184, 186
100 L eM aitre. Ju le s 95
kib a r aşk 76. 100 L eV ay, S im o n 28
kiç 204 L evia th a n 128
K ierkccaard 126 Levine, N aom i 179
K insey 37. 38 L ew es 208
K ip ling . R u d y ard 141 L ew is, D aniel D ay 1 6 8 .1 9 7
K itzinger. S h eila 23 L ieb o w itz. M ichael 28
k lasik Y unan 98 L ife 201
K leopatra 2 2 1 .2 2 2 L o n d ra 41
K lin e, K evin 183 L o n d ra Ç a yırla rı 126. 144
klitoris 70 Lorenz. K onrad 2 5 ,2 6
K ocsller, A rth u r 27 L o rris. G u illau m e de 106
koku 19 L o u v re M üzesi 6 0
k om edi 177 L u cretiu s 37
konum 164, 168 L u k a 1 5 2 .1 5 3 . 154
kötülü k kaynağı 88
K raffl-B bing 139 M
K ra l O id ip u s 4 9 M acco b y , H yam 154
K un d era, M ilan 41 M a d a m e B o y a ry 9 4
K ung B u şm an ları 22 m a fy a 156
K u n g la r 7 6 M a g n e y , O liv e r d c 8 2
k u r y ap m ak 6 6 . 7 6 . 168 M ag ritte 5 7 .
K u rb a ğ a P re n s 1 1 6 . 1 17 M ailer. N o im a n 161. 163
ku rb an 148 M alan g a, G erlad 179
k u rtlar 6 8 M alin o w sk i. B ro n islaw 3 4 .3 5
k u şla r 6 8 .7 2 M a lleu s n m lefica ru m lC a d ila r Ç e k ic i %
kutsal ö p ü cü k 165 M an d ev ille. Jo h n S ir 102
ku v v etle b astırarak ö p ü şm e 36 m a n e ja r (o k şam a y a d a d o k u n m a ) 100
K u z ey A v ru p alIlar 166 M an ley . M ary D e lariv ie r 55
K u zu la rın S e ssizliğ i 53 M araic h in lc r 38
kültürel k o d la r 163 M arco P o lo 14
K ü rk tü V enüs 139 M ark o s 1 5 1 ,1 5 2 .1 5 4
kürtaj 175 M arlo w e. C h risto p h e r 123
M arquis de S ad e 8 6
L m a rtıla r 6 9
L 'A vre n tu ra v e L a D o lc e V ita 55 M artialis 85
L a B e lle D a m e s a n s M e rci 141 m astü rb asy o n 217
L a B e lle J a r d in ir e 6 0 M a su m iy et Ç a ğ ı 1 6 8 .1 % . 197
Labü. L ouise 1 3 .8 2 m asu m iy et 4 8 .8 9 ,1 7 6
L am arr, H edy 175 M a ta H a ri 6 0 .6 1 .1 4 3

236
M atla 154 D eb a sem eııt in the S p h ere o f L o v e 50
M a y I im in -Jo h n C . R ice Ö p ü şm e si 174 oral sek s 218
M ay, R o llo 54 o ral-sad ist d ö n e m 5 4
m ay m u n la r 161. 162 o ra n g u ta n la r 6 8 , 7 1
m azo şizm 139 o rb icu la ris o ris 179
M cD o n ald s 39 o rg a z m 19, 28. 3 3 ,4 1 .4 3 .5 0 , 7 0 .8 7 . 179,
M cD o w ell, A n d ie 197 2 1 7 .2 2 2
M cE w an , Ian 217 O rm a n d a U yu ya n G üzellL e B elle a u bois
M cG ro u th er, G u s 2 0 .2 1 d o m ıa n t 110
M em e 2 7 o rta ç a ğ a şk ları 101
m em e e m m e 1 2 , 2 2 .2 3 . 2 6 .7 5 . 8 8 O sc a r v e B o sie 13
m e m e ler 2 7 , 4 9 ,5 0 o scu la to riu m 97
M eryem A n a 5 9 ,6 0 ,6 1 O scıdunı 165
M eryem v e Ç o cu k 60 O sc u lu m in te rve n ie n s 124
M ery em . M ecdelli 165 o scu lu m o r is 9 7 .
M eun. J e a n d e 106 O v id iu s 8 8
M ich elan g elo 59 ö d ü l v e c e z a 25
M illen . K a te 4 9 Ö ld ü ren C a zib e 142, 143
M in g h ella, A n th o n y 198 ö lü m ö p ü cü ğ ü 132. 15ü. 153
M itch ell, M arg aret 186 ö p en /ö p ü le n 177
M itchiso n , N aom i 51 ö p erek b e sle m e 1 2 .6 7 , 7 2 .7 5
m o n o tro p i 2 6 ö p erek s ak in leştirm e k 161
M on ro e, M arily n 2 2 ,2 1 5 ö p m e b içim leri 36
m a n s v en e ris 6 0 ö p ü cü k 2 7 .3 6 . 4 3 . 7 1 ,8 2 . 8 5 .8 6 . 102.
M o n tezu m a 165 113, 124, 137. 1 4 3 .1 5 2 . 155. 161,
M oo re, B rian 156 162, 163. 165, 1 67.221
M orris, D esm o n d 2 3 , 215 ö p ü şerek o rg a z m 72
M rs D a llo w a y 127 O p iişm e 174. 1 7 9 ,2 0 2 -2 1 0
M u h te şem G a ts h y 127 ö p ü şm e 17. 1 8 . 2 0 .2 1 .2 4 - 2 9 ,3 3 . 3 4 ,3 6 .
M usa 164 3 9 - 4 3 ,4 8 ,4 9 . 5 0 .5 2 . 5 3 .5 7 , 6 0 .7 1 .
m ükem m el ö p ü şm e 42 7 3 .7 6 . 81 -8 4 , 8 7 . 8 9 , 9 3 . 9 4 .9 6 , 9 8 .
m ü ste h ce n 85 99, 105, 111. 113. 1 1 8 .1 1 9 , 124, 125,
127, 130. 1 3 7 .1 3 8 . 140, 143, 1 4 7 .1 4 9 ,
N 154. 156. 1 5 7 .1 6 2 .1 6 4 . 167. 173, 174,
N avaro . R am o n 60 2 1 4 .2 2 1
nefes d e ğ iş to k u şu 29 ö p ü şm e g ö zlem i 69
n em fo m an y ak 55 ö p ü şm e o y u n ları 2 2 0
N eşid e le r N eşid e si 8 8 ,8 9 ,2 2 0 ö p ü şm e sah n eleri 143, 1 7 4 ,1 7 9
N ew Y o rk T im e s 28 ö p ü şm e v e y em e 221
N ew m an. Paul 5 8 .5 9 Ö p ü şm e, G ıd ık la n m a ve S ık ılm a Ü zerine
N in, A n a is 216 40
N in o tc h ka 177 ö p ü şm em e 3 4 ,4 0
N o sfe ra tu 137 ö p ü şm en in e ro tik liğ i 222
N uciu s, N ic an d e r 167 ö p ü şm en in sü rek liliğ i 167, 1 7 9 ,2 2 0
ö p ü şm en in y o ğ u n lu ğ u 176
o -ö ö p ü şm ey i b ilm e 35
O idip u s k o m p lek si 4 9 , 5 6 ,6 5 , 6 6 Ö ze l B ir K a d ı n l l . 102. 180
o k sito sin 2 8
O n th e U n iv ersa l T e n d en cy to

237
p ra h ip le r 161
P aglia, C am ille 217 R eag an . R o n ald 179
P ainier, G e o rg e 57 R ey n o ld s, H erbert 142
P a n tem ero n e 110 R ice. A n n e 137
P a o lo ve F ran cesca 13 R ich, A d rie n n e 2 1 6
P ap a 162, 164 R ick m an , A lan 198
P a p u a lila r 67 R igaud 208
P a ris 48 . 1 6 1 .2 0 1 .2 0 2 .2 0 7 .2 0 9 ,2 1 0 R o b erts, G in g e r 188
p arm ak em m e 52 R o d in 1 0 5 .2 0 2 -2 1 0
p a n r.a k ucu öpm e 165 R odin M üzesi 2 0 6 .2 0 7 .2 0 8
P a rso n s. T o n y 34 R o m a 5 9 , 8 1 .8 5 . 9 8
P a sk aly a 148. 154 ro m an s 102
P aulus 88 ro m a n tik aşk 39, 101
P avlov 25 ro m an tik prototip 1 1 1
p o x 97. 124 R o m a n ın o f R o se 106
P az, O ctav io 101 R o m eo ve J u lie t 104, 130, 131
P ekin 39 R o o n ey . M ickey 129
p enis 17. 1 9 .3 8 .4 3 .4 9 , 5 5 .7 4 R o th . P h ilip 2 7 ,2 1 7
P e r i K itabı 111 R o th e n ste in . W illiam 207
Perrau lt, C h arles 110 R o u en K atedrali 94
P e rse fo rest 107, 109 R o u g em cn t. D enis d e 101
P e tra rc a 125 R u an d a 68
P feiffer, M ichele 168, 197 ru h 124, 125, 1 3 0 ,1 3 6 , 220
P h ila d elp h ia 196 ruh öpü şm esi 38
P h illips. A dam 40 R u ssell. Jan e 22
P iro u . E ugèn e 174 R ü zg â r G ib i G e çti 8 6 ,1 8 4 , 185. 186. 188
P lan ch é 1 1 1 R y an , M eg 183
P laton 124
P lutarkhos 65 S-Ş
P o lo n y a 168 S a ch er-M aso ch , L eo p o ld v o n 1 3 9 ,1 4 1
p op m üzik 39 s a f a ş k 14. 100. 101
P o p e. A le x an d e r 124 sakal 164
pornografi 98 saly a n g o z la r 219
p ornografik film ler 175 S a n a t ve Y a la n la r 216
P ortillo, M ichael 22 san sü r 175. 176. 1 7 8 .1 7 9 , 186, 187. 188
P a rm o y 'u n F erya d ı 217 S ap p h o 125
P o rtra it o f a L a d y 126 sarılm a 173
P ren se s Ö pü şm esi 144 S au n d ers, Ed 179
Proust, M arcel 5 6 . 5 7 ,5 8 . 6 6 .9 7 sav u n m a sız 164
Provence 161 S carlett v e R h etl 13
pseudotU ryaratm a 155 S ch iele. E gon 98
P sika n a tiiik H a reketin T a rih i Ü zerin e 52 S ch lesin g er. Jo h n 196
psik an aliz 2 5 . 4 9 .6 6 .6 7 S co rsese, M artin 196
p s y c h e 130 S c o tt. S ir W alter 117
S cru to n , R o g er 2 1 4 ,2 2 1
R S eale, Ju lie 174
R abbani, A şai 9 7 .9 8 , 149 seb u m 2 8 .2 9
R affacllo 6 0 S ccu n d u s, Jo h an n es 82
R a h ib c'y e S a rıla n K a rd in a l 98 sek s 86. 8 7 .2 2 1

238
Seksin K e y fi 218 ş ö v aly e le r 95
seksten k o rk u 198
sela m la şm a ö p ü şm esi 1 2 ,9 7 , 163, 164, T
1 6 6 ,1 6 7 tab u 60
S e lb y , Jr. H u b ert 29 T alm u d 154
S elf, W ill 217 T a n rı K e n ti 9 6
serebral fe n iletilam in 28 T a n rın ın T a rih i 88
sessiz film ier 21 T a n z a n y a 74
S eth, V ikram 131 T a y lo r, E liza b e th 177
S e vg ilile rlL es A m a n ts 57 T a y lo r, Jo h n R u ssel 215
sevişm e 35 T a y lo r, L u cy 2 2 0
S ezar, Jill 85 T casd ale. S a ra 125. 2 1 4
S hakesp eare 6 6 .8 4 , 114, 130, 131 te c av ü z 189
Shelley 124, 125 tek eşlilik 2 6
steak ö p ü şm e 12 T elera m a 2 0 2
sığ ırla r 70 T e m e rlin , M . K . 74
S id n e y , S ir P h ilip 86 te n e r (k a v ra m a ) 100
sigara 24, 39, 143 T c rtu llia n u s 8 8 .8 9
S ilin d ir Ş a p k a 18, testo stero n 28
sin em ad a ö p ü şm e 195. 198 T e v ra t 97
sin ir sistem i 18 T h e B a lla d o f R ea d in g G aol 135
S ir G a w a in ve Y eşil Ş ö v a ly e 102 T h e F erm a ta 217
Sirio n o lar 39 T h e N ew Y o rk er 131
S k in n er 25 T h e R a ck 58
S lo w H a n d 197 T h e R o a d to D ish o n o u r 195
S okrates 7 5 ,7 6 T h e S c a rle t P im p e rn el 221
S o m a lililer 39 T h e S ta te m e n t 156
Son A k şam Y em eği 149, 150. 151 T h e T im e s 1 6 1 . 169
S o p h o k les 4 9 .6 5 T h e W ed d yn g e o f S r G aw cn a n d D am e
S talin 57 R a g n e ll 102
S tanw y ck , B arb ara 176 T h o m as. A n g lo -N o rm an 104
statüko n u n k a b u lü 163 T ik sin d irici Ö p ü c ü k le r 40
S tev en so n . Ju lie t 198 T o H a v e a n d H a ve N o t 189
S tew ait, Jam e s 177 T o scan in i, A n u ro 39
Stoker. B ram 1 3 2 ,1 3 6 , 139 Trista n ve Ise u lt 1 0 1 ,1 0 2 . 104
Stone. H e rb e n S . 174 T ro b ria n d 34
S to rey . F red 174 T ro liu s ve C re ssid a 2 22
su a viu m 165 T ro y e r, C h re tie n de 101
S u n d a y B lo o d y S u n d a y 196 T ru ly M a d ly D e e p ly 198
S v etlan a 57 T u rcan , Jea n 206
S w ift, Jo n ath a n 55 T u rn er, L a n a 177
S w in b u rn e. A lg ern o n 140 tü k ü rü k 29
S ym ons, D o n ald 70 T ü n eld e N e O ld u ? 195
şarkı 188 tü rlerarası ö p ü şm e 2 1 9
şehvet 1 2 .6 9 ,7 1 ,7 5 , 7 7 ,8 5 . 8 9 , 191.
2 0 5 ,2 1 4 ,2 2 1 ,2 2 2 u -ü
şem p a n z e ler 6 8 . 7 3 ,7 3 , 7 4 , 1 5 5 ,1 6 5 U p d ik e, Jo h n 218
Ş eyh 189 U yg u n b ir O ğ la n 1 3 1
şiirde ö p ü şm e 84 U yu ya n G ü ze l 1 3 ,9 4 ,1 0 7 ,1 0 9 - 1 1 5 ,1 1 8 ,

239
119, 130 W est. M ac 195
Ü niform alı K ızla r 175 W estern 102
Ü rem e O rg a n la rın ın İşle vleri ve W h en H a rry M e t S a lly 196
B ozu klu kla rı Ü zerine İn c e le m e 87 W ild e. O sc a r 1 3 5 .1 3 6 ,2 0 7
ü rem e 2 6 . 4 0 .4 3 , 7 6 .7 7 W in n ico tt, D. W . 163
W in terso n , Jean n ette 216
V W ittg en stein 4 8
v a gina d e nta ta 43 W ong, A n n a M ay 195
V ahşilerin C in sel Y a şa m la rı 35 W o o d , N ath alie 179
v a jina 17, 1 9 .4 3 .2 1 4 ,2 1 5 ,2 1 6 W o o lf, V irg in ia 127
V alentino, R u d o lp h 142. 1 7 5 .1 8 9
V alkyrie 113 Y
vals 168 Y a ğ m u r K ra lı H e n d erso n 2 17
vam p 142. 144. 177. 189 Y a h u d a 1 3 .1 4 4 . 147, 1 4 8 .1 4 9 . 150,
V a m p ir 141 151-154. 156
v a m p ir 132, 136, 137. 138, 139. 141. 142, Y a h u d a İsk a riv o t ve Y a h u d i K ö tü lü k M iti
144 154
V a m p ir le S ö yleşi 1 3 8 ,1 3 7 Y a h u d a 'm n Ö p ü c ü ğ ü 136. 1 4 4 ,1 5 5 . 157
V atsyay an a 3 5 .3 6 Y a h u d ile r 8 8 .1 4 4 ,1 5 4 .1 5 5 .1 5 6 .1 6 4
V eldc. T . V an d e 38 y a k ın lık 4 2 .2 1 8 .2 2 2
V enezu ela 12. 67 y alam ak ve araştırm ak 53
V enüs 5 9 ,6 0 . 85. 106. 1 14 Y a ln ızlığ ın K u yu su n d a 136
V enüs D e lta sı 2 1 6 y a m y am lık 1 4 8 .1 4 9
V enüs ve C u p id o 5 9 ,6 0 y a n ak tan ö p ü şm e 1 6 3 .1 6 6
V enüs'ün D o ğ u şu 96 Y a n o m am iler 6 7
V enüs. C ııpido, A h m a k lık v e Z a m a n 5 9 y a ra d ılış v e y e tişm e 2 5
V erg iliu s 105 y a sa k m e y v e 89
V iaticu m 97 y a sa k ö p ü şm e 106
v ik to ry en le r 59 Y a şa m Ö y kü cü sü n ü n A n la ttığ ı Ö y k ü 174
V illencu ve, M ad am e d e 116 y a ta k ta ö p ü şm ek 176
V ivantus 81 Y a z B e k â rı 2 1 5
V iyana 4 3 . 4 7 ,4 8 Y en i G in e 3 9
V olsu n g a S a g a 113 Y o lcu lu k 188
V oragine. Jucopus d e 152 Y u h an n a 151, 154
V orgaine. Jaco p o d a 94 Y u n a n lıla r 165
V ox 1 3 9 ,2 1 7 y u tm a d a n y e m e 149
y ü z 1 7 .2 1 .4 3 ,1 6 6
W y ü z y ü z e sek s 7 0 .7 2
W aal. Fran s d e 7 2 . 7 3 .7 4
W ag n er 1 0 4 ,1 1 4
W a ll S tre e t J o u rn a l 169
z
Z e ld in , T h e o d o re 101
W arh o l. A n d y 1 7 9 .2 1 5 .2 1 8
z ev k v e e ğ le n ce 4 3
W arner, M arin a 116
Z ie g fie ld C ir l \T 7
W arren , E d w ard P e rry 2 0 8
z in a 1 0 0 .1 0 3 ,1 2 8 .1 7 5 .1 9 4
W arton. E d ith 1 6 8 .1 9 6
z o rla ö p m e 189
W ashin g to n 164
Z o rla y an K ol 185
W atso n 25
W eldo n . F ay 4 0
W e rth er 125

240

Potrebbero piacerti anche