Sei sulla pagina 1di 6

Mehmet Âkif Ersoy, 1966 baskılı Safahat isimli

kitabında diyor ki:


-------------------------------------------
...

Ortalık şöyle fena böyle müzebzep işler


Ah o Yıldız’daki baykuş ölüvermezse eğer (s. 402)
...

Çoktan beridir vardı benim bir derdim


Gideyim zalimi ikaz edeyim isterdim
Kafes ardında hanımlar gibi Saikliydi Hamid
Âl-i Osmandan bu korkaklık edilmezdi ümid (s.
415)

Ah efendim o ne hayvan o nasıl merkepti (s. 421)

Kız kadın hepsi haremlerde bütün gün mahpus


Şu telakkiye bakın en kötü vahşet namus (s. 422)

Herifin sofrada şampanyası hâlâ ayran


Bâri yirminci asırdan sıkıl artık hayvan (s. 422)
...

Ah efendim o herif yok mu kızıl kâfirdi (s. 422)

“Mısır’ın en muhteşem üstadı Muhammed Abduh”

Çıkarıp gönderelim hasılı şeyhim yer yer


Oradan âlem-i İslama Cemaleddinler” (s. 422)
-------------------------------------------
Mehmet Âkif Ersoy’un, Müslümanların halifesi
olan Sultan II. Abdülhamid Han'a, (Korkak,
baykuş, merkep, hayvan, zalim, mel’un, kızıl kâfir,
hâlâ şampanya yerine sofrasında ayran içen
herif… ) gibi çirkin sözler söylediği ve mason
Abduh gibi reform istemiştir.

İşte kitap, inanmayan bakabilir Safahat, 1966


baskısı(Mehmet Âkif Ersoy) (Kütüphanelerde
bulabilirsiniz.)

Ayıca; İstibdat isimli şiirinde Halife-i müslimine


diyor ki:

”Düşürdün milletin en kahraman evladını ye’se


Ne mel’unsun ki rahmetler okuttun ruh-i İblis’e”

Bir İslam halifesine mel’un diyene ne demeli?


Şeytana rahmet okutmak tabiri de çok çirkindir.

Ey bunca zamandır bize te’dip eden Allah


Ey alemi İslamı ezen, inleten Allah,
Bizler ki senin va’di ilahine inandık
Bizler ki binüç bu kadar yıl seni andık
Bizler ki beşer bir sürü ma’buda taparken
Yıktık o zaman şirki, devirdik ebediyyen
Bizler ki birer hamlede evhamı bitirdik
Mabedlere ma’budu hakikiye getirdik
Bizler ki senin ismini dünyaya tanıttık
Gördükse mükafatını, Ya Rab, yeter artık
Çektirmediğin hangi alem, hangi ezadır
Her anı hayatın bize bir ruz-u cezadır.
Diye başlayan şiirinde (Yeter artık çektirdiğin
cezalar) diyor. Allah’a böyle nasihat verilir mi hiç?
Allah bize zulüm mü ediyor hâşâ?
Ayrıca “Ya Rab Bu Uğursuz Gecenin Yok Mu
Sabahı” adlı şiirinde

Yâ Râb, bu uğursuz gecenin yok mu sabâhı?


Mahşerde mi bîçârelerin, yoksa felâhı!
Nûr istiyoruz... Sen bize yangın veriyorsun!
diyoruz... Boğmaya kan gönderiyorsun!
Esmezse eğer bir ezelî nefha, yakında,
Yâ Rab, o cehennemle bu tûfan arasında,
Toprak kesilip, kum kesilip Âlem-i İslâm;
Hep fışkıracak yerlerin altındaki esnâm!
Bîzâr edecek, korkuyorum, Cedd-i Hüseyn'i,
En sonra, salîb ormanı görmek Harameyn'i!...
Bin üç yüz otuz beş senedir, arz-ı Hicaz'ın
Âteşli muhitindeki sûzişli niyâzın
Emvâci hurûş-âver olurken melekûta?
Sönsün de, İlâhi, şu yanan meş'al-i vahdet,
Teslis ile çöksün mü bütün âleme zulmet?
Üç yüz bu kadar milyonu canlandıran îman
Olsun mu beş on sersemin ilhâdına kurban?
Enfâs-ı habisiyle beş on rûh-u leimin,
Solsun mu o parlak yüzü Kur'an-ı Hakim'in?
İslâm ayak altında sürünsün mü nihâyet?
Yâ Rab, bu ne hüsrandır, İlâhi, bu ne zillet?
Mazlûmu nedir ezmede, ezdirmede mânâ?
Zâlimleri adlin, hani öldürmedi hâlâ!
Câni geziyor dipdiri... Can vermede mâsûm!
Suç başkasınındır da niçin başkası muhkûm?
Lâ yüs'ele binlerce sual olmasa du kurbân;
İnsan bu muammalara dehşetle nigeh-bân!

Eyvâh! Beş on kâfirin îmanına kandık;


Bir uykuya daldık ki: cehennemde uyandık!
Mâdâm ki, ey adl-i İlâhi yakacaktın...
Yaksaydın a mel'unları... Tuttun bizi yaktın!
Küfrün o sefil elleri âyâtını sildi:
Binlerce cevâmi' yıkılıp hâke serildi!
Kalmışsa eğer bir iki mâbed, o da mürted:
Göğsündeki haç, küfrüne fetvâ-yı müeyyed!
Dul kaldı kadınlar, babasız kaldı çocuklar,
Bir giryede bin ailenin mâtemi çağlar!
En kanlı senâatle kovulmuş vatanından,
Milyonla hayâtın yüreğinden gidiyor kan!
İslâm'ı elinden tutacak, kaldıracak yok...
Nâ-hak yere feryâd ediyor: âcize hak yok!
Yetmez mi musâb olduğumuz bunca devâhi?
Ağzım kurusun... Yok musun ey adl-i İlâhî!

Diyor ve bu şiir ile Allahü Tealaya resmen


tekalufat ediyor...

yine bir başka şiirde

”Böyle bir şehidin mükafatı ancak zaferdir


Vermezsen ilahi dökülen hun-u hederdir”

Hun, kan demektir. Allah’a öğüt veriyor, bak zafer


vermezsen şehitlerin kanı heder olacak, boşa
gidecek diyor. Zafer olmasa bile şehidin kanı
heder olur mu hiç? Sonra hâşâ Allah bilmiyor mu
bunları?
Vehhabiler, Allah Arş’a istiva etti âyetinden, hâşâ
Arş Allah’ın mekanı diyorlar. Âkif de, Allah’a öğüt
veriyor; Eğer bu zulümleri durdurmazsan, yani
Arşın yanar diyor. Yani evin başına yıkılır diyor.

Süleyman Nazife başlıklı şiirinde diyor ki:

Yakmaz mı bu tufan bu duman gitgide Arş’ı


Hissiz mi kalır lücce-i rahmet buna karşı?

Lücce = deniz demektir. Rahmet denizin niye


hissiz kalıyor diyor. Hâşâ Allah’İn hissi mi olur?
Allah’ı da insanlar gibi sanıyor. Arş bu, Allah Arş’ı
çok övüyor, Arş asla Âkif'in sözü ile yanmaz.

------

Dipnot: İslam halifesi için yazdıkları çoktur. Âkif,


bu çirkin hakaretleri için tövbe etmemiştir.
Hâlbuki Rİza Tevfik Bölükbaşı, Süleyman Nazif
gibiler tövbe etmişler ve tövbelerini de dile
getirmişlerdi. Mesela Rİza Tevfik Sultan
Abdülhamid han için diyor ki:

Tarihler adını andığı zaman,


Sana hak verecek hey Koca Sultan,
Bizdik utanmadan iftira atan
Asrın en siyasi padişahına.

Süleyman Nazif de diyor ki:


Padişahım gelmemişken yâda biz
İşte geldik senden istimdâda biz
Öldürürler başlasak feryâda biz
Hasret olduk eski istibdâda biz

Potrebbero piacerti anche